​​​​​​​İktidar kişisi devlet kişisi olunca

Endişelenmeliyiz. Akdeniz'de olup bitenler karşısında yapmamız gereken bu. 

Niçin?

Çünkü, Akdeniz'de Kıbrıs adasının güneyi ile Mısır arasından ta Girit'e kadar Türkiye'nin varlık alanı, Avrupa, Rusya, ABD, Yunanistan, İsrail ve Mısır tarafından batı dünyası lehine çevrilip kotarılmak isteniyor. Eğer başarılabilirse Türkiye, Akdeniz'de ayağını denize sokamayacak hale gelecekti.

Libya meşru hükümetiyle anlaştık.

İmzalanan bu "Deniz Yetki Anlaşması", Türkiye-Libya sınırını Akdeniz üzerinde yeniden belirledi. Kıta sahanlığı sınırlarımız genişledi. Ancak ne var ki, sorun bitmedi.

Libya, kendi içinde ikiye bölünmüş durumda ve uluslararası meşru hükümetle, muhalifi Hafter güçleri çarpışıyor. Üstelik Hafter güçlerini destekleyen epey ülke var ve buna yeni müttefikimiz Rusya'da dâhil.

Türkiye'nin Libya meşru hükümetiyle imzaladığı ve Türkiye'nin lehine olan getirisi yüksek bu anlaşmayı muhalefet de destekledi. Ancak, sıra "talep olursa asker gönderme" meselesine gelince aynı destek ikiye bölündü.

Muhalefet: "Mehmetçiği bile bile çatışmanın ortasına gönderemeyiz. Çatışan tarafları barıştırmak lazım" dedi.

Bütün bu manzara karşısında soru şu:  Libya ile varılan anlaşmayı korumalı mıyız?

Evet.

Bu anlaşma Türkiye için hayati mi?

Hem de nasıl.

Peki, eğer ülkeyi Hafter güçleri ele geçirirse, anlaşma bozulur mu?

 İptal etmez veya başka nedenler olmazsa bozulmaz. Çünkü, Libya'nın da Akdeniz'deki çıkarlarını koruyor.

Bunu anladık?

Kötü bir ihtimal de olsa, anlaşmanın bozulma riski doğar mı?

Doğabilir…

Madem öyle, acaba asker gönderme fikri neden yanlış?

Çünkü, Türkiye'yi uzun süreli riske sokacak tehlikeleri beraberinde taşıyor. Bir de meclise gelen tezkerede muğlak ifadeler var. Ucu açık.

Bu kadar mı?

Hayır. Dahası da var. Libya'nın iç savaşında Türkiye'nin taraf olması, mantıklı görülmüyor. Ayrıca, bu çatışmanın sonunun nereye varacağı belli değil. Dolayısı ile meselenin iktidar-muhalefet arasında oylama öncesi inandırıcılığı sağlanamamış. Bu da siyasal güven eksikliğine neden oluyor. Böylece "Deniz Yetki Anlaşmasını" onaylayan muhalefet, sıra asker göndermeye gelince itiraz etti.

Burada asıl tartışılması gereken yan, iktidarın öteden beri uygulayıp bugüne taşıdığı Orta Doğu siyasetidir. Türkiye'deki AKP iktidarları, şahsi kırgınlık ve küskünlüklerini devlet politikası haline getirdiler.

Cumhurbaşkanı, Suriye'deki hükümet Başkanı Esat'ı sevmiyor, onunla mesafeli. Öyle ise Türkiye Devleti de tüm kurumsal varlığı ile Esat'la küs olacaktır. Siyasi bağı koparacak, elçilik bulundurmayacak, diplomasiyi en aza indirecektir.

Aynı şey Mısır için de geçerli.

Devletimizi yönetenlerin duygusal vaziyet alışına göre, Türkiye Devleti de vaziyetini biçimlendiriyor.

İktidar kişisi küs, devlet de küs. İktidar kişisi dost, öyle ise devlet de dost.

Türk siyasetinde Devlet kişisi ile insan kişisi aynileşmiş. Bir başka ifade ile insan kişisi, devlet kişisi haline gelmiş. Devlet, tüzel kişiliği anlamını yitirmiş. İnsan kişisinin tahakkümü altına girmiş. Bu durumda dış politikanın bütün kusur ve hataları kimin olacak?

İktidar sahibi insan kişisinin.

İşte bizim temel sorunumuz burada. Kurumsal varlığı ile devletin siyasal davranışlarını ortada göremiyoruz. Bunun sonucu olarak da Türkiye Devleti zarar görüyor. Devlet zarar gördü mü halk da zarar görür. 

Sonu olarak elbette bizim Libya'da tıpkı öteki devletler gibi esamemiz okunmalıdır. Ancak, Mısır'ı karşımıza alarak, İsrail'le diplomasiyi en aza indirerek, Suriye Devlet yönetimini görmezden gelerek, böyle bir mücadeleye girdiğimizde, devletimizin yönetim kişisini sevmeyenleri, bizzat devletimizin karşısında pozisyon almış olarak görüyoruz. 

Tabi ki muhalefet buna itiraz edecektir.

 

Yazarın Diğer Yazıları