İktidar Söylemleri ve Şiddet İlişkisi

Türkiye'de gün geçtikçe daha çok haberdar olduğumuz geçmişin gizli toplumsal sorunlardan biri olan kadınlara yönelik şiddet, "Kızını dövmeyen dizini döver" düsturuyla henüz erken yaşta başlayan şiddetin "sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmemeyi" düstur edinen eşle devam etmesi ve "kadın ile erkeği eşit görmeyen" iktidar anlayışıyla yönetilen ülkede bu şiddetin cezasız kalması meselesidir.

En yaygın gerekçe olarak alkol etkisi ve öfkeye hakim olamama gösterilse de aslen kadına yönelik şiddet, toplumun köklerinde yer alan sorunlara dayanır ve ne var ki toplum psikolojisinin yansıması olan bu sorunun yönetenlerin söylemlerinin şiddet üzerindeki etkisi sorgulanmadan engellenmesi mümkün değildir.

Şiddetin nedeni

ABD'de yaşanan ırkçılık karşıtı gösterilerde de tepkiye sebep olan polis şiddetinin devam etmesi ve ABD başkanının bu şiddete maruz kalanları "eşkıya" olarak nitelemesinde bu söylemlerin şiddet uygulayanı nasıl cesaretlendirdiğini, bizde de benzer söylemlerin yapıldığını, oysa kamu otoritelerinin şiddet olaylarına tepkisinin işlerin seyrini değiştirebilecek güçte olduğundan bahsetmiştik. (Merak edenler, 2 Haziran 2020 tarihli, "Yasalara aykırı güç kullanma cesaretini polis nereden alıyor?" başlıklı yazımı okuyabilir.)

Şiddet her nerede görülürse görülsün, ülke yönetiminde rol oynayanların tutumları ve söylemleri bu şiddetin önlenmesine de yol açabilir körüklenmesine de.

Kadın ile erkek arasındaki fiziksel güç farklılaşması, bunun geleneksel sebeplerle toplumsal alana da yansıtılmasıyla erkeğin her anlamda daha güçlü, kadının ise hukuken dahi "savunmasız" bırakılmasıyla neticede kadın-erkek eşitliğinin sağlanamayışının bir sonucudur, kadına yönelik şiddet.

İktidarın dili

Kadına yönelik ayrımcı ve dışlayıcı algı, şiddete temel oluştur. Bu algıyı yaratan etkenlerin başında ise siyasetçilerin kullandığı dil gelir. En akılda kalan örnekler üzerinden…

Kadına geleneksel rollerin dışında bir hayatı hak görmeyen açıklamalarla, 2009'da Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in "kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek", dönemin Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu'nun "Bayanlara evdeki işler yetmiyor mu?" söylemleri;

Kadın bedeni üzerinde söz söylemeyi kendinde hak gören zihniyetin yansımaları olarak, 2012'de Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın "Tecavüze uğrayan doğursun, gerekirse devlet bakar" açıklaması ve dönemin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in "Anası tecavüze uğruyorsa neden çocuk ölsün. Anası ölsün" demesi;

1985 yılında henüz daha Refah Partisi Beyoğlu İlçe Başkanı iken kadının toplumdaki yerine yönelik soruya "Kadının yeri evidir. Oy kullanmanın dışında hiçbir siyasal katılma göstermemelidir. Türkiye'nin bu anarşik ortama gelmesinin nedeni, kadının evden dışarı çıkması, şefkat ve sevgiden mahrum terörist gençliğin yetişmesine neden olmuştur" şeklinde cevap veren, başbakan olduğu dönemde "Fıtratları farklı olan kadın ile erkek eşit tutulamaz" diyen, bir genç kızın cinayeti üzerine "yalnız bırakılan ya davulcuya ya zurnacıya" diye yorum yapan ve hatta "Kadına şiddet abartılıyor" diyen bugünün Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın henüz daha birkaç gün önce bir hastane açılışında kadın milletvekillerini "sembolik de olsa" diyerek sahneye davet etmesi;

İktidara sahip olanlarca yapılan kadını toplum hayatından dışlayan ve kadın-erkek eşitliğini yok sayan benzer daha pek çok açıklama, Diyanet tarafından yapılan açıklamalar, kamuoyunda "erkeğin kadından üstün olduğu yanılsamasına" neden olarak, şiddete meyilli erkeklere güç veriyor.

Ancak Anayasa'da yer alan eşitlik maddesine aykırılık oluşturan söylemlere bir an evvel son verilmesi, devlet yönetiminde bulunanların toplumsal cinsiyet eşitliğini önemsediğini faaliyet ve söylemlerinde sıklıkla vurgulaması gerekiyor. 

Yazarın Diğer Yazıları