İstilacı ayini!

Böyle bir âdet, dünyanın hangi ülkesinde var? Konuşmalarında bir tek kere bile savaşın gerçek sebebinden hiç bahsetmiyorlar

Bu âyini protesto ediyorum.  Çanakkale kara savaşlarının yıldönümünde, her yılki gibi, “emperyal” ülkelerin, kendi askerleri için yaptıkları ayin, her seferinde beni düşündürür.
Oraya gelen “kimi Hintten, kimi bilmem ne bela” olarak Akif’in şiirinde yerini bulan saldırının ölüleri için şehid denmesini de, onlar için âyin yapılmasını da, askerlerinin sert adımlarla yürüyerek borazan çalmasını, bayrak çekmesini de protesto ediyorum.
Onlar oraya Çanakkale’yi savunmak için gelmediler. Ülkesini savunan bir avuç kahraman Türk askerinin
(57. alay) imha edişlerini, kendilerinin de yenilişlerini anmak için geldiler ama bunu zafer gibi kutluyorlar.
Yeni Zelanda’nın mı, Avustralya’nın mı, temsilcilerinden birinin gür sesiyle okuduğu İstiklal Marşı’nı “saygı” ile karşıladım, kabul, ama onlar ayinlerini kendi ülkelerinde yapmalıdırlar. Atatürk’ün dediği gibi, evlatları artık bizim evlatlarımız olmuştur ve Mehmetçikle koyun koyuna, huzur içinde uyumaktadır.
Eskiden, âyinden sonra Çanakkale sokaklarına yayılırlar ve türlü sarhoşluk gösterileri yaparlardı. Şimdi yapmıyorlar herhalde, yapıyorlarsa da benim haberim yok. Bütün bunları, kendi ülkelerinde yapmalıdırlar.
Biz, Plevne’ye gidiyor muyuz, şehidlerimize yerinde ayin yapmak, hatta tören yapmak için? Birinci Dünya harbinin çeşitli cephelerinde verdiğimiz şehitler için Medine’ye, Yemen’e, Kafkasya’ya, Galiçya’ya, Balkanlar’a gidiyor muyuz? Böyle bir âdet, dünyanın hangi ülkesinde var?

* * *

Onlar, müstevliler (istilacılar) idiler ve bu amaçla Çanakkale’ye geldiler, bu amaçla Çanakkale’ye çıktılar. O koyun adının da Anzak olmasını hayretle karşılıyorum. İyi hâtıralar için bir yere isim koyulur. Anzakların çıkarma yaptığı yere, o çıkarmayı püskürten paşalarımızdan birinin adı verilmeli, yahut doğrudan doğruya Mehmetçik koyu denmeliydi.
Konuşmalarında bir tek kere bile savaşın sebebinden bahsetmiyorlar. Bu sırtlan saldırısını sanki insani sebeplerle yapılmış bir savaş gibi gösteriyorlar. Türkler orada haksız bir müdafaa yapıyor gibi, şafakta ufuklara yaşlı gözlerle bakıyorlar.
İstilacılar istila yürüyüşleri, müzikleri ve heyecanlarıyla orada rap rap yürümekte, bayrak göstermektedirler. Çanakkale’de sadece mevlitlerle, hatimlerle yapılacak bir ibadet haklı bir ibadet olur. Üstelik bu işe çok sarılan sahip çıkma telaşında olan iktidara da küçük Anafarta köyündeki şehid kafa taslarını, bacak ve kol kemiklerini hatırlatmak isterim. Bunlar ortada duruyor ve ordan burdan hâlâ çıkıp bizi utandırıyorlar.
Ben turistlerden bahsetmiyorum. Onlar istedikleri kadar gelsinler. Ben askeri kıyafetleri, bayrakları, borazanları ve marşlarıyla şekillenen bir istila görüntüsünden bahsediyorum.
* Afet Ilgaz / Milli Gazete

+++++


Betonarme pilav...
Pirinç yok, bulgur olur.
Bulgur biterse?..
Makarna...
Makarna biterse nohut.
Nohut biterse?..
*
Teknoloji nasıl olsa bize her şeyin gelişmişini, kolayını, yapayını sunuyor.
Bence bizde bu akıl olduktan sonra, pirinç, nohut, buğday gibi doğanın verdikleri olmadan da yapabiliriz.
Televizyonlardaki reklamlarda bizlere sunarlar artık:
Dijital domates...
Uzaktan kumandalı nohut...
Cipli köfte...
Plaza semizotu...
4x4 patlıcan...
Enjektörlü hamburger...
*
Eğer sizin için tarlalar değil fabrikalar, kumsallar değil oteller, orman değil golf sahaları, ırmaklar değil atölyeler, ovalardaki tarlalar değil sanayi siteleri önemliyse...
Elbette pirinciniz olmaz.
Mutfak robotunuz olur ama makarnanız da olmaz.
Sizin için bostan tarlaları değil dokunmatik buzdolabı önemliyse, dokunmatik buzdolabınız olur.
Ama içi; bir demet olsun maydanozsuz...
Elbette pirinç bulamazsınız.
Ve pilav yersiniz:
Betonarme...
*
Doğa sadece dağ, orman, deniz, nehir, kuş gibi elle tutulan, gözle görülen varlıklardan oluşmaz.
Doğanın sistemi, felsefesi, hukuku vardır.
En bilinen yasasıdır doğanın:
Her aptallık bedelini öder...
(.......)
Şimdi pirinç yok...
Makarna yersin akılsız başım.
Makarna bittiğinde, bulgur tükendiğinde, patates kalmadığında... Biz de türlü yaparız:
Kontörlü... 
* Bekir Coşkun / Hürriyet


+++++


Vahit Erdem olayı
Doğru söyleyeni 9 köyden mi yoksa partisinden mi kovarlar, biraz beklersek göreceğiz. Önce “aldırış edecek bir şey yokmuş” gibi yapılır. “Arkadaşımız öyle düşünüyorsa, görüşlerine saygı duyarız” türünden hoşgörü içerikli laflar edilir. Muhtemelen AKP Kırıkkale Milletvekili Vahit Erdem için de öyle olacak.
Ama sahne gerisindeki gerçek hiç de öyle değildir. Hemen uygun bir iftira atılır. Örneğin, “Bakanlık bekliyordu. Kabineye almadınız diye söylüyor bunları” türü değerlendirmeler yapılır.
Ve sıra, uygun zamanı bekleyip doğru söyleyenin beline vurmaya gelir.
Bu arada “gelsin de görüşelim, bir de kendisini ben dinleyeyim” ler olur. Ama sonuç değişmez.
Tüm bunları Vahit Erdem’in Kırıkkale’de yayınlanan Kırıkkale Bayrak isimli gazeteye verdiği mülakata ait dünkü ve önceki günkü Hürriyet’te çıkan haberler nedeniyle yazıyoruz.
Verilen bilgiye göre Erdem, mensubu olduğu partinin genel kamuoyunda yarattığı, “Bu partinin bir dini parti olduğu ve irtica getireceği” yolundaki korkuya değinmiş. “Bu iktidarın, bazı çevrelere göre gizli gündemi var. Adım adım Türkiye’yi, fırsat buldukça irticaya götürecek gibi bir düşünce var. (...) AKP’ye karşı bir korku var. Bu korkuyu idare etmek gerekir ama edemedik” demiş.
Başka ilginç değerlendirmeler de yapmış. Örneğin, “Yüzde 47 ile AKP iktidara geldi. Aslında AKP’nin oy oranının ben o kadar olduğu kanaatinde değilim. (...) Keşke daha dengeli bir Meclis yapısı olsaydı. AKP 280-285 (sandalyeli) olsaydı. Diğer iki parti de onu dengeleyecek şekilde olsaydı. Belki Cumhurbaşkanı mutabakatla seçilmiş olurdu ve bugünkü yaşadığımız sıkıntılar olmazdı” demiş.
Bunlar ve “Türban konusunda yapılan Anayasa değişikliği yanlış olmuştur. Çünkü her karşılaştığınız sorunu Anayasa ile çözemezsiniz” şeklindeki sözleri, Başbakan ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın görüşleriyle taban tabana zıt.
Hele “AKP’nin liyakat yerine kadrolaşmaya” önem vermesine ilişkin eleştirisi Tayyip Erdoğan’ı çılgına çevirecek kadar açık ve doğru.
Bu durumda Vahit Erdem’e “haddinin bildirilmeyeceğini” beklemek için çok saf olmak gerek.
Bekleyip görelim.
Ama o kadar beklemeden de geçen dönem AKP Milletvekili olan -son seçime girmedi- Dr. Turhan Çömez’in başına gelenler, aklı olana yeterince işaret veriyor.
Biliyorsunuz AKP içinde, yolsuzluk yapanların üstüne bir tek Çömez gidiyor, özellikle de Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ı hedef alıyordu. Bu konuda çok uğraş verdi ama sonuç alamadı. Sonunda AKP’den ihraç edildi.
Sanmayınız ki Çömez tek örnektir. Yeri gelince ötekileri de yazarız.
 “İhraç” lideri rahatlatır ama hatalardan dönülmezse bu olay durmaz. Yeni Vahit Erdem’ler çıkar.
* Oktay Ekşi / Hürriyet


TRT’den ‘U’ dönüşü
İbrahim Tatlıses’in TRT’de yayınlanacak olan
“İbo Şov” programı, Genel Müdür
İbrahim Şahin tarafından durduruldu
İbrahim Tatlıses, şov programı için 2 ay önce TRT’yle görüşmeye başlamıştı. Prensipte anlaşan taraflar arasında yayın günü için pürüz çıkmıştı. Ancak bu pürüz de aşılmıştı. İbo Şov, futbol liginin bitmesiyle 18 Mayıs Pazar gecesi TRT 1’de canlı olarak ekrana gelecekti. Fakat sürpriz bir gelişme oldu ve TRT, İbo Şov’u askıya aldı. Bu kararın alınmasında İbrahim Tatlıses ile ilgili siyasi baskı ve medyada özellikle köşe yazılarındaki yoğun eleştirilerin etkisinin olduğu öğrenildi. TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin’in bu nedenle programın yayınını askıya aldığı ifade edildi. Tatlıses’le ilgili en sert eleştiriyi ise köşe yazarı Ahmet Hakan dile getirmişti. Hakan, Tatlıses’e ödenecek olan program başı 150 bin YTL’nin çok yüksek olduğunu belirterek “Sen TRT’sin. Fark yaratmalısın. Misyonuna sahip çıkmalısın. Agresif reyting yarışı sana yakışmaz” diye yazmıştı.
* Ateş Çelik / Vatan

 

 

GÜNÜN AÇIKLAMASI

* Vakit

Yazarın Diğer Yazıları