Kaçınılmaz görev ve şart

Haravgi Gazetesi, “meşru Kıbrıs Hükümeti” yalanını sürdüren ve “Kıbrıs’ın Cumhurbaşkanı” yalanı ile yola devam eden Rum Lideri Hristofyas’ın Komünist Partisinin resmi gazetesidir. Bu gazetede Oxford Üniversitesi eski tarih profesörü Ronaldos Kaçuonis bir açıklama yaparak  “Kendisi 12 yaşındayken Mağusa’da Rumların 32 Türkü bankalardan, dükkânlardan, yoldan alarak kapalı araçlara doldurup şehir dışına çıkararak kurşuna dizdiklerini” anlatmıştır. Kaçuonis “Rum polisi herşeyi biliyordu ancak hiçbir şey yapmadı; bu olayın çok sayıda şahidi vardı fakat her şeyi bilen Polis sustu; bu katliam tartışılmadı bile”  diyor. Polisin başında İçişleri Bakanı Yorgacis var. Yorgacis, Akritas planının yapımcısı ve kurulmuş olan silâhlı örgütün Başkanı. 32 kişiyi kaçırıp öldürenler Yorgacis’in örgütünden ve polisten. Polis bunlara dokunamaz ki. O günlerde (1964) Mağusa’nın kale içi mekii mücahitlerin koruması altındaydı. Silâhlı Rumların girmesi yasaktı. İçlerinde Rum Polis Komutanı Pantelides’in oğlunun da bulunduğu üç silâhlı Rum Liman yönünden Mağusa’ya dalıyor, “dur” emrini dinlemiyorlar ve vahim bir olay yaratmadan vurularak öldürülüyorlar. 32 sivil, silâhsız Türk, bu olaydan habersiz Rum tarafındaki işinde ve çarşıdadır. Öç almak için bunlar katlediliyor.
Politis gazetesinde de “1974’te üç Türk köyünün kadın-çocuk yakılması savaş suçu değil miydi? Peki biz hangi katliamcıyı yakaladık?” diyen bir yazı çıktı. Rum tarafında 1963-74  yıllarında ellerini masum insanların kanına bulamış bazı kişilerin bireysel itiraflarına rastlamaktayız. Ancak resmi beyanlar bu konuda sadece suskun olmakla kalmıyor Papadopullos gibi bir suçlu, İslâm dünyasına “1963-74 arasında tek bir Türk öldürülmedi” diyebiliyor.
Kıbrıs meselesinin kalıcı bir şekilde halli isteniyorsa, Rum liderliği (yani Hristofyas ve diğerleri) utanmamalı, bu meseleyi nasıl, niçin başlattıklarını ve Türklere yaptıklarını mertçe açıklamalıdırlar. 1974’de Türkiye Garantörlüğünün gereği olarak yardımımıza gelmemiş veya gelememiş olsaydı, daha neler yapacaklarından bahsetmeleri gerekmemektedir ancak yapılanları itiraf iyi niyet ve pişmanlık göstergesi olduğu kadar, bunların yeniden yapılmayacağının bir garantisi de olacaktır; böyle bir itiraf uzlaşmanın sağlam ve kalıcı temellere oturması için zaruridir ve kaçınılmaz bir görevdir. İyi niyet olsa, Rum liderliği çoktan bunu yapar ve zarar görmüş olan insanlarımızın tazminatlarını ödemek için harekete geçerdi. “Kıbrıs meselesi 1974’te başlayan ve işgalden kaynaklanan bir meseledir” yalanının arkasına saklanarak mağduru oynayıp Türkiye aleyhine tazminat davaları açmakla ne iyi niyet gösterilmiş olur ne de pişmanlık! Diğer yandan “biz size yaptıksa siz de işgal ile bize yaptınız” diyerek de bu işin içinden çıkılamaz. 1963’den 1974’e kadar Türklere yapılanlar savaş suçudur, soykırımı teşebbüsü ve uygulamasıdır. Türkiye’nin müdahalesi ise Uluslararası Antlaşmalarla elde edilmiş olan bir hakkın kullanılarak Kıbrıs’ın Yunanistan’a devrini ve Kıbrıs Türk halkının yok edilmesini önlemiş olan yasal bir müdahaledir. 1963’deki Yunan darbesinde darbeciler ile Makarios’çular arasındaki çatışmalarda yok ettikleri insanları Barış Harekâtının dosyasına kaydederek timsah gözyaşları dökmekle bir sonuca varılamayacağını da herkes artık anlamış olmalıdır. Rum idaresinin Rum halkına karşı da bir görevi ve sorumluluğu vardır, o da, darbecilerle Makarios’çular arasında ölenlerle kaybolanların hesabını Rum halkına ve tarihe vermektir. 15 Temmuz 1974 ile 20 Temmuz 1974 arasında birbirlerine yaptıklarının sorumluluğunu Türkiye’ye ve Türk askerine yüklemenin hiçbir anlamı veya yararı yoktur. Bu hile ve yalancılık sadece iyi niyet ve doğruluk yoksunluğunun kanıtıdır; geçmişten ders alınmadığını gösterir ve pişmanlık duygusunun var olmadığını belgeler. Bunların eksik olduğu ve yalanların devam ettiği bir ortamda  “görüşme yolu ile kalıcı ve adil bir anlaşmaya varmak” mümkün değildir.

Yazarın Diğer Yazıları