Kader, tedbir ve takdir...

Din anlayışında reforma "kader"den başlanmalıdır. "Allah'ın bütün olup bitenleri ezelî ilmiyle bilip kaydetmesi" demek olan kader maalesef yanlış anlaşılarak "kaderde ne varsa o olur.", "Kaderde yazılan başa gelir.", "Alın yazısı değişmez." gibi ifadelerle Müslümünlar rüzgâr önünde savrulan bir yaprak durumuna düşürülmüştür. Hatta "Tedbir takdiri bozmaz." denilerek insanlar âdetâ yan gelip yatmaya teşvik edilmiştir. Şu mısra şeyhülislâm Yahya Efendi'nindir:

"Tedbir ne mümkin boza takdir-i Hudâ'yı"

Oysa "kader"in, Allah'ın ilminin nâmütenâhîliğini göstermesi dışında, insanoğlunu/sosyal hayatı ilgilendiren bir yönü yoktur. Mehmet Akif'in dediği gibi bize düşen Allah'ın emirlerini yapmak, yasaklarından kaçınmaktır, kaderin ne olup olmadığını araştırmak değil:

"Kader nedir, sana düşmez o sırrı istiknâh//Senin vazifen itâat ne emrederse ilâh."

Mesele bu kadar basitse niye şimdiye kadar bu konu açıklığa kavuşturulmamıştır? Âlemin akıllısı sen misin? diyeceğinizi biliyorum. Açıklamaya çalışayım.

"Kader" inanç konusuna girdiği için ulemâ öncekilerin söylediklerine yeni bir şey eklemekten çekinmişlerdir. Eski metinlerde bu tereddüdün izlerini görmek mümkün. Şinasi bir beytinde şöyle der:

"Nakl ü kitâb mâil-i takdîr eder bizi,//Akl u hisâb kâil-i tedbîr eder bizi."

(Kader konusunda yazılıp söylenenler bizi "takdir"e yöneltir, aklımızsa "tedbir"in gerekliliğini söyler.)

Bu mânâda bir başka beyit de şöyledir:

"Etme tedbîrinde noksân gerçi takdîrindir iş,// Hüsn-i tedbîr eyle emrinde, Hudâ takdîr eder."

(İş takdirinse de tedbirde kusur etme. İşlerinde gerekli tedbiri alırsan Allah takdir eder.)

Diğer taraftan İslâm tarihinde "kader"in nasıl anlaşılması gerektiğini gösteren uygulamalar da var:

Hz. Ömer, Şam seferinde başkomutan Ebû Ubeyde'ye destek için yola çıkar. Kendisine Şam'da vebâ olduğu bilidirilince birtakım istişareler yaparak vebâ salgınının olduğu yere gitmenin uygun olmayacağı kanaatine varır ve geri dönülmesini emreder. Bunun üzerine Ebû Ubeyde: "Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun ya Ömer" diye sorar. Hz. Ömer'in bu soruya verdiği cevap şöyledir:

"Evet, Allah'ın kaderinden yine Allah'ın kaderine kaçıyoruz."

Görüldüğü gibi Hz. Ömer "Kaderde ne varsa o olur" deyip yoluna devam etmiyor. Yani "kader"e teslim olmak yerine "tedbir"e sarılıyor.

Aslında "kader"i daha basit bir ifade ile şöyle de açıklayabiliriz:

Allah kimin cennete kimin cehenneme gideceğini bilir. Levh-i mahfuzda (kader) bu yazılıdır. Lakin hiç kimse Allah bildiği için cennete yahut cehenneme gitmez. Cennete veya cehenneme kendi amellerimizle gireriz.

Kısacası; mümin "kader"e imanla mükelleftir. Bunun dışında kaderin insanı ilgilendiren başka bir yönü yoktur. Kişinin dünya ve âhiretini kendi amelleri/çalışması belirler. "Kaderde ne varsa o olur" tembelliğinden kurtulabildiğimiz ölçüde hakiki Müslüman olacağımızı unutmayalım.

Yazarın Diğer Yazıları