Kalkınmanın altyapısı hukuk ve demokrasidir

Küreselleşme sürecinde bütün Dünyada yoksul sayısı artınca, iktisat politikalarında aynen İkinci Dünya Savaşı sonrasında olduğu gibi, insanlık yeniden kalkınma politikalarına yöneldi. Ancak kalkınma ile demokrasi arasında yakın bir ilişki var; Demokrasinin olmadığı dikta rejimlerde kalkınma kriterleri de çalışmıyor. Kalkınmış ülkelerde halkın demokrasi talebi yüksektir. Öte yandan kalkınmış ülkeler aynı zamanda demokratik ülkelerdir.

Demokrasi denilince, Çin akla gelebilir… Ancak Çin, sınırlıda olsa sermayeye güven vermeyi başardı. Yine de kalkınmış bir ülke değil… Dahası Çin'in bundan sonrası ne olur? Belirsizdir.

Kalkınma için, büyümeden daha önemli olan sosyal göstergelerdir. Çağımızda artık kalkınma kriterleri içine demokrasiyi, insan haklarını, siyasi özgürlükleri de eklemek gerekir. Bu durumda kalkınmışlık göstergesi; büyüme, sosyal kriterler ve demokrasi kriterleri olarak üç kritere göre belirlenmelidir.

Türkiye'ye gelince; son yıllarda yoksulluk kısır döngüsüne yakalandık. 2007 yılından beridir de orta gelir tuzağındayız. Bu şartlarda  kalkınmamız demokrasiye  ve    hukukun  üstünlüğüne  geri  dönmemiz  v e     yüzümüzü  Ortadoğu'dan yeniden batıya çevirmemiz ile ancak gerçekleşebilir.

Ayrıca kalkınmak istiyorsak; eğitim, hukuk, demokrasi ve devlette yeniden  kurumsal yapı kurmalıyız.

Eğitim, hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı, din ve inanç sistemi, demokrasiyi ve kalkınmayı doğrudan etkileyen kurumdur.

Bizde geçmişte ve şimdi eğitimin ideolojik amaçlı olması, demokrasi kültürünün gelişmesini engellemiştir. Siyasi İslam'da, eğitim sistemi ideolojik kalıplara sokulmuştur. Türkiye'de yaşanan imam hatip  olayı örneklerden birisidir. İdeolojik eğitim aynı zamanda, eğitime ayrılan kaynakların da etkinsiz kullanılmasına neden olmuştur.

Dünyada mevcut otokratik rejimler hukuk sistemini ve yargıyı kontrol etmek zorundadır. Hiçbir diktatör yargılanmak istemez. Buna karşılık tarihte hiçbir diktatörün yaptıkları yanına kâr kalmamıştır. Bunun içindir ki Venezuela'da olduğu gibi diktatörlerin koltuklarının  toplumsal maliyetleri çok yüksektir.

Dünyada demokrasi kültürünün gelişmesi, hukukun üstünlüğünü ve yargı bağımsızlığını da birlikte getirecektir.

Batı toplumları gibi gelişmiş ülkelerde din ve inancın siyasi alanda kullanılması, toplumda ters tepki yapar. İslam ülkelerine gelince; Siyasi İslam ve dinin siyasette kullanılması, din popülizmi her İslam ülkesinde sonuç vermiştir. Bunun nedeni bu ülkelerde düşük kalkınmışlık seviyesi, yetersiz eğitim ve halkın düşük kalan demokrasi talebidir. İslam'ın karakteri mevcut haliyle demokrasi ve laikliğe kapalıdır.

Bazı iktisatçılar kalkınmayı tamamıyla kurumların gelişmiş olmasına bağlıyorlar. Gerçekte ise  kurumların varlığını da başta din faktörü etkiler. Söz gelimi İslam'da şeriat düzeni kurumsallaşmaya izin vermez. Bunun için İslam ülkelerinin geri kalmış olması dini taassuptan dolayıdır.

Dinde reform, kutsal kitapların değiştirilmesi değil, bu kitapları çıkar amaçlı olarak kullananların, kiliselerin, siyasi İslam'ın çıkar amaçlı yorumlarını değiştirmektir. Hıristiyanlıkta reform hareketinde de İncil'in değil, kilisenin yanlışlarının düzeltilmesi istenmiştir.

Adına ister reform diyelim ister güncelleme diyelim, İslam'ı siyasi alandan kurtarıp çağdaş dünyaya uydurmak zorundayız.

Günümüzde düşünmemiz ve cevap vermemiz gereken soru şudur: Bütün dünya bazı diktatörler için mi çalışacak, yoksa insanlığın rahatı ve refahı için mi çalışacak?

 

Yazarın Diğer Yazıları