Kamuda çalışan kadrolu işsizler(!)

Kamuda çalışan kadrolu işsizler(!)

Dinledikçe, "Bir işi de doğru yapın arkadaş" demeden duramıyor insan;

Bir işi de doğru yapın.

Elinize yüzünüze bulaştırmayın.

Çifte standart karıştırmayın.

Adaletle davranın.

Vicdan, yazık ki göreceli hale geldi; onu geçtim de, akla uygun olsun. Mantığa uygun olsun bari.

*

Kamuda taşeron çalışırken "kadroya alınan" bir işçi anlatıyor; artık nasıl bir kadroya almaksa;

-Ben, Millî Eğitim Bakanlığı''na bağlı çalışıyorum. Yaz geldi. Okullar kapandı. İki aylığına işten çıkarıldım. Kamuda çalışan taşeron işçileri, taşeron şirketteki haklarıyla kadroya aldıkları için tıpkı taşeron şirket gibi devlet de yaz gelince işten çıkarıyor bizi. Bu sadece Millî Eğitim''e geçirilen işçiler için geçerli; bizimle aynı gün, aynı karar, aynı kanunla Tarım''a geçenler 12 ay çalışıyor, Sağlık''a geçenler, Maliye''ye geçenler; hepsi yıl boyu maaşlarını alıyor. Sadece biz Millî Eğitim çalışanları iki ay işsiz bırakılıyor. Halbuki, bizim Millî Eğitim''e en çok fayda sağlayacağımız dönem bu iki ay. Okulların bakımı, onarımı, temizliği; öğrenci varken yapılamayan veya yapılması eğitimi aksatan ne varsa, en rahat bu iki ayda yapabiliriz. Bu iki ayda, okullar her şeyiyle yeni eğitim yılına hazır hale getirilir. Öğrenciler de pırıl pırıl bir ortamda başlar yeni döneme. Bizi en çok çalışmamız gereken zamanda çalıştırmamak bizim zararımıza ama okulların da yararına değil ki! Aklımıza tek şey geliyor; acaba hükümet Millî Eğitim''de çalışan işçilerin, bütün diğer kamu işçilerinden ayrıldığının, böyle bir mağduriyet yaşandığının farkında değil mi? Haberdar olsa herhalde göz yummaz böyle bir ayrımcılığa!

*

İktidarın ayrımcılık karnesi yıldızlı pekiyilerle dolu olmadığından "haberdar olsa böyle olamazdı" diyemiyorum ama dinlediğim garabet uygulamadan sonra neden böyle ben de sorma ihtiyacı duydum doğrusu.

Siz bu işçileri her yıl iki ay "kadrolu işsizliğe" mahkûm ederek kaş mı yaptınız? Göz mü çıkardınız?

 

Görüş gününe bekleriz artık

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, bu haftaki grup toplantısında kürsüyü gazetecilere bıraktı.

Basın mensuplarının sosyal medya yasa tasarısına itiraz gerekçelerini anlatan Ankara Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin, gazetecileri bekleyen tek tehlikenin haber ve yorumlarına dönük sansür olmadığına, ilan sistemi üzerinden geliştirilen boğma telinin özellikle yerel ve bölgesel gazetelerin kapanmasına yol açabileceğine dikkat çekti.

Siyasilere, Anadolu''ya, seçim bölgelerine gittiklerinde, illerinde, ilçelerinde kapısını çalabilecekleri, çayını kahvesini içip, kamuoyuna mal olmasını istedikleri mesajları, meseleleri, mücadeleleri paylaşabilecekleri bir gazete bulamayacaklarını söyledi.

Aslında bir ihtimal daha var;

Gazeteci ziyaretlerini bundan sonra gazete bürolarında değil cezaevlerinde yaparlar!

Bir fincan kahveye 40 yıl hatır yazan kültürümüzün gereği olarak; bugüne kadar seslerini duyurmak için emeklerinden gani gani faydalandıkları meslektaşlarımıza artık çamaşır olur, kalem olur, kağıt olur taşır dururlar!

 

 

GÜNÜN SÖZÜ

----

Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile imhâ-yı hürriyet?

Çalış, idrâki kaldır, muktedirsen âdemiyetten!

Namık Kemal (Hürriyet Kasidesi)

 

 

MHP''liler gülmeyi sevmez mi?

++++++++++

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli''nin, "Küfür ve en seviyesiz espirilerin yer aldığı, şarlatanlıktan öte meziyeti olmayan sözde komedyenlerin rol aldığı diziler" diye, isim vermeden Cem Yılmaz''ı hedef alması, mizah anlayışına dair tartışma başlattı.

Halk TV''de, Seda Selek, Mehmet Tezkan ve Ozan Bingöl''ün Neden-Sonuç programında MHP Genel Başkanı''nın gülmek ve güldürmekten hoşlanmadığı hatta komediye nefret derecesinde mesafeli olduğu yolunda yorumlar yapıldı.

Ülkücünün mizahtan anlamamasına, ideolojik gerekçeler arandı ve dahi bulundu.

*

Gazeteciler de dahil bilen bilir, bilmeyenler için ise inanması çok güç olabilir ama öyle değil;

Bahçeli, her geçen gün daha da kalınlaşan ve açılması da aşılması da zorlaşan öfke perdesinin arkasında, hakkında varsayılanlarla uzaktan yakından alakasız şekilde gülmeyi de, güldürmeyi de seven biridir.

Hatta o kadar ki; henüz kapağı açılmadık espriler, fıkra ve anekdotlar mevzuunda Türk siyasetinin keşfedilmemiş membaı sayılabilir.

*

Velhasıl buradaki sorun "komedi" yahut "mizah" değil; hatta komedyen de değil…

Konu Türkiye''nin aynı yazarı-şairi okuma, aynı sanatçıyı alkışlama, aynı filmi, diziyi, oyunu izleme, aynı şarkıyı dinleme-söyleme ve dahi aynı espriye gülme kabiliyetini kaybetmiş olması; neşemizin bile karpuz gibi ikiye ayrılması.

Konu, o komedi-mizah ürününü sahiplenenlerin kümelendiği, kümelenmek durumunda bırakıldığı siyasi taraf; kronikleşen "karşı mahalle" algısı.

Konu, artık bu ülkede insanlara "ortada" olma hakkı tanınmaması; kimsenin yeri geldiğinde "iki tarafı" da eleştirecek ve aynı şekilde yeri geldiğinde "iki tarafı" da alkışlayabilecek bir akil alanın bulunmaması…

Yoksa, Cem Yılmaz aynı diziyi, aynı espri seviyesiyle, iktidarla barışık bir medya platformu için yapmış olsaydı; böyle hedef olmazdı.

"Makbul" varsayılan ekran, magazin, sahne figürleri tepeden tırnağa seviye abidesi mi sanki!

*

Seviyesizlik de mühim değil, translık da mühim değil, alkol de mühim değil, pudra şekeri de mühim değil, dekolte de mühim değil, pornografi de mühim değil; "biat" ettiği sürece yaşam tarzı da mühim değil; mühim olan tek şey kimin olduğu, kimin tarafında bulunduğu…

Yazarın Diğer Yazıları