Kantarın topuzu kaçtı
"Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın." Albert Camus.
Artık hepimiz hukukçu olduk; kimimiz avukat, kimimiz savcı, kimimiz yargıç!
Ülkede sorun ne ise hepimiz o sorunun uzmanı olarak çarşıda/pazarda, kahvede, kafelerde, restoranlarda, parklarda, bahçelerde, köyde, hülasa vatanın her noktasında hazır ve nazır olarak bekliyoruz (!)
78 kişinin öldüğü otelde belediye mi, bakanlık mı sorumlu? Öylesine bir tartışma ki, otel sahibinin sorumluluğunu hatırlayan olmuyor! Az kalsın Bolu Belediyesi bize ruhsat verecekti(!) demeye bile başladılar.
Sigara içen müşterilerine kıyak olsun diye kaç otelde duman dedektörü çalışır vaziyette?
Konu uzmanı kişileri dinlemek yerine, mevzuat ve kanunu eğip bükebilen karakterleri tercih ediyoruz! Maşallah okuduklarımızı anlamamızı değil, onların ne anladığını anlamamızı istiyorlar! Bunun için güçlerini kullanmaktan asla çekinmiyorlar.
Siyaset, seçilenlerin diğer seçime kadar milleti, vatanı emanet alıp doğru karar ve kaynaklar ile yönetmek, mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşam hakkına saygı göstermek olmalı. 2010 sonrası ülkemize baktığımızda yaşam hakkına saygı duyan siyaset anlayışı git gide ufuklara doğru yol alıp gözden kayboluyor!
Eğer hiçbir gücünüz yoksa o zaman işiniz ahiret gününe kalıyor! “Hakkımı helal etmiyorum” diye herkes yazıp/çizmeye, sessiz çığlıklar ile susmaya çalışıyor. Güçlü olanlar bunun keyfini çıkarıyor, kolay değil sıradan insanlara tutuklanma korkusu yaşatmak çok büyük emek istiyor!
Adalete kavuşmak için ölmek mi gerekiyor?
Bu tablo sadece bir sektörde ya da bir olayda değil, toplumun her alanında karşımıza çıkıyor.
Hiç kimse hukuktan kaynaklanan haklarını ifade ederek yaşam hakkına sahip olamıyor. En çarpıcı örneğini siyasette görüyoruz. Ülkenin önemli partilerinden birinin lideri Sayın Ümit Özdağ, partisinin politikaları çerçevesinde yaptığı faaliyetler nedeniyle önce gözaltına alınıyor, sonra tutuklanıyor! Artık sıradan vatandaş, eleştirisini dile getirdiğinde başına ne geleceğini düşünmek zorunda kalıyor. Bu durum, susan bir toplum yaratma amacı taşıyor.
Adalet için, ölmek ve ahirete ulaşmak mı gerekiyor! Geçmişte hiçbir siyasi dönemde böylesine bir susturma politikasıyla karşılaşmamıştık. Şimdi, iktidarın hiçbir sorunda sorumluluk almadığı, her şeyi algı yönetimiyle yönlendirdiği bir dönemde yaşıyoruz.
Yoksulluk başta olmak üzere, toplumun çaresizliği profesyonel bir biçimde yönetiliyor. O kadar ki, çaresizlik yönetildiğinde çare bulmaya gerek kalmıyor!
Bir hak varsa, bu hakkın doğduğu yerde değil de, bir bilinmezlikte aranması için yaşamak, bu hakka engel olanları kutsamak çok ilginç değil mi? Bu dünyadaki haklarımızı ahirette almaya çalışmak gibi bir teslimiyete mi Müslüman deniliyor?
Herkes hakkını alabilmek için, adalet için ölümü beklerse, zulüm; insanlık tarihinin ebed müddeti olmaz mı? Oysa bizim için ebed müddet vatandır.
Bir adili bulup asırlarca ona hasret etmek yerine, adaleti bir hayat tarzı haline getirip, herkes için istemek daha Müslümanca değil mi?
Değerli Yeniçağ okuyucuları hayatımızı bir nizam, bir ideal uğruna harcayıp, belirli yaşlara geldikten sonra; o ideallerimizin fiyatlandığını görmek, milletin geleceği için çok büyük bir tuzağa dönüştü.
Ve gün geçtikçe görüyoruz ki kantarın topuzu kaçtı/kaçıyor!
Uğruna bedeller ödenerek ürettiğimiz fikirlerin anlamını ve ruhunu kaybettiğinizde her düşünce bir cesede dönüşüyor!
Kimin, nerede niçin durduğunu bilmediği tesirini yitirmiş söz ve tavırlar, her geçen gün siyasete olan inancı tüketiyor. Siyasetçi de güce doğru savruluyor!
Adalet ahirete kalan bir hasreti ifade etmeye devam ediyor…
Vicdan Nakli Yaptırmak İstiyorum(!)
Kantarın topuzu kaçtı
Vatandaşlık ve Milliyetçilik
Milliyetçilikte kırmızı çizgi
DEM’lenmek nedir?
Terör ile Devlet Kurulur mu?
Ne, Nerede, Ne Zaman, Nasıl, Niçin, Kim?
“Ülkücü Hareket” ve Hakkı Öznur
Vizyonlarımızı tarihte gezdirirken
Kurtar bizi ……….(!)









