Kefeni Türk Bayrağı olan tek Türk

Kefeni Türk Bayrağı olan tek Türk

Araştırmacı Yazar Hüseyin Akbulut, Mehmet Akif Ersoy’un kefeninin Türk bayrağına sarılarak toprağa verilmesini kaleme aldı. İşte Akbulut’un kimselerin bilmediği Mehmet Akif Anısı

Hüseyin AKBULUT / Araştırmacı-Yazar/ Milli Düşünce Merkezi Yönt.Krl.Üyesi

Bundan tam 30 yıl önce, Ankara'da Danıştay binasının arkasında bulunan Elgün sokaktaki Aydınlar Ocağının bir Apartmandaki küçücük salonunda 27.12.1986 günü vefatının 50.yılında Mehmet Akif konulu bir konferans dinlemiştim.

Konferansa, istiklal marşımızın yüce şairi M.Akif ERSOY' u hasta yatağında alnından öpen, O'nu vefatında Türk Bayrağına sararak toprağa veren, benim de sağlığında tanışma şerefine eriştiğim Büyük Türkçü merhum Dr. Fethi TEVETOĞLU'ndan dinlediğim 2,5 saatlik Akif'le olan hatırlarından hepsini burada anlatmak mümkün olmadığından ancak Akif'in son günü onu toprağa verdikleri günü anlatmakla yetineceğim.

Büyük şair M.Akif'in yurda döndüğü 17 Haziran 1936 yılının Çarşamba günü O'nu Galata rıhtımında karşıladıkları bir beyaz vapurdan inerken adeta canlı bir cenaze gibiydi ifadesini kullanmışlardır. Akif yurda döndüğü günden ölümüne kadar 6 ay 10 gün yani 194 gün yaşamıştır.

27 Aralık 1936 Pazar akşamı saat 19:55 te yüce şairimiz vefat etmiş, çok sevdiği sevgili vatanından ve Edebiyat âleminden ayrılmıştı.

Şu serilmiş gölgene imrenmedeyim:

Ne saadet hani? Ondan bile mahrumum ben.

Daha bir müddet eminim ben bu hayatın yükünü

Dizlerim titreyerek çekmeğe mahkumum ben.

Çöz de Yarab, yükümün kör düğüm olmuş bağını

Bana çok görme bir avuç toprağını.

                                                M.Akif Ersoy

Vefat haberi alınır alınmaz sabahleyin Dr.Fethi bey, 11 Arkadaşıyla birlikte cenazeyi Mısır Apartmanından alarak Beyazıt camiine getirilmiş ve tüm fakültelere dağılarak büyük şairin ölümü haberi duyurulmak suretiyle 11 kişi gitmiş 10.000 kişiyle dönmüşler ve Akif'in cenazesi kılınan namazın ardından Beyazıt camiinden alınarak eller üzerinde Edirne kapı şehitliğine getirilmiş ve O'nu bir beyaz kefenle değil, vurgunu olduğu alsancağa sarılıp yolcu edilerek ve böylelikle Akif diğer fanilerden ayrılmıştır.

Merhum Dr.Fethi bey, Akif'i başucundan arkadaşı Maraşlı Abdullah ise ayak ucundan tutarak toprağa vermişlerdir. Akif Türk Bayrağına sarılı olarak toprağa verilen tek Türk vatan evladıdır.

Akif'in mezarı başında birkaç genç konuşma yapmış, Merhum Fethi Bey, şimdi de son konuşmayı asker oğlun yapacak diyerek görevlerini tamamlamışlardır.

Burada Akif'le ilgili bir belge açıklamak istiyorum. Sayı-420/Aralık/1986 tarihli Türk Dili dergisinde yayınlanan yine Merhum Büyük Türkçü Dr. Fethi Tevetoğlu'nun M. Akif'ten hatıralar isimli yazısında aynen şu satırlara yer verilmiştir.

İnkilap Tarihi Profesörü Merhum Yusuf Hikmet BAYUR'un (Büyük Atatürk'ün Cumhurbaşkanlığı eski Genel Sekreteri) 23 küçük sahife halinde kendi el yazısı ile yazılmış M. Akif'e ait değerli bir belgedir. Bu belge Türk Tarih Kurumundaki özel Yusuf Hikmet Bayur dosyasında bulunmaktadır.

Tarafımızdan incelenen ve istinsah edilen bu belge, Akif hakkındaki birçok söylenti, dedikodu ve olumsuz yakıştırmaları aydınlatıp ortadan kaldırdığı gibi, Büyük vatansever Akif'in 'Buraya vazife görmeğe geldim' dediği Ankara da Milli Mücadele saflarına katılmasından önce, İstanbul da başlamış çok değerli milli faaliyetlerini de ortaya koymaktadır.

Yusuf Hikmet Bayur'un: Şapka kanunu yüzünden yurttan ayrıldığının sanılması üzerine: "yok canım, öyle şey olur mu? Müslümanlık fes veya şapkayla mıdır sanki?" diye karşılık veren M.Akif'in, Bayur'un kendisini son ziyaretinde : "Din, İman, Ahlak, Hamiyyet hep burada varmış; orada bunların hiçbiri yok, yalnız perişanlık var!" dediği ve ayrıca Atatürk'le ilgili bazı hususlarda bu belgelerde belirtilmektedir ki, son derece ilginçtir.

Yusuf Hikmet Bayur'un Latin harfli el yazısı ile kaleme alınmış notlarından oluşan bu belgenin, Kayseri cezaevinde tutuklu bulunduğu sırada, 23 MART 1962 günü İstanbul'dan yazar ve araştırmacı Sayın Muhittin Nalbantoğlu'nun gönderdiği bir mektuba karşılık olarak hazırlandığı anlaşılmaktadır.

'Yusuf Hikmet BAYUR'un M.Akif' le ilgili hatıraları' aynen şöyledir:

'M. Akif ERSOY'u 1917 yılında Halkalı Ziraat Mektebinde tanıdım. Orada O Edebiyat, ben Fizik ve Meteoroloji okutuyorduk. Birbirimize çabuk ısındık. Bildiklerini çok iyi bilirdi. Derin düşünceli ve görüşlü idi. Fransızca konuşamaz ancak çok iyi anlardı ve kelimeleri tam anlamı ve en ince farklarıyla (nuance) bilir ve söylerdi. Birçok Fransız şairlerinin eserleri üzerinde bilgi ve isabetli takdir sahibidir. Müslüman Hint (şimdi Pakistanlı deriz) şairi Muhammed İkbali kendine yakın bulurdu.

Yusuf Hikmet BAYUR'un: Akif İstanbul'a döndüğünde çok hastaydı ve ölümünün yakın olduğu belliydi. Beyoğlunda Suriye Hanı'nda (doğrusu Mısır Apartmanı veya Hidiv palas olacak) bir dairede kalıyordu. O'nu o halde görünce çok müteessir oldum. O ise beni görünce çok sevindi. Şundan bundan konuşurken:'Eyileşince Ankara'ya geleceğim ve sende kalacağım' dedi.

Ben de: 'İstanbul'un havası seni tabii iyi eder ve Ankara'da beklerim' dedim. Ben, hiçbir siyasal ve dinsel konuya dokunmak istemedim. O kendiliğinden açtı: 'Din, İman, Ahlak Hamiyyet hep burada varmış; orada bunların hiçbiri yok, yalnız perişanlık var!' dedi ve Atatürk'ü çok övdü, büyüklüğü üzerinde durdu.

O sırada Ruşen Eşref, Atatürk'ün kendisinden Genel Sekreteri vasıtasıyla hatır sordurtmasını sağladı. O zaten bunu yapacaktı. Başka bir ziyaretimde Akif bundan son derece duygulandığını ve minnettar olduğunu söyledi. Bu, kendisiyle son görüşmem oldu.

 

Toprakta gezen gölgeme toprak                                                                

                                               çekilince,

Günler, şu heyulayı da ergeç

                                                silecektir.

Rahmetle anılmak, ebediyyet budur

                                                amma,

Sessiz yaşadım.. kim. Beni nerden

                                               bilecektir?

demişti. Büyük şair Akif ne unutulacak bir insan ne de O'nu unutacak bir nesil değiliz. Ruhu şad olsun