Kendi enflasyonumuza döndük

Ocak 2020 ayında, enflasyon oranları Tüketici Fiyatları Endeksinde (TÜFE) yüzde 1,35 ve Yurt İçi Üretici Fiyatları Endeksinde ise (ÜFE) yüzde 1,84 oranında arttı. Yıllık olarak TÜFE oranı  yüzde 12,5 ve ÜFE  oranı da  8,84 oldu.

2004 yılından itibaren yüzde 10 dolayında seyreden yıllık TÜFE oranları 2018 kur şoku ile artmış ve  geçen sene Ocak ayında da 20,35 olmuştu. Yıllık Yi-ÜFE oranı da 23,93 olmuştu.

2020 Ocak ayında enflasyon yeniden yüzde 12,5 seviyesine çıktığına göre, kur şokunu atlatmış oluyoruz. Ancak enflasyon yüzde 20'leri geçince yüzde 10 enflasyonu da doğal görmeye başladık. Zira Merkez Bankası yüzde 70 olasılıkla, 2020 yılı sonunda TÜFE oranını yüzde 6,2 ile yüzde 10,2 aralığında; orta noktası yüzde 8,2 olarak tahmin ediyor. Arada 4 puan fark var. Dünyada 2020 yılında beklenen ortalama enflasyon oranı bizim MB sapma aralığı kadar yanı yüzde 4 olarak tahmin ediliyor.

Aslında bu tahminin veya hedefin Türkçesi; ''Kırılganlık o kadar yüksek ki, 2020 de enflasyonda değişen bir şey olmayacak '' şeklindedir.

Doğrusuna bakarsak; enflasyon para politikası ile ancak yüzde 10 düzeyine iniyor. Yüzde 10 kronik enflasyon da yapısal sorunlardan ileri geliyor.

* Faktör verimliliğinin düşük olmasından,

* Kamu kaynaklarının etkinsiz kullanılmasından,

* Devlette kurumsal yapının bozulmasından,

* Piyasada oligopol yapılar olmasından, bankaların kartel oluşturmasından;

* Finans sektörü ile reel sektör arasındaki sektörel dengenin bozulmasından;

* Ve  son yıllarda güven ortamının kaybından ileri geliyor.

Öte yandan kur hareketleri de enflasyonu etkiliyor. Hükümet ve MB rekabetçi kurdan bahsediyorlar. Aslında kağıt üstünde rekabetçi kur var. Çünkü TÜFE bazlı reel kur endeksine göre TL halen yüzde 24 oranında daha düşüktür. Bu demektir ki ithalat pahalı, ihracat mallarımız diğer ülkelere göre daha ucuzdur. Bir dolar yerine 80 cente de satsak, kar ederiz.

Gel gör ki uygulamada gerçek böyle değildir. Zira bir dolarlık ihracat malı için 80 centlik girdi ithalatı yaptığımızı unutuyoruz. O zaman kur avantajımız yüzde 24 yerine, (20X 24=4.8) yüzde 4.8 demektir. Bu da bir işe yaramaz. Zaten dış ticaret açığının azalması da rekabetçi kurdan değil GSYH'da daralmadan, üretimin gerilemesinden ileri geldi. Büyüme düşük te olsa başlayınca da Kasımda yeniden terse döndü. 

Üretimde kullandığımız girdi ithalatında ise kur aleyhimize. TL'nin yüzde 24 düşük olması İthalatın daha pahalı olması demektir. Bu şartlarda üretim maliyetleri de artacaktır. Ocak 2020 aramalı fiyatları ortalamanın altında kaldı. Bunun nedeni 2019 ocak ayında ara mallarında fiyat artışı yüksek 32,36 olmasındandır.

Dahası ithalatın finansmanı pahalı ve maliyet unsuru olarak ortaya çıkıyor. Yine ithalat pahalı olduğu ve finansmanı zor olduğu için üretim optimal kapasiteye ulaşamıyor. Enflasyonu arz yanı ile etkiliyor.

Köprüler ve otoyolları da üretim maliyetlerini artıran bir unsur olarak devreye girdi. Bir kamyonun Edirne'den İzmir'e zorunlu geçişler için en az 500 lira ödüyor. Elbette nakliye giderleri de bir maliyet unsurudur.

Üretim maliyetleri firma üstünde kalırsa firma iflas eder, işçiye de geriye yansıtamazlar o zaman perakendeye yansıtacak ve TÜFE'de yüzde 10 bandında devam edecektir.

Ekonomi yönetimi ve Merkez Bankası yetkilileri bunları elbette biliyor. Elleri kolları bağlıdır. Çözüm izinleri yoktur. Zira yapısal çözümlerin siyasi maliyetleri vardır. O zaman da bunlar topu dolandırıyor ve iş sloganla ve algı yaratmakla sınırlı kalıyor.


dfs-004-001-005.jpg

Yazarın Diğer Yazıları