Kendi toprağında intihar!!!

11 Aralık 2020 günü Danimarka'da çok ilginç bir basın toplantısı vardı...

O gün Taastrup şehrindeki meyve ve sebze hali Copenhagen Markets yerleşkesi içerisinde kurulan Danimarka'nın en büyük "topraksız dikey tarım" girişimi Nordic Harvest, verdiği hasatların tanıtımını yaptı...

Anders Riemann tarafından kurulan ve yaklaşık 7 yıllık bir çalışmanın ardından marketlerde mahsullerini sergilemeye hazırlanan Nordic Harvest, 7 bin metrekarelik bir alan üzerinde kurulu 14 katlı "dikey tarlalar"da ürünlerini haşere ilacı kullanmadan ve normal tarıma göre yüzde 95 su tasarrufuyla yetiştiriyormuş...

Danimarka'da 14 katlı "dikey tarla" ile yılda 15 kez hasat yapılacakmış...

Ufacık Hollanda nasıl çiçekçilikle ayakta duruyorsa, belli ki ufacık Danimarka'da da tarım "dikey tarlalar"da yükselerek dev bir sanayiye dönüşecek...

42 bin kilometrekarede 17 milyon nüfusuyla Hollanda, 43 bin kilometrekarede 6 milyon nüfusuyla Danimarka ile karşılaştıracağımız ülke ise, 783 bin kilometrekaredeki 82 milyon nüfusuyla, bir dönem dünyayı bile doyurabilecekken, kısıtlı tarım nedeniyle "kendi kendine yeten 7 ülkeden biri" tanımlamasına sıkıştırılan Türkiye...

Nasıl ağlanacak bir haldir bu... Danimarka kısıtlı arazilerde "dikey tarla"lar oluşturulurken, Türkiye'nin verimli tarlalarına devasa "gökdelen"leri yerleştirenlerin utancını da yansıtıyor bu haber!..

Peki; yaklaşık 19 bin kilometrekare içinde, dünyanın en verimli tarım alanlarından Harran Ovası'nı da bünyesinde bulunduran Urfa'nın ancak iki katı yüzölçümleri olan Hollanda ve Danimarka tarımda böylesine devasa yükseliş içindeyken, Türkiye'nin giderek içler acısı hale gelen çöküşü nereye varacak?..

Herşey yabancı artık...

Yalnızca Harran ve Urfa ovaları değil; Karacabey Ovası, Konya Ovası, Hatay'daki Amik Ovası, Adana'daki Çukurova ve Trakya başta olmak üzere, Türkiye'nin dört bir yanında, her yıl 4 ürün alınabilecek kapasitedeki verimli arazileri ile bir dönem "tarım cenneti" olan Türkiye'de, toprakların kaderine terk edilmesi, çiftçilerin göçe zorlanması, üretimin durması ve ülkenin bir süre sonra belki de maydanoz bile yetiştiremeyeceği bir yıkım sürecine girmesi koca memleketi nereye götürecek acaba?..

Türkiye'nin tarım alanında üretimden uzaklaştırılması, ülkenin en küçük gıda maddesinde bile dışa bağımlı hale getirilmesi, sosyal bunalımların yaratacağı yıkımdan ve terörün yol açacağı tahribattan çok daha büyük felaketlere yolaçmaz mı?..

Kimse gaflete düşmesin... Çünkü tarımın çökeceği Türkiye gibi bir ülkede; üretim duracağı için istihdam azalacak, tarıma dayalı sanayi batacak, gıda malzemeleri fahiş fiyatlara yükselecek, bunların yol açacağı ekonomik sarsıntılar büyük sosyal felaketleri getirecek ve bununla birlikte zaten susuzluk ve açlık kıskacında olan dünyadaki yıkım en çok da Türkiye'yi vuracak...

Diyeceksiniz ki vurmamış mı zaten?.. Maalesef tarımdaki çöküşün de yol açtığı sosyo ekonomik yıkımın ayak sesleri yıllardır ağır biçimde duyuluyor...

Bu rezalet gidişatı görmek için terk edilmiş köyleri, boş tarlaları, hurdaya atılan traktörleri ve mahkemelerde çiftçilerin içine düştüğü icra dosyalarını görmeye gerek kalmıyor...

Türkiye'nin dört bir tarafına yayılmış marketlerin raflarına baktığınızda, memleketin tarım alanındaki ahval ve şerâitinin nasıl dışa bağımlı hale geldiği çok net biçimde gözler önüne seriliyor...

Marketlerdeki gıda ürünlerinin çok büyük bölümünün üzerinde artık "Made in Turkey" yazmıyor... Yabancı menşeli gıda maddeleri market raflarını esaret altına almış...

Mercimek Kanada'dan, nohut Meksika'dan, sarımsak Çin'den, ceviz Amerika'dan, barbunya Kanada'dan pirinç Rusya'dan geliyor artık...

Heyhat... İsimlerinde Anadolu'ya ve de şehirlerimizin adlarına dikkat çeken gıda markalarının çoğunun ambalajında bile yabancı menşeli ürünler pazarlanıyor...

Velhasıl, "Yerli malı Türk'ün malı- herkes onu kullanmalı" deyimi bile artık boş ve gülünç bir slogana dönüşüyor...

Kendi ayağına kurşun!..

Evet; Türkiye bir dönem dünyanın sayılı tarım cennetlerinden biriydi...

Ancak o kahredici çöküş durmuyor; 24 milyon hektar tarım alanının yüzde 8,3'ü (2 milyon hektarı) atıl durumda...

Onlarca baraja rağmen Türkiye'de tarım arazilerinin ancak yüzde 25'inde sulu tarım yapılabiliyor...

Danimarka'da apartmana benzeyen "dikey tarla"larda en az suyla ilaçsız tarımı yapılırken, her köşesi tarım alanı olan Türkiye'de çiftçi sayısı son 12 yılda yüzde 48 azalmış...

Ne yazık ki Anadolu'da tarım alanları da son 18 senede yüzde 12,3 azalmış, sebze bahçeleri ise aynı dönemde yüzde 15 küçülmüş...

Ajanslara yansıyan TÜİK verilerine göre; tarım sektöründe istihdam edilen kişi sayısı ise 2002'de 7 milyon 458 bin kişiyken, 2020 Şubat ayı itibariyle 4 milyon 157 bin kişiye gerilemiş...

Son 18 yılda yaklaşık 3.5 milyon insan sektörden çekilirken, tarım sektöründe istihdam edilen kişi sayısı yüzde 44 azalmış...

AKP iktidarının çiftçiye 2018 yılında vermesi gereken 37 milyar 29 milyonluk desteğin 22 milyar 540 milyon lirasını vermediği bir ülkenin kara tablosudur yukarıdaki manzara...

Türkiye'de tarım sektöründeki krize, üreticilerin ve tarıma dayalı sanayinin çöküşüne en çok dikkat çeken gazete olan Yeniçağ'ın son bir haftadaki manşetlerini de anımsatalım ki; memleketin üretimdeki erozyonunun en az terör ve sosya yıkımın tahribatı kadar tehlike çanları çaldığı anlaşılıversin;

"700 bin köylü tarımı bıraktı", "Tüccar hedef alındı, çiftçi vuruldu" ve "Çiftçiye darbe üstüne darbe!.."

Ne dersiniz; Danimarka gibi ülkeler küçücük "dikey tarla"larda devleşirken, bir verimli arazi cenneti olan Türkiye kendi toprağında intihar etmiyor mu?..

Yazarın Diğer Yazıları