Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Mustafa Hakan ÜNSER
Mustafa Hakan ÜNSER

Kıbrıs 82

İlk AB-Orta Asya zirvesi 4 Nisan 2025’te Özbekistan’ın Semerkant kentinde Avrupa Konseyi Başkanı António Costa, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen tarafından; Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan liderleriyle yapıldı. İki gün süren görüşmelerinden sonra Orta Asya ülkeleriyle yeni bir stratejik ortaklık kurduğu açıklandı.

Buna ilk denmesine rağmen pek çok açıdan ilk anlamı taşımıyordu. Almanya Şansölyesi Olaf Scholz, 15-17 Eylül 2024 tarihleri arasında Özbekistan ve Kazakistan’ı kapsayan bir resmi ziyaret gerçekleştirmiş, aynı zamanda Astana’da, Scholz ve Orta Asya'nın beş liderinin katılımıyla C5+1 formatında bir toplantı düzenlenmişti. Bu ziyarette Scholz her iki ülke ile onlarca anlaşma imzalamıştı.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron 1-2 Kasım 2023’te yani 3 Kasım’da Kazakistan’ın ev sahipliğinde gerçekleşecek Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) liderler zirvesinden hemen önce Kazakistan ve Özbekistan’ı ziyaret etmişti. Elbette bu ziyaretler tek taraflı olmuyor, mesela Kazakistan Cumhurbaşkanı Jomart Tokayev Kasım 2024 tarihinde Paris’te Macron ile görüştü. Fransa Kazakistan’a yaptığı 17 milyar dolarlık yatırımla ilk beş büyük yatırımcı arasında yer almıştır ve 9 ayda karşılıklı ticaret hacmi 2,5 milyar dolara ulaşmış durumdadır.

Türk cumhuriyetlerini ve TDT’yi suçlamadan önce ne oluyor biraz anlamaya çalışalım. AB-Orta Asya İşbirliği Zirvesi (Kendileri bu toplantıya “Central Asia” ismi verdikleri için Türkistan yerine bu terimi kullanıyorum.), AB’nin bahsi geçen ülkelerle yapmak istediği iş birliklerinin duyurulduğu bir bildirgeyle son buldu. Sonuç bildirgesine göre bu iş birlikleri ilk olarak ulaşım yani AB’nin “Global Gateway” planının bir parçası olan yollar, demiryolları, hava alanları, limanlar gibi alt yapıları kapsıyor. Daha sonra ise önce Almanya olmak üzere AB sanayisinin ihtiyacı olan nadir toprak elementlerinden ve nihayetinde enerjiden ve yeşil enerjiden; özellikle uranyum kaynaklarına sahip Kazakistan’da kurulacak nükleer enerji santralinden bahsediliyor. Güvenlik, demokrasi ve insan hakları bahisleri de atlanmamış. Tüm bu konulara ilave olarak bildirgede bir AB temsilcisi atanması kararı da alınmış.

Genel olarak bölge ülkelerinin bir fırsat olarak gördüğü bu stratejik ortaklık birçok konuda TDT’nin amaçlarıyla örtüşüyor ve birbirini tamamladığı bile söylenebilir. Coğrafi konumumuz dolayısıyla birçok fırsat barındıran bu girişimin bize olumlu yansımaları olabileceğini göz önünde bulundurmak lazım.

AB’nin kurduğu bu “Yeni Büyük Oyun*”a Rusya ve Çin nasıl bir hamleyle cevap verecek zamanla göreceğiz. Ancak bizim açımızdan ilk etkisini Kıbrıs konusunda gösterdi. Bildirinin 4. Maddesinde tarafların uluslararası ve bölgesel forumdaki tüm devletlerin egemenliği ve toprak bütünlüğüne saygı duyulacağı ve bu ilkeyi çiğneyecek adımlar atılmayacağı kararlılığı vurgulandı. BM Güvenlik Konseyi’nin 1983’te aldığı 541 ve 1984’te aldığı 550 sayılı kararlara güçlü bağlılıklarını teyit eden AB ve Orta Asya ülkeleri, aralarındaki ilişkinin gelişmesinin de bu ilkeye uyulmasına bağlı olduğunu kayda geçirdiler.

Türkiye ve KKTC kamuoyunda hayal kırıklığı yaratan bu atamalardan sonra bir tek Azerbaycan Cumhurbaşkanı KKTC ile ilişkileri moral vererek değerlendirdi. “Yeni Dünya Düzenine Doğru" başlıklı uluslararası forumda konuşan Aliyev, KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar'la temas halinde olduğunu söyledi. KKTC bayrağının TDT Zirvesi'nde Şuşa'da dalgalandığını anımsatan Aliyev, şu ifadeleri kullandı: "Biz her zaman kardeşlerimizin yanındayız. Bizim politikamız her zaman net olmuştur. Bu hususta başka bir gündemimiz yok. Biz sadece kardeşlerimizin devletlerini koruyabilmeleri için onlara nasıl yardımcı olabileceğimizi düşünüyoruz. Onlar bunu tarihsel olarak ve yaptıkları dolayısıyla hak ediyor. Annan Planı'na KKTC'nin "evet" dediğini, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin ise karşı çıktığını hatırlatarak, "Sonrasında ne oldu? Kıbrıs Rum Kesimi AB'ye üye kabul edildi. Bu adil mi? Bu çifte standartlara açık örnektir. KKTC'li kardeşlerimiz emin olsun ki, ülkelerinin bağımsız bir devlet olarak uluslararası toplum tarafından tanınması için her zaman yanlarında olacağız."

Cumhurbaşkanımız, TDT Aksakallar Konseyi başkanı, Dışişleri bakanımız ve genel olarak Cumhur İttifakı halen susuyorlar, basını da susturuyorlar. Sükût ikrardan gelir sözü belki en çok uluslararası ilişkiler konusunda geçerlidir. Haklı Kıbrıs davamızı iktidarları dönemlerindeki uygulamaları yüzünden geliştirememişlerdir ve Cumhur İttifakı her konuda olduğu gibi bu konuda da politika üretemez olmuştur. Maalesef bu yüzden Kıbrıs davasında da inisiyatif karşı tarafa veya taraflara geçmiştir. TDT çok değerli bir kuruluştur. Bu süreç TDT’yi ve Türk cumhuriyetleri ile olan kardeşliğimizi zedelemeden yönetilmelidir.

Bu gelişme üzücüdür ama bir son değildir. KKTC’de ve Türkiye’de insanların sokağa çıkıp referanduma gideriz, Kıbrıs 82. il olsun diye gösteriler yapmaması daha üzücüdür. Ancak bu tepkisizlik Cumhur İttifakının eseridir, TDT’nin değil. Diplomasi bir anlamda çözüm bulma sanatıdır, BM kararları 42 yıldır ortada duruyor, Türkiye kararlı durdukça 42 yıldır adada süren statüko bu gelişmeyle elbette değişmeyecektir.

AKP Türk milliyetçiliğini sistemin dışına attığı için sözde milliyetçiler tarafından kendisine peşkeş çekilen değerleri de batıya peşkeş çekmekten çekinmiyor. İktidarın Kıbrıs politikası da Orta Doğu politikası gibi endişe verici ve birbirine bağlı görünüyor.

*Tüm 19. yüzyıl boyunca dünyanın iki büyük gücü, Britanya İmparatorluğu ile Çarlık Rusya’sı arasında Orta Asya’da gizli bir savaş sürmüştü. Dev Asya kıtasındaki nüfuz alanlarını genişletmek ve ellerindekileri korumak amacıyla hareket eden iki imparatorluktan Rusya, bir yandan Kafkasya ve Orta Asya’daki topraklarını genişletirken, diğer yandan da Britanya İmparatorluğunun en büyük sömürgesi olan, “alt-kıta” Hindistan’a giden yollara ve geçitlere hâkim olma yarışında adım adım ilerlemeye çalışıyordu. Britanya ise Afganistan, Özbekistan, İran ve Kafkasya gibi pek çok coğrafyada Rusya’yı stratejik olarak “çevrelemeye” gayret ediyor; bölge, yerel hanların kalelerine varıncaya dek, iki tarafın temsilcileri arasında mücadeleye sahne oluyordu. Bu gizli savaşın aktörleri tarafından söz konusu mücadelenin adı “Büyük Oyun” olarak, ünlü yazar Rudyard Kipling’in Kim adlı romanında konulmuştur.

Yazarın Diğer Yazıları