Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Cahit Armağan DİLEK

Cahit Armağan DİLEK

Kıbrıs'ta nihai hedefsiz dış politika

Rum-Yunan ikilisinin Kıbrıs Cumhuriyetindeki işgalci yönetimlerinin Türk kimliğini silerek Kıbrıs'ı ikinci bir Girit yapma projeleri devam ediyor.

Geçen iki hafta içinde Kıbrıs'ta önemli gelişmeler oldu ancak Türkiye'nin gündeminde pek de yer almadı.

Belki de 45 yıl önce yapılan Barış Harekatı'yla çözüme ulaşmış adadaki durumu yasal açıdan Rum-Yunan ikilisi lehine çevirmeye yönelik müzakere sürecini temcit pilavı gibi sürekli masaya getiriyorlar. Burada da Türk tarafını müzakere tuzağına düşürmeyi başarmış gözüküyorlar.

Geçen iki haftada BM Kıbrıs özel temsilcisinin yeni bir müzakere süreci başlatmak üzere Kıbrıs'ta bir hafta kalıp her iki toplumun liderleriyle ayrı ayrı ve birlikte yaptığı görüşmelerden Rumların beklediği şekilde müzakerelere başlama kararı çıkmadı. Ama tamamen ortadan da kalkmadı.

Adadaki müzakere başlatma girişleri sonrasında Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun adaya gidip Türk yetkililerle görüşmesi ve yaptığı açıklamalar öne çıktı. Çavuşoğlu artık oyalamaya yönelik eskilerinin tekrarı bir müzakere sürecine girmeyeceklerini, çözüm odaklı sonuç alıcı müzakere istediklerini belirtti. Bunu söylerken de müzakerelerin siyasi eşitlik temelinde yapılması gerektiğini, bu olmazsa egemen eşitliğin devreye gireceğini ifade etti.

Rum tarafının kafasında Türkleri eşit görme gibi bir olgu olmadığı biliniyor. Dolayısıyla bu tür talepleri kabul etmeleri mümkün olmadı, olmayacak da.

Çünkü müzakerelerden kastları fiilen ihlal ettikleri 1960 Kıbrıs cumhuriyeti kuruluş anlaşmalarında Türk tarafına verilmiş olan yetki, hak ve sorumluklarının resmen vazgeçilmesini sağlamak.

Müzakereden istedikleri adada mutlak Rum egemenliğinin kabul edilmesi, Türklerin azınlık bile olamayacak bir konuma getirilmesi için Türk tarafının taviz vermesi, Rum planlarının (ENOSİS) kabul edilmesi.

Çavuşoğlu'nun açıklamaları KKTC ve Türkiye'de bazı kesimlerce tarihi çıkış, Rumların planlarını bozma şeklinde yorumlansa da ifade ediliş şekli ve açıklamanın bütününü bakıldığında Türkiye'nin kararsızlığını, hedefsizliğini, müzakerelerden vazgeçmediğinin işaretlerini taşıyor.

Çavuşoğlu'nun açıklamalarını dikkate değer yapan egemen eşitlik kavramını kullanmış olması. Çünkü egemen eşitlik kavramıyla iki devletli çözümden bahsediliyor. İki devletli çözümü müzakereler adı altında ele alınacak şekilde ifade etmek birbirinden bağımsız iki devletten ziyade bir konfederasyon çözümünü akıllara getiriyor. Bu haliyle de Rumlara sizden tamamen ayrılmak zor, sizinle az veya çok bir şekilde ortaklığımız olmalı mesajı verilmiş oluyor ki bu da Rumların kendilerini güçlü hissetmesine ve müzakerelere devama neden oluyor.

Ve siyasi eşitliği esas alan her türlü formülü müzakere ederiz demek karşı tarafta tavize açıklar algısı yaratmaktadır.

Ayrıca burada kritik konu şu: Müzakereler devam ettiği sürece mevcut fiili durum Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve Ege'de Rum-Yunan ikilisinin lehine.

Çünkü fiilen Ege'de işgal ettikleri adalarda devlet uygulaması yapıyorlar, Doğu Akdeniz'de MEB ilan etme ve doğal gaz çıkarma çıkarma işlemlerini tüm Kıbrıs adına yapmanın kendilerinin meşru hakları olduklarını iddia edip uluslararası arenaya çıkıyorlar.

Diyeceksiniz ki müzakere yapıyoruz ama haklarımızdan vazgeçmeyiz, geçmiyoruz da. Bakın Doğu Akdeniz'de iki araştırma gemimiz iki sondaj gemimiz Türk donanmasının eşliğinde Türk tarafının haklarını koruyor, varlık gösteriyor, araştırma ve sondaj yapıyor.

Doğru ama burada bir terslik var. Normalde dış politikanız askeri gücünüzle desteklenir. Ama Türkiye Doğu Akdeniz ve Kıbrıs'a yönelik bütüncül ve nihai hedefi olan bir dış politika belirleyemeden sahaya askeri gücünü koyuyor. Askeri gücünüz verilen görevi harfiyen yerine getirir, sahada kazanabilir ama bu askeri zafer/başarıyla elde edilenleri kalıcı anlaşmalara dökecek olan izleyeceğiniz politikanızdır. Askeri zaferiniz eğer hizmet edeceği bir nihai siyasi hedef varsa anlamlıdır. Aksi halde sahada geçici bir durum üstünlüğü yaratır ama sürdürülemez.

Nitekim Türkiye Doğu Akdeniz'deki bütün kıyıdaş ülkelerle adeta küstür, diplomatik ilişkileri yoktur. Rum-Yunan ikilisi ise bölgedeki ülkelerle (Filistin dahil) ikili üçlü ittifaklarla adeta bir ittifaklar zinciriyle Türkiye'yi ve KKTC'yi kuşatmıştır. Bu ittifaklar zinciri şimdi Basra Körfezine kadar uzatmıştır. Tam da bu süreçte bir Suudi Dışişleri Bakanının ilk defa GKRY'yi ziyaret etmesi, eş zamanlı olarak Mısır Savunma  Bakanının GKRY'de bulunması bunun işaretidir.

Rumların sözde MEB sahalarında ABD ve değişik Avrupalı şirketlere ihaleler vermesi, önümüzdeki günlerde bu şirketlerin çalışmalarında koruma sağlama maksadıyla askeri güçlerinin de bölgeye gelmesiyle sonuçlanacaktır. Dış politikanın askeri güçle desteklenmesini sözünü tekrar hatırlayın.

İşte bu nedenlerledir ki müzakere süreci Türkiye ve KKTC için tuzaktır. Türk tarafı egemen eşitlik kavramını utangaç şekilde ve müzakerelerin bir unsuru olarak değil artık müzakerelere girilmeyeceği, Kıbrıs'ta bağımsız bir Türk Cumhuriyetini kurma ve yaşatmayı nihai hedef yapmış bir temel dış politika olarak ifade etmelidir.

Unutmayın ki gideceği limanı bilmeyen yelkenliye hiçbir rüzgar yardım edemez.

 

Yazarın Diğer Yazıları