Kılıçdaroğlu'ndan önemli açıklamalar

Kılıçdaroğlu'ndan önemli açıklamalar
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Halk TV gazeteci Suat Toktaş’ın sorularını yanıtladı.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Halk TV gazeteci Suat Toktaş’ın gündeme dair sorularını yanıtladı.

Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarından satır başları şöyle:

Bayram aslında toplumun kaynaşması için, oturup düşünmesi için, bir arada olması için zorunlu bir unsur. Bazen milli bayramlar var, ulus olmanı bilinci içinde verdiğimiz mücadelelerin önemli tarihleri bayram olarak kutlanıyor. Dini bayramlarımız var. Özellikle Ramazan bayramı gibi bayramlarımız İslam dünyasının ülkelerinde kutlanıyor. Bayramlar, aile içerisindeki kavgaların sonlandırılmasının öncüsü oluyor. Türkiye’de bir dönem sıklıkla yaşanan kan davaları bayramda sonlandırıldı. Bayramları bu şekilde görmek gerekiyor.

"SİYASİ GÖRÜŞLERİMİZ FARKLI OLSA DA SONUÇTA BU TOPRAKLARIN İNSANLARIYIZ"

Bütün vatandaşlarımızın bayramını kutluyorum. Sevgiyi kendi iç dünyamızın parçası haline getirmeliyiz. Aile içinde bayramlaşma, çocuk olarak bayramlaşma. İlkokula başladığımda o dönemin bayramını çok hatırlamıyorum ama Bingöl’ün Genç ilçesindeki bayramlarda annemizin babamızın elini öperdik. Daha sonra arkadaşlarımızla buluşurduk. En güzel elbiselerimizi giyerdik, ailelerin evine gider ve şeker alırdık. Harçlıklarımızı da alırdık. Keyifli bir bayram hatırlıyorum. 4. Sınıfı Tunceli’de okudum. 5. sınıfı ise Bingöl’de okudum. Arkadaşlarım arasında belediye başkanları yapanlar oldu, milletvekilliği için çalışanlar oldu. O arkadaşlarımla her bayram konuşuruz. Siyasi görüşlerimiz farklı olsa da sonuçta bu toprakların insanlarıyız.

Yaz tatilleri olunca arkadaşlarımızın bir kısmı çalışıyordu. Ben de çalışmak istedim. Sonuçta babam bir memurdu ve düzenli geliri vardı. Arkadaşlarımızın bir kısmının babaları memur değildi ve çalışırlardı. Biz de çalışmaya öykündük. Mesela karpuz tarlasında çalıştım. Ağaç gölgesinde yemek yerdik öğlenleri. Biriket imalatında çalıştım. Dolayısıyla biz hepimiz tren yolcularını görmek için istasyona giderdik. İstasyonda bir dönem haşlanmış yumurta sattığım oldu. Hatta biraz renk sarı olsun diye soğan kabuğunda kaynatırdık. Elde ettiğimiz büyük gelirler yoktu tabi…

"ÇOCUKLUĞUMUZUN GEÇTİĞİ YERLERİ YENİDEN GÖRMEK SİYASETÇİ OLUNCA PEK MÜMKÜN OLMUYOR"

O yıllarda okumayı seviyordum. Okumaya Kerime Nadir’in romanları ile başladım. Bizi çok duygulandıran romanlardı. Daha sonra Kerime Nadir’in kitabı görünce, ilkokul öğretmenim Kemal bunları okuyorsun dedi. Gel ben sana bir kitap vereyim dedi. O zaman Yaşar Kemal’in İnce Mehmedi’ni verdi. Onu okudum. Daha sonra birkaç yabancı yazarın kitabını okudum. O zaman küçük bir yer tabii, şimdi daha büyüdü ama yine de bozulmadı. Eskiden oturduğumuz evler duruyor mu bilmiyorum. Aslında çocukluğumun geçtiği yerleri yeniden görmek isterim ama siyasetçi olunca pek mümkün olmuyor. Okul bana çok büyük gelirdi. Daha sonra siyasete atıldığında küçücük olduğunu gördüm. Erciş’teki okulumuzun bahçesi de büyüktü. Yıllar sonra kamuda genel müdür olunca okulumu ziyarete gittim. Öğretmenler karşıladı, okula kitaplar götürdüm. Daha sonra gittim, baktım bu okul benim okulum değil. Dediler ki, sizin okuduğunuz okul arka binada. Kazım Karabekir karargah olarak kullanmış burayı.

O yıllarda hatırladığım yine başarılı bir öğrenciydim. İstiklal Marşı’nın 10 kıtasını ezberlemiştim. Hangi gerekçe ile ezberlediğimi bilmiyorum ama şunu hatırlıyorum. Veli toplantısı vardı, babam da gelmişti. Öğretmenler beni çıkardı ve ben İstiklal Marşı’nı 10 kıtasını okudum. Daha sonra Tunceli’de ikili bir eğitim vardı. Munzur’un kenarındaydı. Orada da şu anımı hatırlıyorum. Dergi alacak paramız yoktu. Dergiler çok güzeldi ama çizgi romanlar ve karikatürler vardı. Bunları arkadaşlardan alırdık.

Rahmetli babam Genç’te görev yapardı. Orada gazete okurduk. Tabii gazeteler günlük gelmezdi. Haftalık olarak okuyabilirdik. Az insan gazetelerle buluşabilirdi o zaman. Malkoçoğlu’nu ve sinemaların tahlillerini dikkatle okuduk. Teksas, Tomris ve Zagor’u daha sonraları gördük. Genç gibi bir yerde böyle eserlerin satılması gibi bir durumda yoktu.

Yine benim hatırladığım, halk kitapları satan yerler vardı. Hz. Ali’nin Cenkleri, Haydar Kalesi, Kerem ile Aslı gibi kitaplar duvar kenarlarında satılırdı. O kitapları merakla izlerdim. Kitap okuma konusuna merakım vardı. Buna bir yönlendirilme de yoktu. Ben çok okurdum diye rahmetli annem kızardı. O yıllarda Genç’te elektrik yoktu. Elektrik çok sonradan geldi. Bildiğimiz normal, 14 numara, arkası aynalı gaz lambası vardı. Biz de bir köşede ödevlerimizi yapardık.

Annem kızmasın diye bazen gizli gizli kitap okurdum. Lambayı kısarak okurdum. Annemin en büyük merakı, gazete okumaktı. Okuması ve yazması yoktu. Bana, Kemal ne yazıyor diye sorardı. İnsanoğlunun aya ilk ayak bastığı zaman büyük haberler yapılmıştı.

Radyo vardı ama belli gün ve saatlerde açılırdı. Babam haber dinlerken açardı. Rahmetli annem, insanoğlunun aya gidişine hiç inanmadı. Orası Allah’un nurudur, oraya ayak basamaz derdi. Ölünceye kadar da inanmadı. Evlat olarak biz de bir şey söylemezdik tabii. Annem benim sırdaşımdı. Babam otoriterdi tabii, hiçbir çocuğunu kucağına almıyordu zaten. Dertlerimizi annemize anlatırdık. Abim ilk evlendiğinde, babamın yanında eşi ile konuşmazdı. Evlendim İstanbul’a geldim. Rahmetli annem ve babam bize geldi. Babamın yanında hanımla konuşamıyoruz. Anneme söyledim, hanımımla konuşması için babama izin vermesini söyledim. Onlar da izin verdi. Bizim ailede, babasının yanında eşi ile konuşan ilk kişi benim. Anneyi sırdaş olarak görüyorduk. Bir şikayetimiz olduğu zaman annemize iletirdik.

"ÇOCUKLARIN NASIL BÜYÜDÜĞÜNÜN FARKINDA BİLE VARMADIM"

Biz şimdi çocuklarımızı seviyoruz, taleplerimizi yerine getiriyoruz. Ataerkil toplumdan, çocukerkil bir topluma geldik. Ben çocuklarımla yeteri kadar ilgilenemedim. Gece yarılarına kadar çalışıyordum. SSK’da Bağ-Kur’da Maliye Bakanlığı’nda gece yarısına kadar çalışıyordum. Çocuklar hep hafta sonlarını beklerdi.

Şimdi büyüdüler tabii. Büyüdüklerini de şöyle anladım. Kızlar üniversiteye gidince, oğlumla kaldım ve çocukların büyüdüğünü şöyle anladım. Bir gün Kerem’e gel sinemaya gidelim dedim, o da bana baba, sen git ben arkadaşlarımla gideceğim dedi. O gün çocukların büyüdüğünü anladım. Çocukların nasıl büyüdüğünün farkında bile olamadım. Hayatın, meşgalelerin getirdiği şeyler vardı.

Ancak çocuklara olabildiğince iyi bir eğitim almaları için çaba gösterdik. Bu yönden içim rahat. Hepsi hayata tutundu, kimseye muhtaç değiller. Çocukluğuma dönersek. Düzenli geliri olmayan arkadaşlarım vardı. Bayram izci elbisesi almamız gerekti. O zaman babam, bütün çocuklarına izci elbisesi alamadı. Bayramlarda bana şiir okuturlardı. Münazaralarda görev alırdım. Elazığ’da Ticaret Lisesi’ne giderken tiyatroda görev aldım. Baba rolünde oldum. Ortaokulda bir piyes olmuştu, orada da görev aldım. Kurşuna dizilen bir genci oynadım. Sonra Ortaokuldan çok iyi bir derece ile mezun oldum.

Matematik dersine bir hoca geliyordu. Matematikte aldığım not 10 üzerinden 2’ydi, bir başka öğretmen gelince aldığım en düşük not 10 üzerinden 9 oldu. Öğretmen şaşırdı, yazılı sınavda gelip başımda duruyordu. Bana dedi ki Kemal niye bir önceki öğretmenin dersinde zayıf oluyordun, şimdi başarılısın diye sordu.

Anlatım konusunda eğer öğretmen yeteri kadar anlatamıyorsa sorunumuz var. Ancak her öğrenci bir şekli ile analiz eder, soru sorar. Herkesin farklı bir öğrenme biçimi var tabi. Sonra ben lisede mali cebir dersi vardı. Mali cebirde hiçbir problem yoktu. Sonraki yıllarda maliyeye gittim.

Ticaret lisesine gidişim de çok enterasan oldu. O zaman Bingöl’deyiz ve liseye gideceğiz ama ilçede lise yok. Tunceli’de liseye gitmemiz gerekiyor. Ben ve ağabeyin kayıt yapmaya gideceğiz. Babam, bir yakınına mektup yazdı ve çocukları göndereceğim dedi. Kayıtlar başladığında mektup göndermesini söyledi ama kayıtları başlamasına rağmen mektup gelmedi. Bunun üzerine abim sanat okuluna kayıt yaptırdı, ben de ticaret lisesine gitmek zorunda kaldım. O zaman lisenin ilk açılışıydı. 4 ve 5 oda vardı. Bir süre sonra rahmetli babam, benim kaydımı alıp götürmek istedi ama öğretmenler kaydımı vermek istemedi.

Biz üniversite sınavlarına giremiyorduk o zaman ticaret lisesi olarak. Biz ancak akademi sınavlarına girebiliyorduk. Öğretmenlik yüksekokulu vardı. Onun sınavına girebiliyorduk. Akademi sınavları için geldim, iki sınava girdim ve Eskişehir ile Ankara’yı kazandım. Önce Eskişehir’e daha sonra Ankara’ya kaydımı yaptırdım. Dedemler Ankara’daydı, 3 yıl onlarla kaldım daha sonra yurtta kaldım.

Üniversitede okuduğum için bize biraz daha ayrıcalıklı davranılırdı. Liselilerin erken gelmesi istenirdi. Rahmetli babam bize para gönderirdi. PTT’ye yatırır ve biz gider o parayı çekerdik. Böyle olunca benim aylık almam, genelde ayın 5 veya 6’sını bulurdu. 4 arkadaşım ile çok samimiydim. Bir Pazar günü hiçbirimizde para yok. Sabah kahvaltısı yapmadık, öğle yemeği yemedik ve bir arkadaşımız vardı, o mutlaka Elazığ’dan bir şeyler getirmiştir diye. Bahçelievler’den Cebeci’ye yürüyerek gittik. Mehmet Topçu, bulgur getirdiğini söyledi ve orada bize pilav yaptı. Hayatımda yediğim en güzel pilavlardan biri oldu. Mehmet’e de Turgut’a da selam göndermek istiyorum. 4 arkadaş da Maliye Bakanlığı’nda önemli sınavları kazandık. Ben hesap uzmanlığı kazandım o zaman. Turgut Atalay daha sonra Diyarbakır’da belediye başkanlığına aday oldu. Dolayısıyla her birimiz bir yerlerde görev aldık. Dördümüz de bilgi ve kitap okuma konusunda yarışırdık. En iyi kitabı biz okuyalım diye yarışırdık. Dolayısıyla öğrencilerin çok iyi imkanlarla yaşaması mümkün değil. Günlük harcamamanın 10 lirayı geçmemesi gerekiyordu. Kebapçıya giderdik bazen ve orada yemeğimizi yerdik.

Ortaokulda şiir yaptığımı hatırlıyorum. Yerel gazete vardı. Turan gazetesi. Oraya yazdığım şiirleri götürürdüm ve gazeteyi alırdım. Orada yazdığım şiirler vardı ve ben Çam ağacı için bir şiir yazdım.

Bizim okulumuz daha sonraki süreçte Gazi Üniversitesi’ne dönüştü. Sınıflarımız birinci sınıfta kalabalıktı ancak sonra sınıfa doğru daha kalabalıklaştı. Siyasi olaylar da dil ve tarih ile başladı, ben de katılırdım tabii.

Aradan yıllar geçti, hesap uzmanlığı yaptığım dönemde Niyazi Adalı kurul başkan yardımcılığı yapıyordu. O zaman dedi ki, Niyazi ben size gelmek istiyorum. Bana sordu dedi ki, sen hiç öğrenci olaylarında tutuklandın mı diye. Hayır ama yürüyüşlere katıldım dedi. Dedi ki, Gelirler Genel Müdürlüğü bir hesap uzmanı istiyor. Senin adını önereceğiz, ileride herhangi bir sorun çıkmazsa yapalım bunu dedi. Sonra beni önerdiler. Kemal Kılıçdaroğlu çalışkan ve yeterli birisi. Nereli diye sordular, Kemal Tuncelili diye tanıttı. O da dedi ki biz bunu generallere nasıl anlatacağız, Tunceli deyince generallerin gözü açılıyor. O zaman Cumartesi Ankara’da olmam gerektiğini söylediler. E

ve gittim, eşime söyledim. Gece trene bindik, sabah gittim odasına girdim Aykon Doğan’ın, yorgunsun dinlen gel dedi. Aykon üstadın bizim üzerimizde çok emeği var. Yönetici pozisyonunda olduğunuz zaman size evet diyen bir insanın size katacak çok şeyi yoktur. Bu benim hayatımda rehber edindiğim olaylardan biridir.

"O SINAV BENİM İÇİN DÖNÜM NOKTASIYDI"

Bir öğretmenim geldi ve dedi ki, Kemal sen üniversiteye gitmeyeceksen söyle. Bürokrasi sınavları zordu. Bu sınavı kazanmam lazım dedim. Tabii iyi bir hazırlık gerekiyor. Çünkü hangi soruların çıkacağını bilmiyorsun. Ben oturdum, üniversite son sınıfta okutulan kitapları okudum. Hazırlığımı iyi yaptım ve hesap uzmanlığı sınavına girdim.

O zaman Maliye Bakanlığı Ulustaydı, gittim baktım ve sınavı kazanmışım. Çok zor bir sınavdı. Binlerce kişiden 13 kişi kazanmıştı ve onlardan biri de bendim. Ulus’tan Saraçoğlu Mahallesi’ndeki milli kütüphanesine kadar koşarak gittim, arkadaşlarıma söyledim. Benim için çok önemliydi. Daha sonra Türkiye’nin her tarafında görev alabilir diye bir rapor lazımdı. Ben ve 11 arkadaş kütüphanede bekliyorduk. Esmer birisi girdi ve Kemal bey dedi Ben de şaşırdım. Yılmaz Özbaldı tabii, onunla gittim. O zaman sakallıyım, üstüm de müsait değil. Bana kravat takmamı söylediler.

"KUL HAKKI YEMEMEYİ ÖĞRENDİK"

Bende bir panik oldu. Acaba 3 yılda hesap uzmanlığı ile ilgili şeyleri öğrenebilecek miyim diye heyecana kapılmıştım. Üstad, Kemal Bey siz bunların hepsini öğreneceksiniz dedi. Yeterlilik sınavını kazandık ve daha sonra işe başladık. Maliye Müfettişliği Osmanlı’dan kalan bir yapı tabii. Bu üç kurul Türkiye’de kapatıldı. Burada her siyasi görüşten arkadaşımız vardı ama biz öyle bir terbiye ile yetiştirildik ki, kul hakkı yememeyi, tarafsız olmayı, adil olmayı öğrendik. Niyazi Adalı ve Yılmaz Özbalcı ile Karaköy’deki orta ölçekli bir firmanın incelemesini aldık. Raporları götürdük verdik, üstad aldı ve soğuk kanlı şekilde okudu.

Beyler dedi, tutanak ve rapor güzel dedi. Bu mükellefin kaç lira beyan ettiğine baktığınız mı? Bakın dedi, bu mükellef şu kadar gelir beyan etmişti. Size kaç lira fark buldunuz? 500 lira… 10 bin lira kazanan mükellef, 500 lira kaçırmaz dedi. Çağırın ve bu kişi o parayı ödesin, teşekkür edin gönderin dedi. Mükellef tabii geldiğinde biraz korku vardı. Kendisine anlattık ve burada bir yanlışlık olduğunu söyledik. Mükellef mutlu ayrıldı biz de altın yumurtlayan tavuğu kesmemiş olduk.

Erhan Mener’in Bürokratlar adlı kitabı var. Keşke benim de zamanım olsa da kitap yazsam. Anılarımı yazmayı düşünüyorum ama fırsat olsun istiyorum. Siyasi anılar ayrı, gençlik ve çocukluk yılları ayrı şekilde anılarımı yazmayı düşünüyorum. O dönem, her partinin ayrı düşündükleri var. Sağlıklı bir dönemde siz artısı ve eksisi ile anlattıktan sonra halk karar verilir. 15 Temmuz’dan sonra Saray’a davet edildik. Çok sayıda vatandaşımız hayatını kaybetmişti. Dolayısıyla sayın Erdoğan siyasetçilerle görüştü. Bana da söz geldi. Orada devletteki liyakat sisteminin önemini anlattım.

Ben daire başkanıyken, bakanlar ve başbakanlar ile tartışırdım dedim. Binali bey dedi ki siyasiler karar verir. Eğer siyaset kurumu yanlış karar verir, biz de hatırlatmamışsak, siyasetçiler bize dönüp söyleyebilirdi. Tansu Çiller, Bülent Ecevit, Turgut Özal hepsi ile çalıştık, derdimizi anlatabilirdik. Rahmetli Özal, Demirel ekonomiden anlıyordu.

"SİYASETE GİRME FİKRİM YOKTU"

İşin uzmanı olan bürokrat, siyasetçiye tüm ayrıntıları anlatır. Örneğin vergi kanunlarında şöyle düşünüyoruz derdik, eksisi şunlar, artısı şunlar. Bir vergi kanunu geçecekse, iktidar ve muhalefet vekillerine ayrı ayrı brifing verirdik. Bürokrasideyken aklıma siyaset fikri yoktu. Siyasetçi olma merakım yoktu. Genel müdürken belli çevrelerin ısrarı üzerine siyasete girmem söylendi ancak o dönem olmadı.

Ayrıldıktan sonra, Vatandaşın Vergisini Koruma Derneği’nin başkanı oldu. O zaman Türkiye’de yolsuzluk çok ciddiydi. CHP için bir teklif geldi, rapor hazırlar mısın dediler. Bülent Tanla bana raporu sunmamı söyledi. Orada raporu sundum ve göğsünüze CHP rozeti takar mısın diye sordular hayır dedim, çünkü ben partili değilim. Bir gün Deniz bey aradı ve bizimle çalışır mısınız dediler. Daha sonra kaydımı yaptırdım ve MYK üyesi olarak göreve başladım. Tepe noktası olarak görev yaptığım genel müdürlüklerde çok sayıda bakanla çalıştım. Çalıştığım bütün Bakanlar, benim görüşlerimi sunmama izin verdiler tabii. Bazen kalabalık gruplar görüşürdü ve siyasete ortak görüş beyan ederdik.

Tepe noktası olarak görev yaptığım genel müdürlüklerde çok sayıda bakanla çalıştım. Çalıştığım bütün Bakanlar, benim görüşlerimi sunmama izin verdiler tabii. Bazen kalabalık gruplar görüşürdü ve siyasete ortak görüş beyan ederdik. Siyasette asıl iş, ekiptedir. Tabii kişiler de önemli ama bir olayın birden fazla cephesi, etki alanı olabilir. Olaya tek boyutlu bakarsanız kaybederseniz, tek boyutlu bakmamak için o işin taraflarını dinlemek zorunda kalırsınız. Sanayi odaları, meslek kuruluşları, bunlarla oturup konuşmanız gerekir. Buralarla oturulup konuşulurdu. Olaylara bu çerçeve ile bakılırdı. Ben söyledim oldu diye bir şey yok. Fenerbahçeliyim ben, eşim de Galatasaraylıydı.

Siyasette oyunu şöyle kurarım. Siyaset kurumu, etik değerleri önceliğidir. Siyaset yapıyorsanız dinlemek gerekiyor. Artı sorunu bütün boyutları ile ortaya koyup koyulmadığına bakmak gerekir. Çiftçiler ile ilgili bir karar alırsınız, tüccarı ilgilendirir. Alışveriş merkezleri ile ilgili bir karar alırsınız, toplumun diğer kesimlerini ilgilendirir. Olay, takım oyunudur. Kişilerle ilgili değil.

Siyasette oyunu şöyle kurarım. Siyaset kurumu, etik değerleri önceliğidir. Siyaset yapıyorsanız dinlemek gerekiyor. Artı sorunu bütün boyutları ile ortaya koyup koyulmadığına bakmak gerekir. Çiftçiler ile ilgili bir karar alırsınız, tüccarı ilgilendirir. Alışveriş merkezleri ile ilgili bir karar alırsınız, toplumun diğer kesimlerini ilgilendirir. Olay, takım oyunudur. Kişilerle ilgili değil. Yetkiyi halktan alırsınız ve daha sonra yine siyaset kurumu devreye girer.

Siyaset kurumu devlet olmaya gelmez. Devletin ahlaki kurumlarla yönetilmesi lazım. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın anlayışının uygulanması gerekiyor. Oğlum siyaset bilimi okudu. Güney Kore’de doktora yaptı. Siyaseti yakından izliyor zaten ama sıcak siyasete ilgisi yok. Çocuklarımın da ilgisi yok. Seçimden seçime gidip oy kullanıyor. Eşim ile evde tabii ki konuşuyoruz. Zaman zaman eleştirilerde bulunuyor. Oda diyelim ki CHP’nin kadın kolları ile bir araya geliyor. Eşim çok ağırlıklı olarak siyasetin içinde değil ama ilgi alanında tabii. Bir yurttaş ile parti lideri eşi arasında bir yerdi.

Şöyle demokraside siyasetçi sakin kalmalı.

"TARİHE HEP MERAKIM OLDU"

Bürokrasiye girdiğimde hesap uzmanı olarak göreve başladık. Bir gün Allah rahmet eylesin Nusret Kesler diye bir üstat vardı. Odamıza girdi ve elinde kurşun kalem ile girdi. Bürokraside gördüğüm alışkanlıklardan birisi de bir kâğıdın arkası boş ise onu kullanmaya devam ettim. Çünkü böyle bir gelenek ve alışkanlığımız var. Bu alışkanlığı ben, daire başkanlığında, genel müdürlükte sürdürdüm. Siyasette de uyguladım. Tasarruf yapalım, ben bunun olması gerektiğine inanıyorum.

Tatlı olarak sütlacı seviyorum. Eşim sütlaç yaptığında bir ara, bunu bıçakla kesmemiz lazım demişti.

Ama yemek yapma alışkanlığım olsaydı seve seve yapardım ama illa ki yapmam demiyorum.

Tarihe hep merakım vardı. İslam tarihi ve yerel tarihe ilgim oldu. Cumhuriyet tarihini de okurum. Tarihin şöyle bir avantajı var. Gelecek ile ilgili bir şey söylüyorsanız, geçmişi de bilmeniz lazım. Tabii ben ilahiyatçı değilim ama hepimizin bir inancı var. İnançlarımızın kurallarını görmek ve bilmek gerekiyor tabiii. Peygamberimizin hayatını, daha sonraki süreci bilmemiz gerekiyor. Bizim bir konuda düşünce ifade ederken, sağlıkla bir zemine oturtmak için gerekli olan okumalarımızı yapıyoruz.

Ben karamsar biri değilim. Bunun nedeni ise yetişmiş insan gücümüz olması. Bizde genç nüfus var. Bu insanların geleceğe yönelik umutları var. Zaman zaman olumsuz tablolar ile karşılarız. Yargıda, medyada, devlet yapısında ama bunları aşacak bilgimiz ve kapasitemiz var. Şu anda işini kaybedenler var, gelirini kaybedenler var. Bu acıları biliyorum ama bütün vatandaşlarımızın bayramlarını kutlarken umutsuz olmamaları gerektiğini söylüyorum. Umudu yeniden büyütebiliriz. Dolayısıyla bu bayramı da umut İçinde ve güzellikle geçirelim.

Pandemi nedeniyle bu bayramı evlerde geçiyoruz. Herkesi etkileyen bir durum var. Biz, bu süreçte bir sosyal devleti keşfetmeliyiz. Sosyal devletin ne kadar önemli bir kavram olduğunu keşfetmeliyiz. Her vatandaşın sorununu, çözebilecek bir güçte bir organ olduğunun ortaya çıkması gerekiyor. Biz de buna insanın mutluluğunu odağına alan devlet diyoruz.

Günlük yaşam içerisinde doğayı çok tahrip ettik, gölleri kuruttuk, evlerimize çekildik ve evde yaşamanın ne kadar zor olduğunu gördük. Doğada yaşayan diğer insanların ne kadar değerli olduğunu keşfettik aslında. Vatandaşımız sosyal devleti ve doğayı kimin savunduğuna bakması gerekiyor. Diğer canlıları yaşatmamız gerekiyor ki biz de yaşatalım.