Siyaset bazen verilen fotoğraflarla değil, fotoğraf karesine girmemeyi tercih edenlerle anlaşılır. Cumhurbaşkanlığı resepsiyonu da bu gerçeği bir kez daha hatırlattı. Erdoğan’ın DEM Parti ve eski Millet İttifakı bileşenleriyle verdiği sıcak kareler hızla servis edilirken, kamuoyunun ilgisi yine İYİ Parti’ye yöneldi.
İYİ Parti’nin resepsiyona katılması, “iktidarla yakınlaştı” yorumlarına konu olurken, aynı karelerde yer alan diğer partiler nedense bu kadar tartışılmadı. Oysa mesele sadece bir resepsiyona katılmaktan ibaret değil. Asıl mesele, siyasi tutarlılığın ne anlama geldiğini hatırlamakta.
İYİ Parti, 31 Mart seçimleri öncesinde “kent uzlaşısı” teklifini reddettiğinde de benzer şekilde eleştirilmişti. “Muhalefeti böldü”, “Erdoğan’a çalıştı” denmişti. Ancak İYİ Parti’nin bu tavrını eleştirenler, aynı dönemde CHP’nin DEM Parti ile kurduğu örtük iş birliğini neden sorgulamadı?
Kent uzlaşısını reddeden bir partiyi “yalnızlaştırmak”, muhalefet içindeki sorumluluğu gerçekten doğru yere mi yöneltiyor?
CHP bu kez resepsiyona katılmayarak bir “protesto” kararı aldı. Parti yönetimi, “bu fotoğrafın içinde olmayacağız” diyerek bir sınır çizdi. Ancak şu soru ister istemez akla geliyor:
Bu sınır ilk kez mi çiziliyor, yoksa geçmişteki ittifak tercihlerinin gölgesinde mi beliriyor?
Hatırlayalım: 2023 seçimlerinde CHP listelerinden Meclis’e giren kimi isimler bugün DEM Parti’nin fiilî siyasetinde aktif rol oynuyor. CHP, “birlikte mücadele” adı altında Meclis’e taşıdığı bu isimlerin bugün geldiği noktayı sorguladı mı?
Bir yandan resepsiyonu protesto ederken, diğer yandan o listelerle inşa edilen ortaklığın sonuçlarıyla yüzleşmemek, seçmenin gözünde inandırıcı bir tutum oluşturabilir mi?
Ve asıl kritik nokta: DEM Parti’nin bugünkü siyaset tarzı, gerçekten muhalefetin bir parçası mı?
Son dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan’la aynı karede görünmekten çekinmeyen, Meclis temaslarında daha yumuşak bir dil kullanan DEM yöneticileri, hangi politik hatta yer alıyor?
Özellikle Erdoğan’ın ABD ziyareti sonrasında DEM’in uluslararası çevrelerde “yeni denge unsuru” olarak pazarlanması, bu tabloya farklı bir anlam kazandırmıyor mu?
Eğer ABD’de Erdoğan’a bir “meşruiyet zemini” verildiyse, DEM bu zeminin en önemli taşlarından biri hâline gelmiyor mu?
Peki o zaman soru şu:
Bir resepsiyona katılıp katılmamak mı siyasetteki ilkeselliği gösterir, yoksa bu tür gizli mutabakatlarla konum belirleyen partilerin tutumu mu?
İYİ Parti’nin katılımı tartışma yaratıyor ama DEM’in Erdoğan’la kurduğu yumuşak temas neden bu kadar sessizlikle geçiştiriliyor?
Geçen ay Meclis’te çözüm süreci benzeri bir komisyonun kurulması tartışıldığında, DEM Parti bu çağrıya olumlu yaklaşmış, “barış diline dönmek gerekir” demişti.
Ama aynı günlerde İYİ Parti, bu tür adımların “devleti zaafa uğratabileceğini” savunarak komisyonda yer almayı reddetti.
Sonra ne oldu?
CHP, “müzakere fikrine açık” olduğunu söyleyerek DEM’in çizgisine yaklaşırken, İYİ Parti devletin sınırını koruduğu için “sert” bulundu.
Bugün aynı İYİ Parti, sadece bir resepsiyona katıldığı için “iktidarla aynı karede” olmakla suçlanıyor.
Oysa asıl benzer kareler çok daha önce, CHP ile DEM arasında verilmedi mi?
Sorular çoğalıyor:
Gerçekten kim kiminle yan yana duruyor?
DEM Parti, 2019’daki yerel seçimlerde İstanbul ve Ankara’da dolaylı destek vererek “demokrasi bloku”nun parçası olmuştu.
Ancak 2023’te aynı blok, kendi iç tartışmalarında DEM’in varlığını sorgulamaktan bile çekindi.
Bugün geldiğimiz noktada, DEM’in Meclis’teki söylemi ve dış temasları, Erdoğan’ın siyaset tarzına meşruiyet sağlayan bir çizgiye evrilmiş durumda.
Peki o zaman, bu yeni denklemin gerçek mağduru kim?
Bir resepsiyonda “devlet davetine icabet eden” İYİ Parti mi, yoksa muhalefet içindeki en temel güven duygusunu zedeleyen DEM mi?
Bir de şu var: CHP’nin resepsiyonu protesto etmesi, sembolik bir anlam taşıyor olabilir.
Ama sembollerle siyaset yapmak, eğer geçmişteki ittifakların hesabı verilmeden yapılırsa, seçmen nezdinde inandırıcı olur mu?
CHP’nin bu protestosu, 2023’te DEM’le birlikte yürüttüğü politik hattın üstünü örtebilir mi?
Bir kareye girmemek, o karenin dışında kalmayı gerçekten garanti eder mi?
İYİ Parti’ye yöneltilen eleştirilerin çoğu, aslında bu soruların üzerini örtüyor.
Oysa asıl çelişki, muhalefet cephesinde “kim gerçekten muhalif?” sorusuna verilen çelişkili cevaplarda yatıyor.
DEM’in iktidarla kurduğu temaslar, CHP’nin bu ilişkilere göz yumması, sonra da “resepsiyon boykotu” ile sorumluluğu üzerinden atmaya çalışması…
Tüm bunlar, İYİ Parti’yi hedefe koyan yorumların ne kadar yüzeyde kaldığını göstermiyor mu?
Bugün Türkiye siyaseti bir kez daha fotoğraflarla tartışıyor.
Ama belki de asıl fotoğraf, hiç verilmemiş o karelerde saklı:
Bir resepsiyona katılmamakla “muhalefet olunur” mu, yoksa gerçek muhalefet, ilkesel çizgiyi her şartta koruyabilmek mi?
Bir partinin “iktidar yanına geçtiği” izlenimini yaratmak kolaydır; zor olan, kimlerin sessizce yeni denklemler kurduğunu fark edebilmektir.
Ve en sonunda şu soru kalıyor geriye:
Gerçekten güvenilmez olan kim — resepsiyonda göründüğü için eleştirilen mi, yoksa her kritik dönemeçte müttefikini yarı yolda bırakan mı?
------
Sandık Bu Soruları Cevaplar mı?
------
Belki de bu soruların hiçbirine siyaset sahnesi değil, sandık cevap verecek.
Çünkü seçmen artık sadece “kimin kiminle yan yana durduğuna” değil, neden durduğuna bakıyor.
Fotoğraflar, protestolar, açıklamalar gelip geçici olabilir; ama güven duygusu bir kez zedelendiğinde onu hiçbir sembolik duruş onaramaz.
Yaklaşan dönemde, seçmen belki de ilk kez partilerin “kiminle aynı karede” göründüğüne değil, “kimlerin o kareyi kurguladığına” bakacak.
Ve o zaman, bugünkü tartışmaların fotoğrafı değil, hafızası kalacak geriye.