Kıraathanelerden kahvehanelere oradan da Cafe'ye...

Kendi değerlerimizi olduğu gibi, toplumsal, geleneksel örf ve âdetlerimizi, kurumlarımızı bol keseden harcayan, unutan bir toplum  olduk. Son zamanlarda ortaya “cafeler” (kafeler) çıktı... “ Cafe’nin, yabancı kelime olmasını bir yana bırakın, bu mekânların - ” kahvehanelerimizin “ yerini almasıdır asıl garip olan... Hele ” Türk “ kahvesini ve ” kahvehaneleri “ Batı’ya veren Türkler olunca!
Bildiğim kadar, ” aşçı dükkânlarını “ da Batı’ya Türkler vermiştir. Orada - İtalya’da, isimleri ” lokanta “ sonra da Restaurant” ve kebapçılar “Gril” olmuş. Bizde de “Aşçı” dükkânı, çok az kalmış. “Lokanta” adı yayılmış, yerleşmiş ama son zamanlarda hepsi de “Restorant” olmuş! Çok şükür ki, “Kebapçı - Ocak Başı” hala bizim ve bunlar Almanya’ya bizden gitti!   
Bu arada, gene dünyada meşhur olan “cruasane” çöreklerinin de Viyana kuşatmasında “hilalimizden” mülhem olduğunu, “Türk kahvesinin” de bu yoldan Avrupa’ya yayıldığını, “hamamı” yıkanmayı, Avrupalılara bizim öğrettiğimizi de unuttuk! İsveçlilerin adeta yemeği olan “lahana sarmasını” tarihte bir süre “misafirimiz” olan İsveç Kralı “Demirbaş Şarl” ve maiyeti ülkelerine götürmüşler.
Okuma yerleri
Kahvehanelere, eskiden “kıraathane” yani “okuma evleri” denirdi. İnsanlar bu mekânlarda gazete, dergi vb. okur, günün haberleri, politika üzerinde hasbıhal ederken kahve, çay içerler... Sonraları “kıraat -okuma” kalktı, sadece “kahve haneler” kaldı.
Meserret Kıraathanesi
Bab-ı Âli, basının merkezi iken, Sirkeci’de “Meserret Kıraathanesi” vardı... İstanbul’da Adliye, Bozkurt Kıraathaneleri, İzmir’de ve diğer şehirlerde de benzer “Kıraathaneler” vardı.
Meserret Kıraathanesi ve oteli ünlü idi; Yakup Cemil ve arkadaşları 1913’de “Bab-ı Ali baskınını burada planlamışlar.
Sonraları, biz gazeteciler - muhabirler, akşamları bu kıraathaneye gider, haber alışverişi yapar ara sıra biri birimize oyunlar oynar, toy stajyerlere asparagas haberler ”       yuttururduk...
Evet, basının - medya olmadan önceki merkezi Bab-ı Ali - Cağaloğlu idi. Köhne binalarda çalışırdık ve “kırk kişi” biribirimizi tanırdık... Artık biribirimizi tanımıyoruz, gökdelenlerde kayboluyoruz. Eski günlerde “Meserret Kıraathanesi’nde” simit ve çaya talim ederdik ama basının bir raconu - onuru vardı!
Mahalle kahveleri
“Kıraathanelerin” yerini, mahalle “kahveleri” aldı. Bunların müdavimleri vardı. Eskiden bu kahvelere pijama ile gelenler de olurdu. Müdavimler, tesadüfen- gelenlere bir tuhaf bakarlardı. Şimdilerde, burada gazete filan okunmuyor ama bazen sonu kavgaya dönüşen politika sohbetleri yapılıyor ve “sağcıların - solcuların” şimdi de, “Atatürkçülerle” diğerlerinin kahvehaneleri ayrı. Kahvehane işletenler müşterilerinin, kaç kahve, kaç çay içtiklerini vb, bir kara tahtaya tebeşirle çizgi atarak kaydeder sonra da buna göre hafta veya ay sonlarında hesap çıkarırlardı. Hala öyle mi bilmiyorum!
Derler ki: Bazı kahveciler, bazen karatahtalarına ilaveden bir çizgi çeker “içseydi kerata” derlermiş...


KİŞİSEL
KİŞİsel sorunlarımı köşeme taşımak âdetim değildir. Ancak, benim ve ailem hakkında bazı internet sitelerinde yazılanlar aldırmazken bir genç bana sıkılarak: “Siz milliyetçisiniz ama bazı sitelerde sizin mason ve Sabatayist, dönme olduğunuz iddiası var” deyince sabrım tükendi. Masonmuşum çünkü sakalım mason sakalıymış. Sabatayistmişim, çünkü “Sabatayist arkadaşlarım” varmış!
Kayıtlara - google ve “alırlarsa” diğer sitelere geçsin ve okuyucularım rahatlatsın diye elimdeki kapı gibi “şeceremi ” özetleyim:
Ana tarafım Özbek -Buhara Emiri’nin çocukları. Hülagu’dan kaçıp, Anadolu’ya gelmişler. Önce Kütahya’da Halveti tekkesi kurmuşlar, sonra da Mevlevi olmuşlar ve İstanbul’da, şimdi restore edilen Yenikapı Mevlevihanesini kurmuşlar. Cetlerimin akrabalarımın mezarları orada.
Anamın Babası “Acara” Müslüman Gürcü. Babamın anası Kafkasya’dan, Adapazarı’na, Adliye Köyüne göçmüş Abhaz. Babası da Rodoslu Evladı Fatihandan! Şimdi alsınlar, bunları da sitelerine koysunlar!


ÖZDEYİŞ
Politikacılar, patatese benzerler;
en iyiler toprağın altındadır

Winston Churchıll

Yazarın Diğer Yazıları