Kırmızı çizgilerimiz?

Cumhurbaşkanı Sayın Talat’ın son Ankara ziyareti MGK’nın toplantı gününe denk düştü. İyi de oldu. Yapılan açıklamalardan  “Türk tarafının (yani TC ile KKTC’nin) bir ekip olarak hareket ettikleri” vurgulandı.
 MGK’dan çıkan kararda şunlar var:  “Kıbrıs’ta 21 Mart 2008 tarihinde başlayan yeni süreç ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Bu çerçevede, Türkiye’nin Kıbrıs’ta adil ve kalıcı bir çözüme ulaşılması çabalarını içtenlikle desteklediği, çözümün Adadaki gerçekler temelinde iki ayrı halkın ve iki demokrasinin varlığına dayanacağı, iki kesimliliğin, iki tarafın siyasi eşitliğinin, iki kurucu devletin eşit statüsünün ve yeni ortaklık devleti parametrelerinin korunmasının esas olduğu, Garanti ve İttifak Antlaşmalarının yürürlükte kalacağı vurgulanmıştır.”
Biz bu açıklamayla Cumhurbaşkanı Sayın Talat’ın eski dostu Hristofyas’ın kırmızı çizgilerine mertçe “Hayır” diyebileceği ortamın yaratılmış olduğu sonucuna varıyoruz.
Bu ortamın Annan Planı’na “evet” dendiği  günlerdeki ortam ile uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Annan Planı halkımıza “adil ve kalıcı”  bir anlaşma olarak yutturulmuştu. O günkü referandum Kıbrıs Türk halkının  “adil ve kalıcı”  bir anlaşma istediğini göstermiş, sonuçta aldatıldığını kanıtlamıştı. Şimdi MGK ve Sayın Talat  “adil ve kalıcı”  bir anlaşmanın parametrelerini açıklamış oluyorlar. “Adadaki gerçekler”  ve bu gerçeklerin İKİ HALK ve İKİ DEMOKRASİYİ içerdiği vurgulanmaktadır. İki kesimliliğin ve iki kurucu devletin eşitliklerinin de ayrıca vurgulanmış olması ne kadar da açıklığa muhtaç ise de yukarıda da altını çizdiğim gibi bunlar en üst makamların yaptıkları açıklamaların ışığında değerlendirildiğinde  “iki devletin ortaklığı öngörülmektedir”  sonucuna varmak mümkündür. Halkımızın büyük bir çoğunluğu bunu böyle değerlendirmekte ve  “Garantiler devam edecektir” kararı nedeniyle büyük huzur duymaktadır. Bütün mesele “dünyaya şirin görünmek”  veya  “bir adım önde olmak”  gibi düşüncelerle bu  “adil ve kalıcı”  temelden taviz vermemektedir. Bu nedenle, KKTC’nin yaşatılmasını öngören ve doğuşu için kan ve can vermiş olan kitlelerin yaptıkları ve yapacakları açıklamalar görüşmeci Cumhurbaşkanına güç vermeli, onu üzmemelidir. Rum tarafında Hristofyas’ın arkasında Milli Konsey ve Rum Ortodoks Kilisesi vardır. Kıbrıs Türklerinin arkasında Anavatanı Türkiye vardır. Haklıyız ve devletimizi korumakta, Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki haklarından taviz vermemekte kararlıyız görüntüsünü bozacak, sulandıracak demeçlerden, hafifliklerden kaçınmalıyız.
AB’nin eski Komisyon Başkanlarından Chris Patten  “politik realiteleri görmezlikten gelerek karmaşık sorunları çözümleme çabaları hiçbir yerde başarılı olamaz”  demiştir.  Bunun en belirgin örneklerinden biri Filistin meselesi ise, diğeri de Kıbrıs meselesidir. Bu mesele 45 yıldır halledilememişse  “plan üreticilerin” meseleye teşhis koymaktan kaçınmaları ve realitelere göz yummaktaki ısrarlarıdır. Kıbrıs’ta İKİ HALK varken TEK HALK görmek, İki demokrasi varken Rum’un demokrasisine bakarak Kıbrıs’a hâl çaresi aramak; bir ortaklığın niçin ve kimler tarafından yıkıldığına bakmaksızın suçlu tarafı “meşru hükümet” ilân etmek Patten’in akıl ve mantıkla bağdaşan sözlerine ters düşmek ve haksızlık yapmak anlamına gelir.
Bütün temennimiz Komitelerde çalışan arkadaşlarımızın devletlerini yaşatma yükümlülüğü altında olduklarını bilerek çalışmaları  ve yıktıkları, toplu mezarlara gömdükleri Kıbrıs Cumhuriyetinin devamı olduklarını savunan sahtekârlar karşısında kendilerini zayıf görmemeleridir. Sayın Talat Ankara temaslarından sonra herhalde, KKTC’yi yaşatmak ve yüceltmek andının kutsiyetini  ve Türkiye’nin güvenliği açısından da omuzlamış olduğu sorumluluğu çok daha iyi değerlendirmiş olmalıdır.

Yazarın Diğer Yazıları