Kitabın geleceği...

Millet olarak kitaba gereken değeri veren bir toplum olduğumuzu söyleyemeyiz. Yapılan istatistikler ortada... Yılda kişi başına düşen kitap sayısı bakımından dünya ortalamalarının çok altındayız. Söz gelimi Japonya’da kişi başına düşen kitap sayısı yılda 25 iken Türkiye’de 12 bin kişiye yılda sadece 1 kitap düşüyor. Bu vahim duruma bilgisayar, internet ve elektronik kitaplar gibi teknolojik âletler eklenince bizde kitabın geleceği hakkındaki kuşkular biraz daha artıyor.
Aslında elektronik medya sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada kitabın geleceğini tehdit etmektedir. Oysa bugün ulaşmış olduğumuz bu teknolojik gelişmeleri kitaba borçluyuz. Yani kitaptan kitaba aktarılan bilgiler sayesinde gelindi bu noktalara... Dolayısıyla, eli kalem tutan herkes kitabın geleceği hakkında kafa yormalıdır. Bu, en azından kitaba karşı ödenmesi gereken bir vefa borcudur, diye düşünüyorum.
Bana sorarsanız kitaplar iki çeşittir:
1- Sözlük ve ansiklopediler gibi müracaat eserleri. Bunların elektronik ortamlara aktarılarak istifadeye sunulmasında pek mahzur görmüyorum.
2- Fikir ve sanat eserleri... Bunlar baştan sona, önemli gördüğümüz satırların altını çizerek hatta zaman zaman kendi düşüncelerimizi de kenarlara ekleyerek okumamız gereken kitaplardır. Bu yüzden onları elektronik ortamlardan okumak “okuma” dan beklenen neticeyi hiçbir zaman vermez. Çünkü bu tür eserler öncelikle üslup kazanma amacıyla okunur. Tabir caizse onlar ezip suyu içilecek cinsten eserlerdir. Takdir edersiniz ki elektronik kitaplarda bu söylediklerimin uygulanması mümkün değildir. Bence, analitik düşünce ve sanat kaygısı var oldukça söz konusu eserler hayatiyetini sürdürecektir.
Diğer taraftan şunu da belirtelim ki Umberto Eco’nun dediği gibi “Kültür tarihinde bir şeyin diğerini yok ettiği görülmemiştir. Daha çok yeni buluşlar, eskisini büyük oranda değiştirmiştir.” Ancak, hiçbir zaman yeni icatlar eskisinin yerini tutmamıştır. Diğer bir ifade ile fotoğraf, resim sanatının; sinema da tiyatronun zevkini veremez. Binaenaleyh, -erişim ve muhafaza kolaylıklarına rağmen- elektronik kitaplar da klasik kitapların tadını asla vermeyecektir.
İzniniz olursa bu noktada bir hatıramı naklederek konuyu tamamlamak istiyorum: Öğrencilik yıllarımda idi. Torosların eteğindeki köyümüzden şehre gitmek üzere aşağıya şoseye inmiştim. Odun kamyonları filan gelirse kazaya gidecektim. Baktım bir cip geliyor. El kaldırdım, durdu. Cipte şoför dâhil üç kişi vardı. Öğrenci olduğumu, kazaya gitmek istediğimi söyledim. İçlerinden birisi delikanlı dedi, biz ikimiz mühendisiz, bu ağabey de şoförümüz. Dün İstanbul’dan geldik. Ermenek’e satılan bir traktörde fabrika hatası bir arıza çıkmış, onun raporunu tuttuk, gidiyoruz. Mut’a kadar seni seve seve götürürüz. Yalnız senden bir ricamız var. Vaktin varsa, beraber şu dağa tırmanalım. Orada bir saat temiz hava almak istiyoruz. Bize arkadaşlık eder misin? Hay hay dedim. Beraber dağa tırmandık, yeşillikler arasında dolaştık. O mühendislerden birisinin şu sözünü hiç unutmuyorum: “Ben bu temiz havada bir ay yaşasam, hiç ölmem.”
Diyeceğim o ki bizim iyimser tahminler tutmaz ve elektronik medya, kitabın pabucunu dama atarsa, bir gün gelecek -yukarıda bahsi geçen mühendisin temiz havaya ve yeşilliğe duyduğu özlem misali- insanlar da kitap hasretiyle kütüphanelere koşarak kitapları koklayıp iç geçirecekler. Bundan şüpheniz olmasın... 

Yazarın Diğer Yazıları