Köşe yazarları bugün ne yazdı (27 Mart 2016)

Köşe yazarları bugün ne yazdı (27 Mart 2016)
Köşe yazarlarının bugünkü gündeminde ağırlıklı olarak Ortadoğu'daki gelişmeler ve Türk siyasetindeki tartışmalar var.

Vatan Gazetesi’nden Güngör Mengi bugünkü köşe yazısında Türkiye eğer diğer Ortadoğu ülkeleri gibi fanatik terör örgütleri çıkarmadıysa bunun en temel nedeni Atatürk’ün bize bıraktığı miras olduğunu ifade etti. İşte Mengi’nin o yazısı.


Atatürk’ün bize bıraktığı miras! / Güngör Mengi / Vatan

Seküler düşünce…
 
Belçika’da havaalanı ve metroda yapılan IŞİD saldırısı Brüksel’in “Türk mahallesi” olarak adlandırılan Scharbeck mahallesinde planlanmış.
 
Belçika Kraliyet Askeri Akademisi’nden cihatçı ağlar uzmanı Didier Leroy ülkedeki istihbaratın “şiddet eylemlerine katılabileceklerin çoğunun Faslı olduğunu” söylüyor.
 
Türk ve Faslılar arasında ciddi farklılıklar olduğunu, Türklerin de “Sünni Müslüman” olmasına ve Scharbeck’te nüfusun yarısı Türk, yarısı Faslı olmasına rağmen Türklerin “IŞİD’e katılma ve şiddet eyleminde bulunma” eğiliminin çok az olduğunu açıklıyor.
 
“Türklerin radikalleşmeme sebebi” ise iki nedene bağlanmış; 1- Atatürk’ün bıraktığı seküler mirasın hala etkisini sürdürmesi.
 
2- Belçika’daki camiler Diyanet tarafından işletildiği ve kontrol edildiği için camilerde din üzerinden yanlış görüşler ve eylemlerin yayılmaması. (Aynı görüşü Belçika Türk Birliği’nden Aydın Malkoç da bildirmiş.)
 
Alınacak ders!
 
Bu sonuçtan Türkiye’nin de alacağı ders vardır. Atatürk’ün mirası olarak adlandırılan seküler düşünce, bizde bazılarının “dinsizlik veya ateizm” olarak saptırmasıyla tamamen ilgisiz olarak;  “dini kişi ve kurumların devlet işlerine, devletin de din işlerine karışmaması” demektir.
 
Türkiye’deki tanımıyla laiklik “kişilerin din ve inançlarında özgür olması, devletin veya kişilerin bu yönde kimseye baskı yapmaması, belli bir din ve inancın devlet alanına taşınmaması” anlamındadır.
 
Bu anlayışı benimseyen toplumlarda “din ve mezhep çatışmaları” çıkması, din üzerinden yaratılan şiddete destek verilmesi çok zordur.
Belli ki Belçika’da yaşayan Türkler de bu görüşlerin etkisinde oldukları için din istismarlarına kapılmamayı başarıyorlar.
 
Mezhep savaşları yaşayan Ortadoğu’daki Müslüman ülkelerin vatandaşlarından aynı nedenle “eksikliğin laik rejim olduğunu” vurguları duyuluyor.
 
O nedenle laik rejimi kötülemek ve esnetmek yerine onun gerçek anlamını ve önemini anlatmak çok daha doğrudur.
 
Din eğitimi ve camilerin “Diyanet kontrolünde” olmasının önemi ise sanıyorum Belçika örneğiyle yeterince anlaşıldı.
 
Unutmayalım ki ancak gerçekleri gören ülkeler varlığını korumayı başarabilir!

***
Melih Aşık, Milliyet gazetesindeki köşesinde Can Dündar ve Erdem Gül’ün mahkeme sürecini siyasi baskılar çerçevesinde değerlendirdi. Mahkemenin 1 Nisan’da karar vermesi durumunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan etkilenebileceğini vurguladı.


Melih Aşık / Milliyet


Emekli Yargıtay Başkanı Sami Selçuk’un “Kendini Tüketen Hukukun Dramı’ adlı kitabında herkes için yararlı hukuk dersleri yer alıyor.
Yargının gerçekten bağımsız, güvenceli ve yansız olmasını içtenlikle istiyorsak, hangi uluslararası kurallara uymak zorundayız?
Sami Selçuk bu soruya yanıt verirken şu maddeleri sayıyor:
1. Siyasal otorite, yargının yönetimine hiç karışmamalıdır. 
2. Siyasal otorite, yargısal bir kararı eleştirmekten kaçınmalıdır.
3. Yargıçların atanmaları, yükselmeleri, yer değiştirmeleri, denetlenmeleri, yürütme erkinden kesinkes ayrı olmalıdır.
4. Yargıcın işine son verilmesi, siyasal erke yasaklanmalıdır.
5. Yargıçlar, bakanların aldıkları ücretlerle orantılı olarak uygun bir ücret almalıdırlar.
6. Yargının ayrı bütçesi olmalıdır..vs..
-                                                    
Geçen haftanın en önemli yargı olayı  Can Dündar ve Erdem Gül ile ilgili olandı. Davanın önce savcısı değiştirildi.  Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MİT davaya müdahil oldu. Peşinden mahkeme gizlilik kararı aldı. Muhalefet milletvekillerinin salonu terk etmemesi üzerine duruşma 1 Nisan’a ertelendi. Cumhurbaşkanı’nın davaya müdahil olması yargıçları ister istemez ikili sıkıştırmaya uğrattı.

"Zayıf ama haklı olanların en güçlü durumda olmaları, adliyemizin en belirgin özelliği ve ülküsüdür." Atatürk

1 Nisan’da verilecek karar ülke açısından dış dünyaya karşı çok önemli bir hukuk sınavı olacak. Konu iki gazetecinin hapse girip girmemesinin çok ötesinde... Bir ülkenin demokrasi ve hukuk dünyasında yani çağdaş dünyadaki yeriyle ilgilidir. 1 Nisan şakası yapmayalım! 

***

Sabah Gazetesinden Timur Sırt 4,5G teknolojisinden beklentilerin çok yüksek olduğunu ancak 3G’ye geçerken de benzer bir tablonun oluştuğunu hatırlattı. Sırt yazısında 4,5G için bazı hatırlatmalarda bulundu.
Hızına değil, kalitesine bakarım / Timur Sırt / Sabah
VATANDAŞA 4.5G REHBERİ

* 4.5G için ücret ödemek veya tarife değiştirmek zorunda değilsiniz. Operatörler yüksek kota ile yeni limitler önerebilir. İnternet kullanımında birim maliyet düşecek.
* Operatörlerin belirttiği hız rekorları teorik değerlerdir. Gerçek hayatta hız kullanıcı sayısına bölünerek paylaşılır.
* Büyük şehirlerde tıkanmalar azalacak.
* Yükleme hızı dramatik olarak değişecek. Video sosyal paylaşımlarda büyük artış olacak.
* Operatörler sabit hatlarda olduğu gibi kota limitlerini yukarı çekecek. Ancak değerler sabit hatlara yaklaşmayacak.
* Telefonların en büyük derdi pil konusunda başınız daha çok ağrıyabilir. Hazırlıklı olmanızda fayda var. Pil deposu taşıma alışkanlığı kazanın.

***
Uğur Dündar sözü gazetesindeki bugünkü sütunlarını Aytun Çıray röportajına ayırdı. Çıray muhalefet partilerinin başarısızlığına dikkat çekti.

Her iki partide de yeni liderlere ihtiyaç var!. / Uğur Dündar / Sözcü

TAYYİP BEY’E SADECE MERAL AKŞENER RAKİP OLABİLİRDİ

Uğur Dündar: Bu arada siz 1 Kasım’da sırf HDP barajı geçsin diye verilen CHP oylarının geri döneceğini, CHP’nin MHP’den de oy alacağını söylüyordunuz. Oysa sonuç 1 Kasım’da öyle olmadı. Gördük ki CHP yüzde 0.3’lük oranında bir artış sağlayabildi. AKP ise yükseldi. MHP ise adeta yıkıldı. Bu sapmanın nedeni her iki partinin lideri miydi?

Aytun Çıray : Sayın Dündar, tarih öyle bir puzzle’dır ki, parçaları doğru birleştirmeniz için zamanın geçmesi gerekir. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun doğru bir tercih olup olmaması bir yana, “aday gösterilip sokağa bırakıldı” adeta… Sayın Bahçeli’nin Sayın İhsanoğlu konusunda neden o kadar istekli olduğunu ise zaman içinde puzzle’ın parçalarını birleştirip bazı somut bilgilere ulaşınca gördüm: Bütün kamuoyu anketlerinde Tayyip Bey’e rakip olarak belirgin bir şekilde önde çıkan isim Meral Akşener’di. Ortak aday o olsaydı en azından ikinci tur söz konusu olabilirdi. Bunu neden anlattım? Maalesef Sayın Bahçeli’nin aldığı kararlar hep saray muktedirine yaradı.

***

Star Gazetesi’nden İkram Bağcı, bugünkü köşe yazısında Yeniçağ Gazetesi’nin bir süredir gündemine taşıdığı Hacettepe’deki PKK saldırısını yazdı. Bağcı yazısında, saldırıyı gerçekleştirenlerin PKK’lı olduğunu ve öldürme amacı taşıdıklarını vurguladı.

Üniversiteler neden karıştırılmak isteniyor / İkram Bağcı / Star

Yer Hacettepe Üniversitesi. 20-25 kişilik bir grubun üniversite kantininden alışveriş yapan öğrencilerin etrafını çevirip buradan alışveriş yapamazsınız uyarısından sonra öğrencilere bıçaklarla saldırmalarının görüntülerini birkaç gün öncesinde gördük. Her ne kadar malum medya organları karşıt görüşlü öğrencilerin kavgası gibi olayı topluma yansıtmaya çalışsa da ortada terör örgütü sempatizanlarının yapmış olduğu bir yaralama hatta cinayet girişiminin olduğu aşikâr!

Bu ve benzer olaylar sadece tek bir üniversiteye mahsus olmamakla birlikte daha öncesinde PKK terör örgütünün birçok üniversitede yaptığı eylem ve etkinlikleri dile getirmiş olsak da geçen zaman diliminde bu durumun değişmediği ortada. İşin ilginç ve sorgulanmaya muhtaç kısmı kendi üniversitelerinde terörü destekleyen akademisyenlere sözde ifade özgürlüğü ile sahip çıkan yöneticilerin yaralama olaylarında da gerekli işlemi yapmaktan çekinmesinin sebebinin ne olduğudur?

Birçok sol terör örgütünün sempatizanı olan öğrencilerin kampüslerdeki etkinliklerini rahatça yapabilmeleri sadece üniversite yönetimlerinin sessiz kalması ile açıklamak yeterli değil. Her ne kadar özerk olan bir yapının akademik özgürlük maskesi ile sessiz kaldığı gerekçesi de işin esas boyutunu gözler önüne koymuyor.