Köşe yazarları bugün ne yazdı (3 Nisan 2016)

Köşe yazarları bugün ne yazdı (3 Nisan 2016)
Köşe yazarlarının bugünkü gündeminde terör olayları ve hükümetin dış politika hamleleri haricinde mülteci sorunları ve Ensar Vakfı'ndaki rezalet de vardı. İşte sizin için seçtiğimiz medyada öne çıkan yazarlar...

Cumhuriyet gazetesi yazarı Orhan Bursalı, erken seçim için hazırlıklı olun derken, Erdoğan'ın Meclis'te çoğunluğu sağlayabilmek için MHP seçmenini kendi yanına çekmeye çalışacağını yazdı.

Askerle ittifak nereye kadar? Yeni Kuruculuğun iki aleti / Orhan Bursalı / Cumhuriyet

 

"Milliyetçilik aleti
RTE’nin kaç yıldır planı: MHP seçmenini çekerek partisini yüzde 10 barajı altına itmek... HDP’yi de saf dışı bırakmak... Bunları yapabilir mi bilmiyoruz, ama yapmak için her şeyi sonuna kadar deneyecek.
Önce Meclis’te anayasayı oylatacak, hayır yanıtı çıkacak ve eylül-kasım arası genel seçime gidecek: Ey halkım gördüğün gibi Meclis’te engel koyuyorlar, sana geliyorum, millet iradesi sensin, senin dediğin olacak... Bu belalardan ancak Başkanlık Rejimi ile kurtulabiliriz, ben sizi selaha çıkartacağım ve sen her zaman karar verici olacaksın referandumlarla diyecek...
Yani popülarizmin doruk noktasını yaşayacağız. Meclis’ten ağırlıklı olarak ret yanıtı çıkması muhtemel. Seçime hazırlanın... "

 

***

 

Usta gazeteci Rahmi Turan, yarın New York'ta yargılanması başlayacak olan Reza Zarrab'ın savcıyla işbirliği yapması halinde 'bizi ilgilendirmez' diyenlerin aksine bu davanın çok yakından ilgilendireceğini yazdı.

“Yakma bizi Reza!” / Rahmi Turan / Sözcü


"AKP’li önemli devlet büyüğümüzün “Rıza Bey” diyerek onurlandırdığı hayırsever (!) işadamı Reza Zarrab’ın yargılanmasına yarın New York’ta başlanacak.
AKP’liler “Bizi ilgilendiren yanı yok” diyor ama züğürt tesellisi bu… Reza’nın önüne yatanlar, ona onur ödülleri verenler, “Zarrab, Türkiye’nin cari açığını kapattı” diyenler kimlerdi?
İşin doğrusu şu ki, Türkiye’yi yakından ilgilendiren çok önemli bir dava bu.

Böyle uluslararası olaylarda bir savcı tek başına karar verip dava açamaz, siyasi iradeden izin ister.
Nitekim, New York Savcısı Preet Bharara’nın davayı açmadan önce Washington’a
gidip Başkan Obama ile bir saate yakın görüşerek ona
bilgi verdiği biliniyor.
Obama, ABD’nin dış ilişkilerini de etkileyecek böyle uluslararası boyuttaki bir davaya onay vererek bunun sonuçlarını da göze aldığını göstermiş oldu.
Davanın Türkiye’de ne gibi sonuçlar doğuracağını ileriki günlerde hep beraber göreceğiz.
Reza Zarrab, paçayı kurtarmak için savcı ile işbirliği yapar da Türkiye’de rüşvet verdiği kişileri açıklarsa, seyreyleyin siz gümbürtüyü!
Bütün pislikler ortaya dökülür!
Şimdi Türkiye’de “Yakma bizi Reza” diye yalvarıp ona dua eden birçok önemli kişi var!"

 

***

 

Milliyet'ten Melih Aşık, 9 Eylül 2009 yılında Deniz Baykal'ın açılım süreci için söylediği sözlerini hatırlattı.

Baykal’dan itham... / Melih Aşık / Milliyet


"CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal’ın 9 Eylül 2009’da yapılan CHP İl Başkanları toplantısında yaptığı konuşma “tarihi” bir öneme sahiptir.
Baykal bu toplantıda henüz 1.5 aydır tartışılan “Açılım süreci” ni değerlendiriyor.
Konuşmadan kimi cümleleri alıyoruz:
 - Şimdi bir müzakere süreci yaşıyoruz. Bu müzakere sürecinin taraflarından birisi silahı, terörü kullananlar ile onun siyasi yandaşlarıdır. Müzakerenin diğer tarafı ise, AKP iktidarıdır.
- AKP iktidarı  bu müzakereden ne beklediğini açıkladı. Nedir beklenen? “Silahların bırakılması, anaların gözyaşının dinmesi, Türk bayrağına sarılmış tabutların köylerimize, kasabalarımıza artık gelmemesi.”
-  Peki o merkezlerin bekleyişi nedir?
-  Terör merkezinin bekleyişi, Türk milletini ayırmaktır. Etnik temelde milleti ayrıştırmaktır.
- PKK’ya bu hedefi verenler de çoğu kere yurtdışındaki merkezlerdir.
-  Çünkü onların hedefi de, Ortadoğu coğrafyasını yeniden şekillendirmektir. Şimdi geldiğimiz noktada Türkiye etnik temelde ayrıştırılmak isteniyor.
- İktidar bu tuzağa düşmüştür. İktidar bu tuzağın içine bilerek girmiştir.
-  Şu bir gerçektir ki iktidar Türkiye’yi etnik ayrışmaya götürmek isteyenlere alet olmaktadır...

Deniz Baykal aynı yıl 12 Ekim 2009’da Başbakan Erdoğan’a yazdığı mektupta şöyle diyor:
“Bütün bunlar ‘Açılım Politikası’ nın gerçek hedefinin, bölgede yaşayan Kürt kökenli vatandaşlarımızın temel sorunlarının çözümü olmadığını, milli bir ayrışma peşinde koşan terör örgütünün siyasal amaçlarına yönelik bir açılımla karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.

Deniz Baykal açılım politikasının barış getirmeyeceğini, sadece terör örgütünün hedeflerine hizmet edeceğini, AKP’nin bu tuzağa bile bile girdiğini işin en başında söylüyor. Olaylar onu doğruluyor"


***

Habertürk yazarı Umur Talu, ülkemizde çocukları yeterince iyi koruyamadığımızı, savunamadığımızı eleştirdi.

Psikolog gözetiminde! / Umur Talu / Haberturk


"Ayın 22’sine kadar şu çocukları ortalıktan kaldırırsak, seslerini kısarsak, ki bazıları zaten ses çıkaramıyor, o vakit 23’ünde büyük koltuklara birer tane oturtur, o günü de atlatırız.

O yüzden; sayın psikologlar, mesela siz, lütfen elinizi, dilinizi, kulağınızı, teskininizi, tesellinizi, şefkatinizi çabuk tutun.

Kaldırın çocukları ortalık yerden.

Şu yüzden söylüyorum:

Şu anda “Psikologlar gözetiminde” çok sayıda çocuk, Ankara veya Karaman’da, veyahut yurdumuzun başka başka güzel yörelerinde “ifade” veriyor.

“Taciz, tecavüzle” suçlanan, yani kendilerinin de onca zaman sessizliğe, kedere boğulduktan sonra şimdi bin bir travmayla ettiklerini anlattıkları “hocalar” hakkında.

Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletinin bu tarafı çok şefkatli.

Çocuklar aylarca, yıllarca, kendi ifadeleriyle “Baskı, tehdit, şiddet, dayak, alıkoyma, taciz, tecavüz, korku, endişe, çöküntü”ye maruz kalıyor…

O sıra devletin ve milletin bir psikolojik rahatsızlığı yok.

Sonra hasbelkader “Omerta” bir yerinden yırtılırsa, o da bilinebilen vakalar üzerine, “Psikologlar gözetiminde ifade veriyorlar.”

 O esnada teyzelerin bir kısmı, “Vakfıma dokunma” diyor.

Çocuklar “Vakıf hangimizin adıydı acaba” diye soruyor birbirlerine; öyle ya belki artık herkes onlara sahip çıkıyordur umuduyla.

O esnada amcaların bir kısmı “Hepimiz Vakıfız” diye bağırıyor; çocuklar tek tek kendi isimleri için de “Hepimiz Mehmediz, hepimiz Ayşeyiz” diye bağıran çıkar mı diye bekliyor ama “psikolog gözetiminde” ancak ve ancak kendi yaralı iç seslerini fısıldıyorlar.

 


***

Emin Çölaşan bugünkü yazısında terörden dolayı verdiğimiz onca canın yanında bir de gazilerimizi köşesine taşıdı.

Türkiye’nin dramını bu sorumsuzlar yarattı / Emin Çölaşan / Sözcü

"Sevgili okuyucularım, dünyanın hiçbir ülkesi böylesine maddi ve manevi bir yükü omuzlarında taşıyamaz.
Bir ülke düşünün ki her gün bombalar patlıyor, silahlar konuşuyor, nice asker ve polisimiz şehit düşüyor…
Ve onlarla birlikte, hiçbir günahı olmayan masum insanlar can veriyor.
Devlet (Genelkurmay) neredeyse her gün açıklamalar yapıyor:
“Dün şu kadar terörist etkisiz hale getirilmiştir…”
Bize etkisiz hale getirilen terörist sayısı gerekmiyor. Bu rakamlar şahsen beni vatandaş olarak hiç ilgilendirmiyor.
Ben şehidime, olaylarda uzuvlarını yitirip ömür boyu sakat kalacak olan asker ve polislerime bakarım.
Eğer GATA’dan tanıdığınız doktorlar varsa sorun, size hastaneye her gün getirilen yaralıların durumunu anlatsınlar.
Dinlemeye gücünüz yetmez."

***

Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, "Ensar, cihat, Allahu ekber" kelimelerinin İslam'i anlamlarını vererek günümüzde artık bu kelimelerin yarattığı kötü algıyı yazdı.

Ensar, cihat, Allahu ekber / Ahmet Hakan / Hüriyet


ENSAR: İslam'ın en güzel kavramlarından biridir "ENSAR"...
Mekke’den Medine’ye hicret etmek zorunda kalan Müslümanları, Medine’de karşılayan, onlara evlerini açan, onları kardeş belleyen Müslümanlara verilen isimdir “ENSAR”.
 
İslam kültüründe ensar olmak, karşılıksız kardeş bellemenin, hiç çıkarsız yardım etmenin adı olmuştur.
 
Fakat gelin görün ki... Bugün “ENSAR” dendiğinde...
 
Yeryüzünün en aşağılık suçlarından biri akla geliyor.
 
Buna da özeleştiriye asla yanaşmayan dindar siyasetçiler ve sivil toplum örgütü yöneticileri ile genellemeyle siyasi hasımlarını sıkıştırmaya çalışan fanatik ve hakkaniyetsiz muhalifler neden oluyor.
 
Allah ıslah etsin.
 
*
 
CİHAT: “Büyük CİHAT”, kişinin kendi nefsini yenmesidir.
 
Cihadın büyüğü budur: Nefsini yeneceksin.
 
Yalan söylemeyeceksin, hırsızlık yapmayacaksın, ahlaklı olacaksın, haksızlık yapmayacaksın.
 
Bugün cihadın büyüğünü bir tarafa bırakmış olan Müslümanlar, cihadın küçüğünün de içini alabildiğine boşaltarak ve daha kötüsü vahşileştirerek “cihat karşıtı propaganda timleri” olarak görev yapıyorlar.
 
Durum böyle olunca da...
 
Dünyada “CİHAT” denilince akla...
 
Kafa kesme geliyor, vahşet geliyor, zulüm geliyor, barbarlık geliyor. Sebep olanları Allah kahretsin.
 
*
 
ALLAHU EKBER: Geçenlerde bir video izledim. Bir kamera şakasıydı videoda izlediğim.
 
Entarili ve sarıklı bazı bazı kişiler, ellerindeki çantayı kafede, restoranda oturan, duraklarda bekleşen insanların üzerlerine doğru atıyorlardı.
 
Atarken de “ALLAHU EKBER” diyerek bağırıyorlardı.
 
“ALLAHU EKBER” sözünü işitenler, ne yapacaklarını, nereye kaçışacaklarını şaşırıyorlar ve hayatlarının en büyük paniğini yaşıyorlardı.
 
“ALLAHU EKBER” gibi kutlu bir sözü, bu hale düşürenlerin Allah bin belasını versin.


***

Vatan gazetesi yazarı Güngör Mengi, Türkiye'de 3 milyona yaklaşık Suriyeli'nin olduğunu ve Dünya Sağlık Örgütü'nün Suriye'deki iç savaştan sonra 7 hastalıkta artış olduğu açıklamasına ver verdi.

ABD kaç göçmen aldı? / Güngör Mengi / Vatan


"7 hastalıkta artış
 
Kızılay; Türkiye içinde, sınırda ve Suriye içinde savaş mağdurlarının sağlığı ve diğer ihtiyaçları için durmadan çalışıyor.
 
Dikili halkı ve temsilcileri geçen hafta “Dikili’ye yapılması düşünülen mülteci kampı”na karşı çıkarken önemli bir noktaya daha dikkat çektiler.
 
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre Suriye iç savaşı sonrası 7 hastalıkta (sıtma, şark çıbanı, suçiçeği, tüberküloz, kızamık ve tifo) ciddi artış var. Keşke DSÖ “3 milyondan fazla sığınmacıyla Türkiye’nin bu hastalıklardan nasıl korunacağını” da anlatmış olsaydı.

 

***

Milliyet yazarı Nagehan Alçı, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Avrupa'da yayınlanan kliple ilgili verdiği tepkiyi eleştirdi.

Dava açarak biter mi? / Nagehan Avcı / Milliyet

 

"Merkel’le ilgili klipler
NRD’de yayınlanan klip ve benzerlerine Sayın Cumhurbaşkanı’nın verdiği tepki değişmezse kısır döngü aynen devam edecek. Zira Erdoğan’ınki kadar sert ve çirkin olmasa da Almanya’da kendi liderlerine yönelik de birtakım rahatsız edici yayınlar yapılıyor. Alman basınını taradım, Merkel’e yönelik hem de yine devlet televizyonlarında birçok alay eden klip ve haber var. Mesela 11 Mart’ta ZDF’de Merkel’i mülteci politikası nedeniyle tiye alan bir klip yayınlanmış. O klipte de Erdoğan var ve yine dalga geçiliyor. Yani 17 Mart’taki tek değil. Bu tip yayınları bu şekilde engellemek çok zor. Merkel umursamıyor. Bence doğrusu da bu, muhatap almamak.
Atilla Yayla dün Yeni Yüzyıl’da bu konu üzerine çok güzel bir yazı yazdı. Diğer Batı ülkelerindeki uygulamaları ortaya koydu. Kâğıt üzerinde baktığımızda her Avrupa ülkesinde o ülkenin liderine hakaret ciddi bir suç. Ancak oralarda bizimki kadar çok dava yok. Elbette bizimki kadar çok hakaret yok denebilir. Bizde Erdoğan’a hakaret etmek adeta bir kendini tatmin aracı haline geldi. Öte yandan, acaba bunu Sayın Cumhurbaşkanı’nın tavrı da körüklüyor olabilir mi? Zira Yayla da Cumhurbaşkanı’nın her ağır sözü yargıya götürmesinin iyi olmadığını söylüyor. Bence bu, hakaret edeni mutlu ediyor. Cumhurbaşkanı’nı kızdırmak, onun tarafından önemsendiğini hissetmek gibi duygular uyandırıyor."