Küreselleştirmeye tepki ve yeni düzen arayışı / Prof. Dr. Mustafa E. ERKAL

Küreselleştirmeye tepki ve yeni düzen arayışı / Prof. Dr. Mustafa E. ERKAL

Korona isimli virüs Dünyayı altüst etti. Bu virüs dünyalılar tarafından dünyaya yöneltilen bir biyolojik saldırı mı? Bu virüs sonrası hangi yeni sorunlarla karşılaşacağımız ve ne gibi değişmelerin olacağı tartışılıyor. Acaba bu bir biyolojik savaş veya genetik mühendislik midir? Yeni bir pandemi çözüm olarak mı görüldü? Dünyaya yeni bir şekil verilirse sorunlar acaba çözülebilir mi? Bunlar yine tartışılan konular arasındadır. Allah Türk Milletini korusun.

 Mili devletleri çözmek, bunları iç federasyona (devletçikler federasyonu) zorlamak, tehdit, işgal ve ambargolarla milli ve üniter yapılarını bozma çabalarıyla sık sık karşılaştık. Ortadoğu’nun haritasını değiştirmek peşinde olanlar, keşke kendi ülkelerinde kamu sağlığını koruyucu hazırlıklar yapabilmiş olsalardı. Önünü göremeyen, istismara doymayan emperyal ülkeler, yetersiz, dengesiz ve hasta liderlerle Dünya’ya en az bu virüs kadar zarar verdiler.

 Demokrasi diye diye aslında otoriter rejimin temsilcisi oldular. Ülkeleri çok kültürlülük ve etniklik dayatma ve tuzaklarıyla sözde demokratikleştireceklerdi. Ancak Almanya ve Fransa gibi ülkeler gün geldi çok kültürlülükten kendileri de şikayetçi oldular. Sığınmacıları almaktan kaçındılar. Çok uğraştılar ama fertleri milliyetsiz, devletsiz ve milli kimliksiz kılamadılar. Milliyetsiz, devletsiz, milli kimliksiz insan tipi bir hayal olarak kaldı. Milliyetçiliğe ve milli kimliğe karşı çıkar göründüler ama kendi çıkarları için yapmadıkları adilik kalmadı. Aslında milliyetçilikten çok farklı olan ve bize yabancı bulunan ırkçılığı temsil ettiler. İslamifobiden medet umdular. Bugün Dünyayı örtülü soyma hareketi olan küreselleşme tuzağının sonuna mı geldik konusu tartışılır oldu. Küreselci bir dünya önü açılmış milli devletlere tuzaklarla dolu idi. Bunlar bizim anladığımız manada milliyetçi olabilselerdi; kendi dışlarındaki milletlerin varlığını ve yaşama haklarını da kabul ederek dünyayı daha adil ve istismar edilmeyecek şekilde paylaşmanın yollarını ararlardı. Artık her ülke kendi milli çıkarlarına öncelik vererek uluslararası ilişkiler sisteminde yer alacaktır. Artık küreselleşme çağında milli menfaatlere tapılamaz, milli davalar olmaz lafları çok geride kaldı. Artık kimse çıkıp Kıbrıs adasının stratejik önemi kalmadı diyemeyecektir. Türk kimliği yerine Türkiyeli saçmalaması yapamayacaktır. Yükselen milliyetçilik bize has barışçı ve istikrarı sağlayıcı bir şekilde yaygınlaşacaktır. Türkiye’ye bu konuda önemli görevler düşmektedir. Yıllardır ihmal edilen kamu çıkarları, insan hakları, devletin sosyal fonksiyonları, ekonomide mantıklı korumacılık, pek uygulanamayan serbest piyasacılık oyunları artık hatırlanacaktır. Kapitalizm ve demokrasiyi yeni tanımlar beklemektedir. Ancak bu tanımlar 21.yy’ın damgasını taşıyacaktır. Batı kapitalizmi hedef alınırken acaba ideoloji ile ters düşen Çin’deki uygulamalar göz önünde tutulmayacak mı? Bizde sosyalist olmayı bile yetersiz bulup dün komünistiz diyenler boş yere siperde beklemesin. Tecavüzkar olmayan, barışçı, kavrayıcı bir milliyetçilik anlayışı ağırlıkla hissedilecektir. Yeter ki; her ülkenin milliyetçileri lüzumsuz işlerle uğraşıp, birbiriyle uğraşmayıp istikrara ve barışa katkı yapabilsinler. Klasik tartışma ve kısır döngüleri aşabilsinler.

 Ekonomik bakımdan tamam ama ileri sanayi toplumları moral bakımdan insanlarını ve ülkelerini tatmin edemiyor. Rahatsızlıklar büyüyor. İntihar, boşanma, cinayetler ve bu sorunlara çözüm zannedilen uyuşturucu bağımlılığı artıyor. Sanayi toplumu insanın manevi yönünü güçlendirememiş sosyal sorunlar fertleri yalnızlaştırıcı ve tahribkar kılmış, toplumlar sosyal çözülme ile karşılaşmışlardır. Fert ve sosyal gurupla sosyalleşememiş, mensubiyet duygusu zedelenmiştir. Bunda emperyal küresel güçlerin önü açılmış milli devletleri ufalayıcı, boyun eğdirici çabaların da rolü olmuştur. Güçlü ülkeler karşılarındaki devletleri milletleşme sürecinden geriye çevirmeye çalışmış; etkinliklerini artırabilmek için onları sosyolojik anlamda kalabalık veya sürü şeklinde görmek istemişlerdir. Türkiye’ye artık çok oldu, laf dinlemiyor diyen sözde dostlarımızı unutmadık.

 Artık dünyada kontrol ABD’nin elinden çıkacaktır. Virüs dolayısıyla milyonlarca insanın ölmesi ABD yönetimleri için üzülecek bir konu değildir.  Yeter ki-AB kaldıysa- önümüzdeki dönemde baskı ve etki altına alınabilsin; her ülkeye daha fazla silah satılabilsin; ekonomide verim yükseltilebilsin; Akdeniz’de petrol paylaşımı ABD lehine gerçekleştirilebilsin; yeni rakip Çin ile rekabet edilebilsin. Ambargolarla, Ortadoğu’daki toprak işgalleriyle ve tehditlerle madem ülkeler uysallaştırılamıyor; o halde yeni dünyada şanslarını arayacaklardır. Biz asıl terör ve terörist sevici AB ve ABD militanlığı yapan işbirlikçi Türkiyelileri !  düşünüyoruz ve onlara doğrusu acıyoruz. Bir süre mamasız kalacaklar. Bizim gibi ülkelerin biraz okumuş, biraz yabancı dili anlayan yeni yetme takımı ise sürekli tüketimde ve kültürde müşterisi oldukları AB ve ABD’nin peşinden yine gidecekler mi bilemeyiz. ABD bayraklı tişört ve ceketler bu kadar sık giyilebilecek mi? Bunu da bilemeyiz. Aslında birçok yerde olduğu gibi Türkiye’de de bir çelişki var. ABD’ye lafta ve ideolojik tavırda düşman ama tüketim ve giyim tercihlerinde Amerikancı olma çelişkisi göz ardı edilemez.

 Türkiye’de yönetimin virüse karşı uygulayacağı politikada yarın düşünmek zorunda kalacağı bugünden başvurmak olmalı; zaman kaybetmemeliyiz. Bu küresel bir bela olan virüse karşı biraz daha sertleşmeliyiz. Sertleşmeyle evleine girmeyenleri Hindistan’da sopalayan polisleri tabii ki kastetmiyoruz.

 Malum virüs sebebiyle TV ekranlarında Türkçeye biraz saygılı olmak gerekir. Ünvanlı bazı kimseler Türkçeye bu kadar mı yabancı? Tecrid varken neden izolasyon kullanılır? Enfekte mikrop bulaşması değil mi? Dezenfekte ilaçlamadan başka bir şey mi? Sosyal mesafeyi de yanlış kullanmaktan vazgeçmeliyiz. Zirve veya tepe nokta yerine “peak yapmak” acaba neden kullanılır?