Kuyruğu örü...

Yazılarımıza kısa bir ara vereceğimizi şu dörtlükle duyurmuştuk:

"Bazen kalemleri açar, kılıçları bileriz//Daha iyi kessin ve daha güzel yazsın diye//Sakızlıoğlu'na hayırlı tatiller dileriz//Yeni yazılar yazmak için biraz gezsin diye."

Peki, gezdik mi? Hayır! Oysa Toroslarda dolaşmak; atasözü, deyim ve halk hikâyeleri derlemek arzusundaydık, olmadı. Talihsizlikler üst üste geldi. Ama yine de boş durmadık. Çarşıda, pazarda, bakkalda kulağımız özellikle yaşlıların konuşmalarındaydı. Yazı diline girmemiş kelime, deyim ve atasözü duyabilir miyiz diye hep teyakkuzda olduk. Az da olsa tespitlerimiz oldu. Birkaçını sizlerle paylaşalım:

Yaşlı amca konuşuyordu: "Bizim çadıra kuyruğu örü girmiş" dedi. Kuyruğu ölü mü (biz kuyruğu ölü deriz) kuyruğu örü mü diye üsteledim. "Aman canım örü mü, ölü mü, akrep dedikleri şey işte" cevabını verdi.

Hüseyin Kâzım Kadri'nin Türk Lügati'ne baktım (C. 3, s. 898) "Kuyruğu uru: Akrep" şeklinde geçiyor. (Buradaki "uru", "örü" olmalı. Telaffuz farkı da olabilir.) Bizde örü (yukarı, dik) hâlâ kullanılır. Ör. Olup biteni anlatınca adam örü kalktı.

Dikkat ederseniz akrebin kuyruğu hep dik durur. Bunun için "kuyruğu örü" denilmiş. Ama zamanla "örü", "ölü" şeklinde telaffuz edilmeye başlanmış. Demek ki doğrusu, amcamızın dediği gibi "kuyruğu örü"dür. "Kuyruğu ölü" değil...

***

Hayriye halaya: "Eskilerden hatırladığın güzel sözler var mı?" diye sordum, şu mâniyi söyledi:

"Ekin ekme eğlenirsin//Bahçe dikme bağlanırsın//Güt koyunu, çal kavalı//Günden güne beğlenirsin."

Ben şahsen bu mânide bin yıllık hayat felsefemizi gördüm. Yüz yıllarca göçebelikten yerleşik hayata niçin geçemediğimiz çok veciz bir şekilde bu mısralarda anlatılmaktadır. Ekmeyen, dikmeyen, keyfine düşkün bir insan tipi... Bana sorarsanız bu zihniyetten henüz tam olarak kurtulabilmiş değiliz.

***

Yaşlı nine gelini için: "Babasının evinde mihtan ekmeğine muhtaçtı, şimdi kuyruğuyla gulbadır oynar" dedi.

"Mihtan ekmeği"ni biliyorum. Eskiden fakir aileler tasarruf olsun diye buğday ununun içine bir miktar arpa unu karıştırarak ekmek yaparlardı. Biraz siyah olan bu ekmeği yiyen ailelere fakir/yoksul gözüyle bakılırdı. "Kuyruğuyla gulbadır oynamak" deyimini ilk defa duymuştum. "Bulunca bolsıramak, har vurup harman savurmak, cünbüş etmek, çalıp oynamak" gibi anlamlara geldiğini tahmin ettiğimiz bu deyimdeki "gulbadır" kelimesine belli başlı sözlüklerde rastlayamadık. (Rastlayan okuyucularımız olursa haberdar olmak isteriz.)

***

Kahvehanede konuşuyorlardı:

"Dedemoğlan'ın kızı kaçalı iki sene oldu. Babası hâlâ küs. Arif Hoca'nın ağzı kulağına yakın, götürsek de bir konuşsak, acaba barıştıramaz mıyız?" dedi bir vatandaş. "Ağzı kulağına yakın" deyimi dikkatimi çekti. "Ağzı kulağında" (çok sevinçli), "Ağzından çıkanı kulağı duymamak" (kötü şeyler söylemek) gibi deyimleri biliyoruz. Peki, "ağzı kulağına yakın" ne demek?.. Vatandaşın kurduğu cümleden anladığımız o ki bu deyim: "Sözünü ölçüp tartarak konuşan, ne söylediğini bilen, ağzından çıkanı kulağı duyan kimse" anlamlarında kullanılmaktadır.

Gördüğünüz gibi "tatil", derleme çalışmaları bakımından pek de verimli geçmedi. Ama her gün bir beyit yazdım. Bundan böyle yazılarımın sonunda "ACZİMİN GİRYESİ" başlığı altında onlardan birini sizlerle paylaşmayı düşünüyorum. İşte ilk beyit:

ACZİMİN GİRYESİ:

"Mümin isen eğer, gel Kâbe'yi tavaf etmek için bir yol bul//Ama yetmez; Kâbe'nin tavaf etmek istediği bir insan ol." (Li-müellifihi)

Yazarın Diğer Yazıları