Liderlere açık çek...

Annan Planına halkımızın %65’i evet dedikten sonra ABD’nin derhal  “Türkler bundan sonra ayrı egemenlik, ayrı devlet istemeyeceklerini kanıtlamışlardır; Türkiye bunları bu çizginin altında tutsun” yorumu ile elimizi ayağımızı bağlamak eylemi karşısında Türkiye’nin ve KKTC makamlarının sessizliği hepimizi şaşırtmış ve üzmüştü. Talat-Hristofyas görüşmelerinin bu ABD çizgisinin altında başlaması, şaşkınlığımızı ve üzüntümüzü bir o kadar daha artırmıştı. Belirli günlerde adamıza gelen Türk yetkililerinin “Kıbrıs meselesi Kıbrıs’taki gerçekler kaale alınmadan halledilemez” beyanatları içimize su serperken, aynı kişilerin bir nefes sonra “Talat-Hristofyas görüşmelerini destekliyoruz” şeklindeki beyanatları şaşkınlığımızı artırmaktaydı. Milli Vizyon adını verdiğim son kitabımda bu gelişmeleri eleştirdim. Hemen akabinde Sn. Başbakan Erdoğan AK Partinin kongresinde “Kıbrıs meselesinin halli için Kıbrıs’ta iki eşit halkın, iki demokrasinin ve iki devletin varlığının kabul edilmesi” gerektiğini vurgulaması, Kıbrıs’ta devlete ve egemenliğe sahip çıkma taraftarı olan çoğunluğu sevindirmiştir. Bu sözler “Türkiye’nin milli çizgisi” veya “Türkiye’nin ulusa verdiği milli senet” olarak kabul edilmiştir. Başbakanın bu açıklaması, Annan Planından önce TBMM’de oybirliği ile alınmış olan milli karardan başka bir şey değildi. Sevindik. Hemen arkasından Sn. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun “görüşmeleri destekledikleri” yönündeki açıklaması geldi. “Ne oluyoruz” demeden 10 Ekim 2009 tarihli basında TC Devlet Bakanı ve Baş müzakereci Egemen Bağış’ın “Talat-Hristofyas görüşmelerinde liderlerin toplumlarına kabul ettirebilecekleri her türlü çözümü destekleyeceğimizi AB yetkililerine” duyurduğunu bildiren açıklamasını gördük. Yeniden “Türkiye’nin milli çizgisi nedir?” sorusunu kendi kendimize sormaya başladık. Sn. Bağış’a “Rum liderliğine göre görüşmeler iyi gitmiyormuş; ne dersiniz” sorusu soruluyor. Sn. Bağış  “Talat-Hristofyas 42 kez görüştüklerine göre görüşmeler iyi gitmiyor demelerini ben yadırgıyorum” cevabını veriyor. Kıbrıs görüşmeleri 1968’den bu yana kesilip başlayarak 41 yıldır devam etmiş ve sonuç alınamamıştır çünkü Rum tarafının Yunanistan ile birlikte adaya sahip çıkmak için başlattıkları kanlı mücadeleye, haksızlığa ve insanlığa karşı işledikleri ağır suçlara rağmen ABD ve İngiltere kendi çıkarları için bu suçlu insanları, 1960 Antlaşmalarına ve Anayasaya da bakmaksızın, “meşru hükümet” olarak tanımakla meseleyi Rumların istedikleri şekilde halletmiş oldular. Bu da yetmedi AB’nin bütün ilkelerini kan akıtarak çiğnemiş olan bu insanları AB üyesi de yaptılar; bunlara yeni bir ortaklık kurmak, Türklerin eşitliğini kabul etmek için tek bir neden bırakmadılar. Kıbrıs meselesinin halli için Türk-Yunan dengesinin (Lozan dengesinin) 1960 Antlaşmasının temelini teşkil ettiğini de düşünmediler. Türkiye’nin güvenliği ile ilgili olduğu kadar, Kıbrıs Türklerinin yaşamı için de Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki Garantörlük hakkının dokunulmazlığını düşünen de yok. Rahmetli Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün “Türkiye Kıbrıs’tan elini ayağını çekerse denizlere açık bir ülke olmaktan çıkar” sözünün geçerliliğini hatırlayan hiç yok.
Hristofyas’ın hedefi ve uğraşı Kıbrıs’tan Türkiye’yi, Türk askerini, Türkiye’den gelip de 30 yıldır vatandaş olanları adadan çıkarmak; Kıbrıs Türkleri ile Anadolu’nun irtibatını kesmek; yeni bir Girit yaratmaktır. Önündeki engel KKTC’nin varlığı ve Türkiye’nin Garantörlük hakkıdır. Bütün Kıbrıs Türkleri bu ihanete katılsa Türkiye, Kıbrıs üzerindeki haklarından feragat mı edecek? Benim inancım Türkiye’nin, haklı olarak, bu ihanete iştirak edenleri de Rumların safında görerek Kıbrıs üzerindeki haklarını yeni bir Barış Harekâtı ile koruyacağıdır. 1960 Antlaşmaları kendisine bu hakkı vermektedir.
1968’de Denktaş-Klerides görüşmeleri başlamadan önce rahmetli Dışişleri Bakanı Çağlayangil bana “Kıbrıs’ta halkın durumunu görüyorsun; tahammüllerinin sonuna gelmişlerdir; bizim de müdahale durumumuz yok; zamana muhtacız; halkının kabul edebileceği herhangi bir anlaşmayı destekleyeceğimizi bil” demişti.  “Garanti Anlaşması, Türk Alayının durumu, Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki hakları var; Rum saldırısı bunların ortadan kaldırılması içindir, bu konularda ısrarlı olacaklar” dediğimde Çağlayangil, “Bunlar masaya yatırılamaz; bunlar bizim işimizdir; bunlardan vazgeçilmez; bu konuda hiç şüphen olmasın” demişti. O gün, bu gündür Türkiye’nin haklarını masaya yatırmadım. Liderlerin toplumlarına kabul ettirecekleri her türlü çözümü Türkiye’nin desteklemesi nasıl olur? Türkiye’nin bu müşterek milli davada liderlere böylesine açık çek vermesi mümkün mü?

Yazarın Diğer Yazıları