Limanların açılışı

Türkiye’de sorumlu kişiler “Türk limanlarının Kıbrıs (Rum) gemilerine ve uçaklarına açılması, Rum idaresini Kıbrıs Cumhuriyeti olarak tanıma anlamına gelmez” edebiyatını yaymaktadırlar. Eskiden de bu gemiler Türk limanlarına gelebiliyordu diyorlar. Eskiden, Türkiye’ye  “Kıbrıs’ı bir AB üyesi olarak tanı, ona eşit muamele yap, limanlarını Kıbrıs’a aç” denmiyordu. Türkiye, Ek protokoldeki  “Kıbrıs’ın” Rum idaresi olamayacağını,  “Kıbrıs’ın garantilediği ortaklık devleti olduğu müdafaası ile limanlarını ancak meşru kabul edebileceği birleşmiş, ortaklık olan bir Kıbrıs’a açacağına ilan etmiş de değildi. Şimdi “limanlarını bana açmaya, beni tanımaya mecbursun” diyen bir Rumlaşmış, eli kanlı, sicili bozuk “Kıbrıs” var Türkiye’nin karşısında. Limanlar “beni tanımalısın” diyen bu idareye açılacaktır. Bunun hiçbir mazereti, tevili, tefsiri olamaz.
Rum tarafının bu konuya bakış açısına bakalım. “Türkiye, limanlarını açmaya, bizi tanımaya mecburdur” diyorlar. Bu yapıldığı takdirde Türkiye, bir AB üyesini işgal etmiş olduğunu ve böylelikle uluslararası yasaları ve insan haklarını çiğnemekte olduğunu kanıtlamış ve kabul etmiş olacaktır; AB üyesi olabilmesi için bu kanunsuzluklardan vazgeçmesi ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti denilen sahte devletin de ortadan kalkmasını sağlaması gerekecektir. Bu sahte devlet adadan Türk askerlerinin ve “yerleşiklerin” çekilişine paralel bir şekilde ortadan kalkmış olacaktır”.
Rum basını bu temayı büyük bir rahatlıkla işlemekte, “Kıbrıs bizimdir” diyebilmektedir. Hristofyas görüşmelerde Makarios’un çizgisini korumakta, EOKA’dan aldığı ilhamla hareket ettiğini saklamamaktadır. Bu görüşmeleri  “Son fırsat” diye destekleyenler de Türkiye’den “Ek protokolü yerine getirmesini” beklemektedirler. Sene sonunda açıklanacak olan AB raporunun ilham kaynağı da, kuşkusuz, kendini uzlaşmaya adamış olan Cumhurbaşkanı Talat’ın “ayrı egemenlik, ayrı devlet istemiyorum; karşı taraf ile birleşmek, bütünleşmek istiyorum” sözleri ve görüşmelerin “Tek Halk, Tek Devlet” esası üzerinde yürütülmekte olduğudur. Hristofyas’a ve onu destekleyenlere göre Kıbrıs Cumhuriyeti vardır çünkü ilga edilmemiştir ve federasyon “üniter bir devlet olan Kıbrıs’ın anayasasını tadil ederek elde edilecektir”. Bu çerçevede bakıldığında Türkiye’nin limanlarını “Kıbrıs’a” açmasından daha normal bir şey olamaz. Karşımızdakiler “Kıbrıs, biziz. Mesele toprağımızın işgalidir” diyorlar; biz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bu iddia ve geçmişteki kanlı eylemler nedeniyle helalimiz olduğunu anlatacağımıza Tek Halk’ın içinde %20 cemaat statüsüne razı oluyor ve ayrı devlet, ayrı egemenlik istememe kahramanlığına yatıyoruz. Anavatandan bu halimize bakanlar ve direnişimizi Türkiye’nin AB yolculuğunda bir engel olarak görenler de, bu engelin ortadan kalkmasını Türkiye’nin limanlarını Rum bayrağına açmakta görmeye başlıyorlar. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden kurtulmanın, Sayın Çiçek’in de söylediği gibi AB kayıplarının Türkiye’ye açılacağı anlamına gelmeyeceğini bilmezlikten geliyorlar.
O halde tekrar edelim. Kıbrıs meselesi Rumların Kıbrıs’a Tek Halk formülü ile sahip olma, garantilerden kurtularak Tam Bağımsız bir Devlet olarak AB bünyesinde Yunanistan ile bütünleşme meselesidir. Bunun önündeki engel, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile garantilerdir. Türkiye’nin limanlarını “Kıbrıs’a” açması, bu iki engeli de ortadan kaldıracaktır. Görüşmeler zaten Tek Devlet, Tek Halk formülü ile AB üyeliğini öngördüğüne göre bunlarda ısrar etmek uyuşmazlığımızın kanıtı olacak korkusu ile, ayrı devlet, ayrı egemenlik istemediğimizi dünya’ya duyurmuş olduk. Kararımız iyi çocuk olarak yola devam mı? Yoksa Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile fiili ve etkin garantilere sahip çıkarak, Rum’un, Yunan’ın çömezi olmaktan kurtulmak mı? Halk %77 oranla Devletim, egemenliğim, garantiler diyor. Türkiye Rum’a limanlarını açsın diyenler bu sesi duyuyorlar mı? Göreceğiz.

Yazarın Diğer Yazıları