Liyakat mi, sadâkat mi?

İster padişah olun ister vezir, ister cumhurbaşkanı olun ister başbakan, devlet çarkını ekibinizle birlikte döndüreceksiniz. Dolayısıyla, ekibinizi seçerken ilk düğmeyi yanlış iliklerseniz yani liyakati değil de sadâkati, akraba ve taallukatı esas alırsanız en zor zamanınızda en yakınınız sizi yalnız bırakabilir.

Doğrusunu söylemek gerekirse yöneticilerin gönlü genellikle sadâkatten yanadır. Onlar ister ki sözünün üstüne söz konulmasın. Ne yaparsa doğru mu, yanlış mı olduğuna bakılmadan alkışlansın. Maiyetindekiler sık sık "Allah sizi başımızdan eksik etmesin, siz bize Allah'ın bir lütfusunuz" desinler.

Haklarını yemeyelim bu tip yöneticilerin de danışma kurulları vardır. Onlar da etrafındakilerle istişare ederler. Lakin görüş almak için değil, kendi görüşlerini tasdik ettirmek, "Efendim, ne güzel düşünmüşsünüz, 40 yıl düşünsek bunlar bizim aklımıza gelmezdi" desinler diye toplantı yaparlar. Bir adama kırk gün deli dersen deli olurmuş hesabı yönetici, farklı bir ses çıkmadığı için işlerin iyi gittiğine inanır. Oysa ortak akıl devrede olmadığından sıkıntılar günden güne artar ve bir de bakarsınız dönülmez yola girilmiştir.

Bütün bunları yaşamamak için suyu baştan kesmek lazım. Yani en başta liyakatli yöneticiler seçmek gerekir ki ekibini eşten dosttan değil, ehil kişilerden oluştursun.

Esasen bu, dinimizin de bir emridir. C. Allah, Nisâ sûresinin 58. âyetinde şöyle buyurur:

"Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder."

Buradaki "emaneti ehline vermek" ifadesi, hemen devamında gelen "adaletle hükmetme" ibaresiyle birlikte düşünüldüğünde C. Hakk'ın, yöneticileri liyakatli kişilerden seçmemizi emrettiği açıkça görülür.

Üzülerek belirtelim ki biz, -Mehmet Akif'in de işaret ettiği üzere- Kur'ân-ı Kerim'i anlamak ve hükümleriyle amel etmek için değil, sadece ibadet maksadıyla okuyoruz:

"Lafzı muhkem yalınız anlaşılan Kur'an'ın//Çünkü kaydında değil hiçbirimiz mânânın."

Yeri gelmişken şu hakikate de işaret etmeden geçmeyelim. Maalesef bizde ehil insanlar devlet yönetiminde görev almayı pek tercih etmiyorlar. Bu yüzden "cahil cesur olur" muktezasınca devlet çarkının başında umumiyetle liyakatsiz/ehliyetsiz kişiler bulunmuştur.

Diğer taraftan Hz. Mevlana'nın:"Kışın, kargalar bağlara bahçelere çadır kurunca, bülbüller gizlenir, susar" sözü, siyasi bir anlam taşımasa da zamanla, sorumluluk almaktan kaçınan ehil insanlar için bir dayanak olmuştur. Diyanet İşleri eski başkanlarından Ömer Nasuhi Bilmen'in aşağıdaki beyti bu düşüncemizi teyit eder niteliktedir:

"Söyleyince nâkesân, erbâb-ı ehliyet susar//Bülbülân hâmûş olur, zâgân olunca nağme-sâz." (Kargalar ötmeye başlayınca nasıl bülbüller susarsa, ehliyetsiz kişiler konuşmaya başlayınca da liyakat sahibi insanlar susar.)

Ortalık güllük gülistanlıkken herkes konuşur. Hüner, zor zamanlarda yani ayakların baş olduğu dönemlerde konuşmak değil midir?

Sözün özü; devlet yönetimi kolay bir iş değildir. Yöneticiler hem cesur hem de bilgili olmalı. Cesur ama cahil idarecilerin ülkeyi maceraya sürüklediklerini, bilgili fakat cesaretsiz yöneticilerin de fazla temkinli davrandıkları için atılım yapamadıklarını tarihi tecrübelerimizden biliyoruz. Heyhat ki -şairin ifadesiyle- her zaman "kalem"le "kılıç" bir arada bulunmuyor:

"Adl-i cihâna seyf ile oldu behem kalem//Vermez zamâne herkese hem seyf ü hem kalem."

***

ACZİMİN GİRYESİ:

 

KONUŞMAK VE SUSMAK

Kargalar ötmeye başlayınca susarsa başlar,

Ülkede huzursuzluk bak işte o zaman başlar.

                                             (Li-müellifihî)     

 

Yazarın Diğer Yazıları