Mantıklı olalım

“Türkiye Kıbrıs’tan elini ayağını çekerse denizlere açık bir ülke olmaktan çıkar”. Türkiye bu nedenle 1955-58 yıllarında “ilgili taraf” olarak Lozan dengesini koruyarak, üzerinde tarihi, coğrafi ve stratejik hakları olan Kıbrıs konusunda Enosis’i önlemek için elinden geleni yaptı. Taksime razı oldu ve sonuçta haklarını koruyan “kalıcı, garantilenmiş, Türk Alayı ile perçinleşmiş” bir ortaklık Cumhuriyetinin kurulmasında nazım rol oynadı, Kıbrıs hakkındaki kararlılığı sayesinde Yunanistan’a da bunu kabul ettirdi.
Rum-Yunan ikilisi bu Anlaşmada Türklerin lehine ne varsa bunları kaldırarak Enosis’in yolunu açmak için silâha sarıldı. 44 yıldır 1960 Antlaşmalarının öngördüğü “Enosis’e karşı garantilenmiş ortaklığı” yeniden oluşturmamak için mücadele etmekte ve bunun yolunu da gasbettiği “Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti” unvanından taviz vermemekte bulmuştur. Makarios’a göre 1963’den bu yana “Kıbrıs Enosis’e en yakın noktaya getirilmiş bulunmaktadır ve bundan sadece Enosis için geri adım atılabilir” . Bu “milli çizgiden” fedakârlık yapmadan “görüşmelere devam” Rumlar açısından zaman kazanmak ve dünyayı uyutarak Türk tarafını bezdirmek için vazgeçilmez bir taktik haline gelmiştir. Rum liderliğine göre stratejik açıdan “Kıbrıs Meşru Hükümeti” unvanını elde tuttukları sürece  “görüşmelere devam”  taktiğini kullanmakta bir sakınca yoktur. Uzlaşma olsa da olmasa da “meşru hükümet” olgusundan vazgeçilmeyecektir. Nitekim yıllardır bu oyun oynanmıştır ve oynanmaktadır. Bizden de aynı şekilde taktiksel davranışlarda bulunmamızı bekleyenlerin bilmedikleri bir şey vardır: Taktik yapacağız diye milli hedefimizden (veya stratejik hedefimizden) vazgeçer göründüğümüz takdirde, görüşmelerde sonuç alınmazsa geri dönebileceğimiz bir durumumuz olmayacaktır. Taktik gereği indiğimiz çizgide kalmak zorunda kalmamız istenecektir. Annan Planına evet demek suretiyle hakkımızda yapılan yorumlara bakarsak ne demek istediğim anlaşılır herhalde! Annan Planına evet deyişimizin yorumu  “bundan sonraki görüşmelerde ayrı devlet, ayrı egemenlik istenmeyecektir” olmuştur. Bundan kurtulmanın tek yolu Annan Planının “hiç olmamışlığını” vurgulamak ve bu veya benzeri bir planın masaya getirilmesine karşı çıkmaktır.
Konuya mantıkla yaklaşırsak, taraflar arasında devam ettirilen dengesizliğin “uzlaşma için gereken zemini oluşturmadığını” görürüz. 1960 Antlaşmalarını daha iyisini elde etmek ve Enosis’in yolunu açmak için kan akıtarak yıkmış olan Rum tarafına “Meşru Hükümet” , “AB üyesi Kıbrıs” muamelesi yapıldıkça bunların geriye dönüş yaparak bizimle (1) Enosis’e kapalı, (2) Türklere bu kez coğrafi zeminde kurucu ortaklık statüsünün içerdiği siyasi eşitlik tanımasını, (3) Türk Garantisinin devam etmesini beklemek mantıksızlıktır. Bunları elde edebiliriz düşüncesiyle ABD ve diğerleri istiyor diye müzakere masasına oturmak ise, teslimiyeti göze almak ve kendi insanımızı kandırmaktır.
Çare, Rum tarafının siyaseti karşısında, 1960’da kurulmuş olan ortaklığın 1963’de yıkıldığını savunarak, görüşmelere, bunun sonucunda meydana gelmiş olan iki devletli yapıdan başlamaktır. Bunda ısrar etmek ve taktik yapacağız diyerek emperyalistlerin hazırladıkları tuzağa düşmemektedir. Yaşanan tecrübeler, aşikâr olan Rum siyaseti ve gelinmiş olan bugünkü noktada akıl ve mantık bunu gerektirir.

Yazarın Diğer Yazıları