Medya arkası (1 Mayıs 2016)

Medya arkası (1 Mayıs 2016)
Köşe yazarlarının bugünkü gündeminde ağırlıklı olarak MHP'deki kurultay süreci vardı. Kimi yazarlar da Hükümet mensuplarından gelen Cumhuriyet karşıtı, Atatürk karşıtı sözlere sert tepki gösterdi. İşte medya arkasında öne çıkanlar.

Gemerek, Hukuk ve siyasetin iflası / Mehmet Ocaktan / Karar

Ülkede siyasetten hukuka, eğitimden kültür ve sanata kadar her alanda genel bir seviye kaybının aşikar hale geldiği bir gerçek. Şu günlerde parlamentoda yaşananları hep birlikte ibretle izliyoruz. Eğitim ve kültür alanındaki kalitesizlik özel bir fotoğraf çekmeye ihtiyaç duyulmayacak kadar açık ve net.

En düşündürücü olanı da hukuka olan güvenin azalmasıyla birlikte adalet açığının giderek dramatik bir hal alması.

Seviyesizliğin her alana sirayet ettiği bir ortamda hiçbir şeyin kendi doğal seyri içinde icra edilemeyeceği, toplumsal ve kurumsal çürümenin her geçen gün daha da derinleşeceği muhakkak.

Son dönemin en çarpıcı örneği olan MHP’nin kongre bunalımına bakalım; maalesef siyaset kendi söküğünü dikemez hale geldiği için karakol kapısına düşmüştür.

Oysa MHP için iki kere ikinin dört etmesi kadar demokratik bir gerçeklik var ki, eğer yasal yeterlilik oranında bir delege çoğunluğu kongre talebinde bulunmuşsa, bunun tek çaresi yine demokratik yöntemlerle bu talebin karşılanmasıdır.

Ama hayır, Türkiye’de işler böyle yürümüyor. Yani Türk siyasetinin genetiği farklı işliyor, bir lider partinin başına geçmişse orayı tapulu malı olarak görüyor ve kendini ebedi lider ilan ediyor.

İşte son günlerde MHP’de olan tam da böyle bir şey... Devlet Bahçeli’nin ömrü vefa ettikçe MHP’nin başından ayrılmak gibi bir niyeti yok.

Eminim ki Bahçeli sonsuza kadar MHP’nin başında kalabilmek için her türlü fedakarlığı(!) yapmaktan çekinmeyecektir. Arşivler şahittir ki, Devlet Bahçeli siyasi hayatında bugüne kadar en hakaretamiz ve galiz kelimeleri Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan için kullanmıştır.

***

17-25 Aralık darbe girişimi sonrasında siyaseti bir bakıma Paralel’in ‘casus kulakları’na bağlayan Bahçeli’nin 7 Haziran seçimleri sonrasında fütursuzca “Ver Bilal’i al iktidarı” şeklindeki hakareti hala kulaklarımızda. Eğer Bahçeli ‘ebedi liderliği’ için ufukta bir ışık görürse hiç tereddütsüz Erdoğan’la ittifak kurmaktan bile çekinmeyecektir. Kalite kaybının siyasetçileri ne tür dramatik hallere düşürdüğünü görebiliyor musunuz? Hiç başka örnek aramaya gerek yok. İşte tam da bu tablo başlı başına siyasetin iflasının tescilidir.

Eğer daha az adalet ve daha az eğitimle yetinir hale gelmişseniz Gemerek mahkemesinin MHP kongresiyle ilgili verdiği kararı bile siyasi bir kazanım olarak görmeniz son derece doğaldır.

***

Oysa bu kararı ne hukuk tekniği, ne de vicdanlarda adalet duygusunun tatmini açısından izah etmek mümkün değildir. Açıkça belirtmek gerekirse bu, kelimenin tam anlamıyla hukuksal bir komedidir.

Zira ortada Ankara 12. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin verdiği bir kongre kararı ve sonrasında MHP yönetiminin Yargıtay’a itirazı var. Ortada yürüyen hukuksal bir süreç varken Gemerek mahkemesinin yürütmeyi durdurma kararı vermesinin, işleri hepten içinden çıkılmaz hale getirmekten başka bir işe yaramayacağı o kadar açık ki...

Ne yazık ki şu anda hukukta da, siyasette de manzara bu. Dolayısıyla böyle bir vahamet tablosu karşısında behemehal hepimizin ihtiyacı olan tek şey; bir sükunet dili... Unutmayalım, kalite kaybının rutin haline geldiği bir atmosferde sanki bu yetmiyormuş gibi inadına bir kutuplaşma diline yaslanma ve adalet duygusunu örseleme Türkiye toplumunun ödeyeceği maliyeti daha da ağırlaştıracaktır.

***

Ahmet Hakan / Hürriyet

MHP ile ilgili minik bir tez

VAR ya... enerjinin onda birini Eğer MHP'liler... seçimi kazanmak için Genel merkeziyle, muhalifleriyle
şu kongre sürecine harcadıkları enerjinin onda birini seçimi kazanmak için harcasalar Yüzde 30'u bile aşarlar. 

***

MHP Değişecek / Lütfü Şehsuvaroğlu / Vahdet

MHP değişmeyecek sanıyorlar.

Oysa MHP değişecek.

Değişme kaçınılmaz.

Kim ne derse desin…

O halde yapılması gereken şey aptalca statükonun muhafaza için yağdanlıkları boşaltmak değil.

Basının bir kısmı yine yukarıdan aldıkları işaretle olsa gerek pek de kendilerine uymayan bir söylem içine girdi. Devlet Bahçeli’yi kurtarma söylemi…

Hiç hoşlanmadıkları ve hiç hazzetmedikleri halde görevlerini ifa etmeye çabalıyorlar.

Fakat bazen çok komik duruma düşüyorlar.

Devlet Bahçeli dahil bütün sevenleri utançtan yüzlerini buruşturuyor olsalar gerek…

***

candas.jpg

Tarih gerçekten gizlendi mi / Güngör Mengi / Vatan

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “1919 yılından başlatılan bir tarih anlayışını reddediyorum. Her kim ki zaferleriyle ve yenilgileriyle son 600 yılımızı soyutlayıp eski Türk tarihinden Cumhuriyete atlıyorsa bilin ki o kişi milletimizin de, devletimizin de hasmıdır” dediği konuşması, yapıldığı andan başlayarak tartışmaların merkezi oldu.

Buna şaşmamak gerekir. Zira Cumhurbaşkanı sözlerine “Okul kitaplarından filmlere kadar tarihimizle irtibatımızı kesecek çalışmalar yapıldığını, milletin hayata bu yalanlar üzerinden baktığını, zaferlerimizin bile birileri tarafından özenle gizlendiğini” söyleyerek devam ediyor.

“Cumhuriyetle birlikte medreselerin kaldırılmasının” büyük boşluk yarattığını ekliyor.

Mucize’nin başlangıcı

Oysa 1919’da başlayan Türk tarihi değil, neredeyse tamamı işgal edilmiş Osmanlı topraklarının düşmandan temizlenmesi için Mustafa Kemal’in başlattığı ve sonunda Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşuna varan Milli Mücadele’nin Samsun’da başladığı tarihtir ve bu bütün tarih kitaplarında bu şekilde yer alır.

1919’da başlatılan süreç olmasaydı bugün diğer Müslüman ülkelerdeki mezhep kavgalarından kendini uzak tutmayı başarmış, insan haklarından-hukuktan söz edebilen çağdaş ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti olmayacaktı.

Tarih kitaplarında Osmanlı döneminin savaş ve zaferleri vardır, gizlenmemiştir, bunları hepimiz okuduk.

Eğer Türk tarihinin başlangıcına gideceksek Asya Hunları’ndan başlamak gerekir ki bunu da okuduk. Anadolu’daki Türk devletlerini Saltuklular, Danışmentliler, Selçuklular’dan başlayıp tarih sınavlarında yazdık.

Uzmanlar anlatmalı

Mustafa Kemal’in komutan olarak savaştığı ve mucize bir zaferle biten Çanakkale savaşı da, ondan önce kazanılmış tüm zaferler de gizlenmediğine göre nasıl oluyor da birileri bizi soyutlamış oluyor anlamak mümkün değil.

Yok olmak üzere olan bir imparatorluktan büyük bir devlet yaratan Atatürk ve silah arkadaşlarının, onlarla birlikte bu tarihi yazan kahraman milletimizin ve bize bıraktıkları Cumhuriyet’in takdir edilmesi, Osmanlı tarihinin unutulması anlamına gelmez.

Medreseler konusu başlı başına “uzman tarihçilerin anlatması gereken” bir konudur. Nasıl ki Ermeni iddiaları konusunda “Tarih, tarihçilere bırakılmalı” diyorsak, bu konularda da durum aynıdır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın değindiği gibi “Osmanlı’nın son döneminde yozlaşan ve dünyadaki bilimsel gelişmelere kapalı medreseler” kaldırılmış, yerine çağdaş, bilimsel eğitim getirilmiş.

Adını duyuran Türkler!

Bugüne kadar ve bugün dünya çapında başarı kazanan sanatçılar, edebiyatçılar, bilim insanlarımız bu çağdaş eğitim sistemi sayesinde isimlerini duyurdular.

Nobel dahil çok sayıda gurur veren başarılara imza attılar.

İnsan yaşamının kalitesini arttıran bilim insanlarına verilen Vehbi Koç Vakfı Ödülü’nü bu yıl “İnsan beyniyle ilgili çalışmaları, Fonksiyonel MR buluşu ile” alan Kamil Uğurbil’in, 9 yıl önce alan Aziz Sancar’ın hayatını okumak bile bu tartışmanın cevabını verecektir.

Aziz Sancar bu ödülden 8 yıl sonra da Nobel’i almıştı!

***

Bize roketler, Katar’a üs / Emin Çölaşan / Sözcü

Sevgili okuyucularım, medyadan mutlaka izliyorsunuz… Sayelerinde sınır komşumuz olan İslamcı terör örgütü IŞİD tarafından fırlatılan roketler Kilis ve Gaziantep’i vuruyor, insanlar ölüyor. 

Bugüne kadar Kilis’te 18 kişi öldü. Halk panik içerisinde kaçışıyor. 

Bu roketler nereden ateşleniyor? Sınırımıza bilemediniz 10 kilometre öteden! Yani oraya yürüyerek gitseniz iki saatinizi alır. O kadar yakın. 

Peki biz ne yapıyoruz? 

Olayı seyretmekle, ah vah etmekle yetiniyoruz. 

Bizim uçaklarımız nerede? IŞİD üsleri niçin bombalanmıyor? 

Bombalanmıyor çünkü ABD uçaklarımızın sınır ötesine geçmesine izin vermiyor! 

Türkiye Cumhuriyeti olarak tecavüze uğruyoruz ama elimiz kolumuz bağlı izlemek zorunda kalıyoruz. 

Türkiye’nin dört bir yanında istisnasız her gün kaldırılmakta olan şehit cenazelerine hiç değinmiyorum. 

*  *  *

Sadrazam Davutoğlu Ahmet Paşa üç gün önce Katar’a gitti… Bugüne kadar16. kez gidişi… Orada bir askeri üs açılıyor…

Ve bizim savunmamızla uzaktan yakından ilgisi olmayan o üsse Türk askeri konuşlanacak. 

Kara, deniz, hava ve jandarma birlikleri…

3.500 Türk askeri.

Gerektiğinde para babası Katar’ı savunacak! 

Sen kendi ülkende hezimete uğruyorsun. Kentlerine bir yanda roketler düşüyor, ahali kaçışıyor. 

Toplarımız, tanklarımız, karakollarımız isabet alıyor. 

Öbür yanda Güneydoğu’da adeta bir iç savaş yaşanıyor…

Ve ülkendeki sorunlarla baş edemeyen sen, gidip Katar’da üs kuruyorsun. 

Ne işin var senin oralarda?

*  *  *

Benzer olaya iki hafta önce Suudi Arabistan’da tanık olduk. Hırsız Suudiler bir İslam ordusu kurmuş. 

Kime karşı?.. İslam ordusu olduğuna göre Hristiyanlara mı karşı?

Oysa hem Katar, hem de Suudi Arabistan tümüyle Hristiyanların, özellikle de ABD’nin kucağında oturan iki ülkedir ve ikisi de bu AKP iktidarının en yakın dostlarıdır.   

İslam ordusunun geçit törenini izledim, ilkel Afrika ülkelerinin bayraklarıyla birlikte bizim de bayrağımız o iki paralık hırsız, namussuz ve din tüccarı Suudi hanedanının önünden saygıyla, eğilerek geçiyordu!

Bu İslam ordusu, bölgede ağırlığı giderek artan Şii İran’a karşı kuruluyor. 

Şiilere karşı Sünni ittifak!

Katar-Suudi Arabistan-Türkiye. 

21. yüzyılda laik Türkiye Cumhuriyeti’nin düşürüldüğü şu içler acısı durumlara lütfen iyi bakınız. 

 

***

Bilgi hamallığının ötesine geçemiyoruz / Abbas Güçlü / Milliyet

TEOG ve benzeri sınavlar, eğitim sistemimizin bir kez daha sorgulanmasına neden oldu.
Çocukları- mızın hayal gücünü 4-5 seçenekle sınırlamanın, sınav dopinginin, en önemlisi de üretmeye değil de öğrenmeye odaklanmanın getirileri-götürüleri tartışılıyor.


Bilgiyi öğrenmede 17, üretime geçirmede 97. sıradaymışız!..
İşte asıl sorun bu noktada başlıyor!
Üreten bir Türkiye için değil, sınav yarışı için öğrenci hazırlıyoruz!..
Üretim, üretim, üretim...
Bilgi toplumu olmanın yetmediği, bilgiyi üretime hatta katma değeri yüksek ürünlere dönüştürme döneminden geçiyoruz.
Bunu yapan ülkeler aldı başını gidiyor, bizim gibi bilgi hamallığı yapan ülkeler ise enerjisini, zamanını, hayallerini boşa harcıyor!
Peki, bu yanlışı görenlerimiz yok mu?
Olsa böyle olur muydu?
Biz hâlâ yayın ve patent sayısını artırmaya çalışıyoruz.
Önemsiz mi elbette çok önemli.
Ama artık bir adım ötesine geçmek gerekiyor.
Çünkü bırakın yayın ve atıf sayısını, patent bile artık çok şey ifade etmiyor. Çünkü on bin patentten sadece birisi para kazandırıyormuş!
Geleceği yakalamanın en doğru yolu, onu öngörmekten geçiyor.
Ama biz ne yapıyoruz?
Çocuklarımızın hayallerini köreltip, önlerindeki seçeneklerden hangisinin doğru olduğunu bulmalarını istiyoruz.
Yani, bırakın hayal etmeyi, bırakın sonsuz seçeneği, önünüzdeki dört ya da beş seçenekten hangisi doğru onu bul ve bize söyle diyoruz.
Tıpkı, sokaklardaki bul karayı, al parayı oynatan kumarbazlar gibi.
Yazık hem de çok yazık!..

***

Özel hastanelere isyan bayrağı / Mert Nayır / vatan

Bu sefer bayrağı biz çekmedik. Konunun en yetkili ismi Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) Başkanı Mehmet Selim Bağlı’dan geliyor yolsuzluk isyanı. Bakın ne diyor Başkan Bağlı: “SGK bir geri ödeme kuruluşudur. Harcamaların 4’te 1’inin sağlık hizmetlerinin finansmanında kullanılır. Bu yaklaşık 60 milyar liraya denk gelir. Tedavi harcamaları 39.5 milyar, ilaç harcamaları 19 milyar TL. En fazla ödeme yapılan birim kamu hastaneleri. Özel sektörün sağladığı rekabet kamu için yol gösterici olmalıdır. Bu sektör ayakta kalacak. Sadece kamu ile sağlık hizmetlerinin sunulmayacağı tartışılmaz bir hakikat”.

Buraya kadar her şey normal. Hakikat şimdi başlıyor; Hakimlik ve hekimlik mesleğinin yolsuzlukla yan yana gelmemesi gerektiğine vurgu yapan SGK Başkanı Bağlı, devam ediyor:

ÖLÜYÜ TEDAVİ EDİYOR!

“Parayla bir hekimin çok fazla ilişkisi olmaz diye bilinir. Hele yolsuzlukla, usulsüzlükle hiçbir şekilde bunların yan yana gelmemesi gerekiyor. Bir hastane düşünün 124 bin vaka gönderiyor, bunun 123 bini acil. Orada atom bombası falan patlamadı. Hastane düşünün ölüyü tedavi ediyor, 60 yaşındaki teyzeye doğum yaptırıyor. Evlenmemiş kızımız gidiyor sezaryen ameliyatı oluyor, ortada çocuk yok, bir çocuk buluyorlar. Geriye dönük resmi bir muamele, evlilik cüzdanı çıkartılıyor. MERNİS’e kayıt yaptırılıyor. Bitmedi devamı var;  Ölü adam nasıl tedavi edilir? Cezaevindeki adam nasıl diyalize girer? Almanya’daki insan nasıl böbrek ameliyatı olur? Bunları görmüyor musunuz? Görüyoruz, yakalıyoruz, tedbir kararı koyuyoruz, fesih yapıyoruz. Ondan sonra hemen toplanıyorlar, ortaklar orada çalışanlara devir yapıyorlar, ’Yeni bir şirket olarak geldim benimle sözleşme yap.’ Şeytan taşlamaktan salavat çekmeye vakit bulamadık. Bize verilen talimat bu sorunları çözme yolunda. Bu sektör ayakta kalacak. Hep beraber bu problemleri aşacağız, yeter ki uzlaşı içerisinde olalım.”

KİŞİYE ÖZEL MUAMELE

Bulamayız Başkanım bulamayız. Çünkü adı üstünde “özel” hastane… Yani kişiye “özel” muamele… ‘Masraflar çıkmıyor’ dediler muayene ücretlerinde farkı getirdiniz yüzde 200’e, yetmedi doktor farkı da koydunuz. Ama yetmiyor, görüyoruz ve duyuyoruz ki bir de acile göz dikmişler. Ancak unutulan bir nokta var; bütün hastaneler ve sağlık kuruluşları SGK ile sözleşmesi olsun olmasın, acil durumda olan tüm hastaları muayene ve tedavi etmek zorundadır. Hastadan veya hasta yakınlarından para istenmez çünkü tüm acil sağlık giderleri SGK tarafından hastanelere Sağlık Uygulama Tebliği fiyatları üzerinden ödenir. Bu durum acil hal bitene kadardır. Acil hal bittiğinde hasta (hastanın sağlık durumu stabil hale veya nakle hazır duruma gelmişse) ya devlet hastanesine nakil isteyecek ya da özel hastanenin taksimetresine razı olacak.

Travma vakaları, acil servis başvuruları sonrası hastaneye yatışı yapılan vakalar,  tıbbi müdahale uygulanan vakalar, müşahede altına alınan vakalar, sevk edilen ya da başka bir sağlık hizmet sunucusundan sevkli gelen vakalar acildir.

ZAYIF ANDA ATTIRILAN İMZA

Sayısız telefon ve yazılı şikâyet geliyor özel hastane faturalarından bir de hasta ve yakınlarının duygusal olarak en zayıf olduğu anlarda attırılan imzalardan. Şimdi dikkatle okuyun:

Size girişte imzalatılan evrakın hiçbir geçerliliği yoktur. Acil hal bitene kadar tüm tedavilerin ücretsiz olarak uygulanması gerekmektedir. Acil hal bittikten sonra hasta ya da hasta yakınına sevk veya tedavi devamı için bilgi verilir, buna göre hasta ya da yakını taahhütname imzalar. Yalnızca bu belgenin geçerliliği vardır. Faturasız veya belgesiz tedavi ödemesi yapmayın. Sizden acil tedavilerinde para talep edildiğinde Alo 170 SGK, Alo 184 Sağlık Bakanlığı, Alo 189 Maliye Bakanlığı şikâyet hatlarını devreye sokun.

Özetle ve “özel” nedenlerle; atom bombasına gerek yok, devletin üstünden milyonlarca vurgun yapan hastanelerin yanında sahte boşanıp yetim maaşını alana kızmamak lazım. Balık daha baştan kokuyor…

***

Ey Atatürk Düşmanları / Zeynep Oral / Cumhuriyet

Atatürk uygarlıktır 
Laiklikten ödün vere vere, kalmadı kalmadı türküsünü söyleyeceğiz yakında! 
Günün birinde Türkiye’de şöyle bir kampanya açılabileceğini düşünür müydünüz:“Tarih dersinden Atatürk ve İnkılaplarının kaldırılmasına seyirci kalmayacağız.” 
Evet internette (change.org) böyle bir kampanya var! Milli Eğitim Bakanlığı ortaöğretimde okutulacak “Tarih Dersi Öğretim Programı”nı taslak olarak yayımladı. Eğitimİş Genel Başkanı, programda Atatürk’ten, Kurtuluş Savaşı’ndan, Cumhuriyet devriminden, ilkelerinden söz edilmemesine tepki gösterdi. 
Buradan hareketle, gençler bir kampanya başlattı. İmza topluyorlar... 
Benim içimden, “Eyy Atatürk düşmanları!” diye haykırmak geliyor. Bu çabanız boşuna! Öyle derinlere yerleşti ki bu sevgi ve saygı tüm unutturma çabaları anca ters teper! 
Bu ülke gençliği, bu ülkenin şeyhler, dervişler, tarikatçılar, sapıklar ülkesi olmasına izin vermez! 
Eyyy Atatürk düşmanları! Atatürk uygarlıktır, Atatürk çağdaşlıktır! Hâlâ anlamadınız mı!