Medya Arkası (15.05.2017)

Medya Arkası (15.05.2017)
Köşe yazarlarının bugünkü gündeminde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump'ın görüşmesi yer aldı. İşte günün öne çıkan yazıları:

Erdoğan Gül’e neden çok soğuk? / Can Ataklı / Korkusuz

Gül’ün Cumhurbaşkanlığı sırasında iki liderin eşlerinin geçinemediği, Emine Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkmamak ve Hayrünisa Gül ile karşılaşmamak için bin dereden su getirdiği de çok konuşuldu.

Gül’ün 7 yıllık görev süresinin bitiminde yeni düzene göre yeniden aday olmak istemesi, buna Erdoğan’ın engel olduğu da bir gerçek.

Referandum sırasında Gül’ün hayır kampanyasına katılmamakla birlikte evet için hiç destek vermemesi de AKP çevrelerinde çok manidar karşılanmıştı.

Zaten saraya yakın kimi gazeteci ve akademisyenin Gül ve arkadaşlarına yönelik hakaret kampanyaları da iki lider arasındaki soğukluğu kanıtlıyor.

Ancak hafta sonu konuştuğum “kulağı delik” kaynaklarımdan biri “Aralarının kötü olması 17-25 Aralık’a dayanıyor” dedi.

Anlattığına göre aslında bu gerçeğin bir bölümü 17-25 Aralık tapelerinde var.

Erdoğan olay günü oğlu Bilal’ı arıyor. “Bu işin başında Zekeriya Öz var. Onu bana Hamdi Topçu (THY eski yönetim kurulu başkanı) getirmişti. Hemen ona git” diyor.

Bilal Erdoğan Hamdi Topçu’ya gidiyor. Topçu canı biraz sıkkın olsa da mecburen Bilal Erdoğan’ı alıp Zekeriya Öz’e gidiyor. Ancak Zekeriye Öz beklenen tepkiyi vermiyor ve “Artık çok geç. Ben istesem bile bir şey yapamam” karşılığını veriyor.

Bu operasyonda Bilal Erdoğan’ın da gözaltına alınması söz konusu olunca buna çok öfkelenen Tayyip Erdoğan “Abdullah Amcana (Abdullah Gül) git, hemen durumu anlat, bir şeyler yapsın” talimatı veriyor.

Bilal Erdoğan bunun üzerine Abdullah Gül’e koşuyor. Gül ise Bilal Erdoğan’a “Bu durumda bir Cumhurbaşkanı olarak müdahale edersem iş daha da büyür” dedikten sonra şu nasihati veriyor; “Evladım, herhalde bu yolsuzluk olayının içinde değilsin, olamazsın da, yani korkacak bir şeyin yok, bence hiç çekinme, git ifade ver, böylesi daha hayırlı” diyor.

“Kulağı delik” kaynağım bunları anlattıktan sonra “Bilal Erdoğan, Gül’ün sözlerini babasına aktardığında kıyamet kopuyor, işte o gün bu gün Erdoğan Gül’ü affetmiyor” dedi.

Kaynağımın daha sonra anlattığı bir şey ise gerçekten “akla ziyan” bir durum.

Çünkü iddiasına göre bir grup polis Bilal Erdoğan’ı gözaltına almak için eve geliyor. İşte o anda çok garip şeyler yaşanıyor. Tabii bunlar doğruysa gerçek bir gün mutlaka ortaya çıkacaktır.

O günlerden bu günlere elbette çok şeyler değişti. Bilal Erdoğan uzunca bir süre ortalarda görünmedi. Dışarı çıkacağı zaman da hep babasının makam aracında oturdu. Şimdilerde rahat olduğunu görüyoruz. Rahat olmasına rahat da nedense babasıyla birlikte bazı dış gezilere katılmıyor. O da ayrıca dikkat çekici bir nokta.

İktidarcı cephede kavga büyüyor /Mehmet Tezkan / Milliyet

İslamcılar iktidar partisinden tasfiye ediliyor çıkışıyla başlayan tartışma dallanıp budaklandı..

Taraflar bazen açıkça isim vererek..

Bazen satır aralarında laf çakarak..

Bazen  şikâyet ederek..

Birbirine girmiş halde.. Kavganın özeti şu..

Reis’e kim daha yakın.. Veya Reis kimin tarafında..

Bu arada ihanet, davadan kopma, saf değiştirme suçlamaları gırla... Taraflar kılıçlarını rakibini indirmek için fırsat kolluyor..

Taraflar kavga etmekle kalmıyor, iktidardan destek bulmak için her yolu deniyor..

Mesele önce Cumhurbaşkanı’na soruldu..

Cumhurbaşkanı’nın hangi tarafı haklı bulduğu test edilmek istendi.. Cumhurbaşkanı yüz vermedi..

‘Biz tekkeye mürit aramıyoruz’  diyerek  hangimiz çok biat ediyor kavgasını doğru bulmadığını ima etti..

Hatta..

‘Ama bazıları işi tamamen şirazesinden çıkardı’ diyerek de hoşnut olmadığını  söyledi..        

Cumhurbaşkanı yüz vermeyince bu kez Başbakan’ın nabzını yokladılar..

Başbakan’a sordular..

Meseleyi Başbakan’ın gündemine taşıdılar..

Başbakan; ‘arkadaşlar, bedel ödemeden, ter dökmeden kimse AK Parti adına racon kesemez, kusura bakmasın. Kesiyorsa, onların sesini kesmesini de biliriz, öyle şey olur mu? Partimiz adına kimse ahkâm kesemez,’ dedi..

Laf kime gitti?!..

Başbakan’ın bu sözü üzerinden yeni tartışma başlayacak..

Kimse üzerine alınmayacak tabii..

‘Başbakan sizi kastetti, hayır hayır sizi kastetti’ yorumlarıyla teflon tava politikası izlenecek..

Herhalde AKP kongresinden sonra iktidarcı çevrede kıyamet kopacak..

İktidarcı medya yeniden şekillenecek..

Görünen o..

Sakın geç kalma Bahçeli, erken gel / Mehmet Ocaktan / Karar

Öyle anlaşılıyor ki bu defa Bahçeli’nin idam konusunda acelesi var. Bu işin bir an önce halledilmesi için AK Parti’ye yaptığı çağrı gerçekten ürkütücü: “MHP buradadır, bu bahsin kapanmasını acilen beklemektedir. Vatan hainlerine cezaysa ceza, idamsa idam. İşte er meydanı, işte Türkiye Büyük Millet Meclisi. Cumhurbaşkanı kanun önüne gelirse onaylayacak mıdır? Evet. O halde durmayalım, alttan almayalım, geciktirmeyelim. Türkiye’nin kendi göbek bağını nasıl kestiğini, nasıl keseceğini herkese gösterelim.”

Şimdi soru şu; idam yasalaştığında FETÖ darbecilerine uygulanacak mı? Hayır, çünkü yasa geriye işlemiyor.

Peki Öcalan’a uygulanacak mı? Hayır, çünkü yasa geriye dönük olarak işlemiyor...

Peki, kim için çıkacak bu yasa, elbette bundan sonra aynı suçu işleyecek olanlar için...

Kaldı ki, yıllardır demokratik dünya ile aynı dalga boyutunda buluşabilmek için, yasal mevzuatında önemli değişimler gerçekleştiren Türkiye’nin, vesayet dönemlerindeki o ağır iklime dönmesi herhalde büyük bir talihsizlik olacaktır.

İşte bu yüzden Bahçeli’nin durup dururken böylesine milimetrik dönüşler yapmasından gerçekten huylanıyorum. Bence bu konuda özellikle AK Parti’nin daha dikkatli bir analiz yapmasında fayda var...

Türkiye nasıl Amerikancı olur / Ahmet Hakan / Hürriyet

TRUMP var ya Trump...

Tüm ezberleri bozsa...

Yumruğunu masaya vursa...

Yüksek sesle haykırsa...

Ve başlasa konuşmaya...

 “FETÖ’yü iade ettim gitti” dese...

“YPG’ye silahı kestim gitti” dese...

“Reza’yı kurtardım gitti” dese...

Türkiye anında Amerikancı olur.

“Ver mehteri ver”in yerini...“Ver Amerikan Milli Marşı’nı ver” bile alır.

Masada kalmak önemli /Mete Yarar / Karar

Şu bir gerçek ki Avrupa kıtası bir veya iki ülke hariç sosyal patlamalar yaşayacak. Uluslararası finans ve sigorta gibi evrensel olarak değişmeyecek sektörleri elinde tutanlar bu değişimden olumsuz etkilenmeyecek. Kimse kendisinden başka bir ülkeyi finanse etmek için çaba sarf etmeyecek.

Artık kimse kendi kaynaklarıyla başka bir ülkenin güvenliği sağlamak istemiyor. Ülkelerin kaynakları azaldıkça askeri operasyonların şekli de değişiyor. Daha az maliyetli olan farklı teknikler hayata geçiriliyor. Ülkelerin yasalar önünde bağlayacı kurallara uymak istememesi nedeniyle de kullanılan teknikler örtülü operasyonlara dönüşebiliyor.

Vekalet savaşları dediğimiz dönemde ülkeler kural tanımadan, ittifak veya müttefik demeden faklı uygulamalar yapabiliyor. Tam burada Türkiye ve ABD ilişkilerine bir bakmakta yarar var.

PYD üzerinden yaşananları ilişkilerin kırılma noktası olarak mı algılayalım, yoksa yeni dünya düzeninin bir sonucu olarak mı algılayalım? Doğru teşhis koymak gerekirse, bu yalnızca bize yapılan bir şey değil.

ABD ve İngiltere arasında, Suudi Arabistan’la veya Almanya ile de farklı versiyonlarda sorunlar yaşanıyor. Bunları çözmek için de herkes kendi başına mücadele ediyor. ABD’nin değişmez Ortadoğu müttefiki İsrail’le bile yoğun bir sorun yaşanıyor.

Yaşanan problemi aslında Sayın Binali Yıldırım çok iyi özetledi. ‘Bu silah sevkiyatı ile ilgili olarak ABD ile savaşacak değiliz’ dedi. Başka bir soru karşısında da ‘Gerektiği her durumda PYD’yi vururuz’ diye devam etti. Aslında bu dönemin en önemli diplomasi mantığı da bu sanırım. Herkes bir şekilde vekalet vereceği bir partner arıyor. Bu partnerin de fazla birşey istemeyen kuralsız bir grup olmasını tercih ediyor. Onlar bu kuralsız grubu seçme hakkı olduğunu düşünüyorsa bizim de bu kuralsızlıkları ortadan kaldırmaya hakkımız olduğunu biliyorlar. Türkiye, Irak ve Suriye’de kendisiyle ortak hareket edecek grupları oluşturmalı ve orta ölçek bir büyüklüğe getirmelidir.

Amerika ve YPG /Serdar Turgut / Habertürk

ABD’nin birlikte çalışma niyetini beyan ettiği YPG’nin aslında bir terörist örgütü olduğu ve PKK ile somut bağlantıları bulunduğu yolunda yeni delillerin getirileceğinin Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından açıklanması, bu zirve için yapılmış son derece önemli bir hamledir.

Bazı Amerikan kaynakları “Yeni delile ne gerek var? Bunlar zaten bizim elimizde var” deseler de bu hamlenin hayli gerekli ve önemli olduğu görülüyor.

Amerikan sisteminin işleyişi içinde bu tür delillerin hayli etkili ve oyun değiştirici olması ihtimali de var çünkü.

ABD’de başkanlar YPG türü örgütlere “Ben verdim” diyerek silah veremiyorlar. Buna kalkışırlarsa anayasal suç da işlemiş olurlar.

Amerika’nın bir terörist örgüte siah vermesi bazı koşullar dışında imkânsız.

YPG’nın bir terörist örgüt olduğu Amerika tatrafından da bilindiğinden ve bunun PKK ile bağlantıları da Washington’da anlaşıldığından eğer başkan buna rağmen bu örgüte silah vercekse Amerikan Kongresi’nden onay almak zorunda.

Amerikan Kongresi Beyaz Saray’ın başvurusunu aldıktan sonra eğer bu duruma bir feragatname (waiver) verirse ancak ondan sonra silah gönderilebiliyor YPG’ye.

Trump’la trampa masasında / Aydın Engin / Cumhuriyet

Eğer son anda bir değişiklik olmazsa, mesela Amerikan’ın Reis’i “Gelme. Vazgeçtim” ya da bizim Reis “Kızdım. Gelmiyorum” demezse yarın Donald Trump ile bizim milli ve yerli Reis, Washington’da bir masanın iki yanında karşılıklı oturacaklar.

Yukarıdaki paragrafı “demezse” parantezine ne olur ne olmaz kaygısı, meslek alışkanlığı ile almadım. Çünkü “gelme” ya da “gelmiyorum” diyebilirler. O masa adeta bir poker masası. El yükselten ön alır, kârlı çıkar.

Nitekim 16 Mayıs buluşması epey önceden belli olmasına rağmen buluşmaya birkaç gün kala Trump, YPG’ye ağır silahlar vereceğini ilan etti. Yetmedi, o silahları geri almayacağını da ekledi.

Yani masaya oturmadan el yükseltti.

Yerli ve milli Reis “Ben oraya gidinceye kadar bu yanlış karardan dönüleceğini umuyorum” demekle yetindi. Yani epey alttan aldı. Ancak onun da masada usta bir oyuncu olduğunu göz ardı etmeyin. Masada hangi kozları çıkaracağını henüz belli etmiş değil ve elinde epey koz var.

Ortada para dönmeyecek gibi. Demek ki bu bir trampa.

Sözlük, Yunanca kökenli trampa’yı “Para karşılığı olmadan bir şeyi diğer bir şeyle değiştirme” olarak tanımlamış. Arı Türkçede karşılığı pek yalın: Değiş tokuş.

Peki ne ile ne trampa edilecek?

Bizim Reis’in hesabı pek kısa:

“Suriye ve hatta Irak sınırımızda Kürt devleti ya da kantonu ya da özerk bölgesi, yani Kürt istemiyorum. Bir de şu FETO’yu bana ver.”

Amerikan Reis’ininki de pek kısa:

“Güvenilir alternatif enerji kaynaklarına sahip olana kadar en az 40-50 yıl yetecek kadar petrol Ortadoğu’nun çöllerinin altında yatıyor. Ortadoğu’nun bugününü ve yakın geleceğini ben belirleyeceğim.”

Erdoğan-Trump: Anlaşma olabilir... /Ardan Zentürk / Star


Bilinmesi gereken birinci nokta: Erdoğan Washington’a kavga etmeye gitmiyor, Trump da bir takım iç ve dış çevrelerin beklentisinin aksine, son yıllarda çok yıpranmış Türk-Amerikan ilişkisini yeniden rayına oturtmanın telaşı içinde.

Erdoğan, Amerikan yönetimine bir gerçeği çok iyi sergiledi: Türkiye’nin küresel diplomasi ve askeri dengelerde çoklu seçeneği vardır, ama, iş Ortadoğu olunca ABD-İsrail ittifakının sırtlarını Türkiye’den başka bir güce yaslama olanağı yoktur.

Karaçok ve Sincar’ın bombalanması Erdoğan’ın elini yükselten bir askeri hamleydi,  Trump buna, ziyaret öncesi o tartışılan kararnameyi imzalayarak cevap verdi. Tamam. İki lider şimdi “eşit koşullarda” masaya oturacak, ama, masada ikna edilmesi gereken tek isim var: Recep Tayyip Erdoğan.

Erdoğan’ın, “yapacağımız görüşme virgül değil, nokta mesabesinde (değerinde)olacaktır” sözü tarihi önemde.