Medya Arkası (17.05.2017)

Medya Arkası (17.05.2017)
Köşe yazarlarının bugünkü gündeminde Trump ile Erdoğan görüşmesi yer aldı. İşte günün öne çıkan yazıları:

“Atatürk’ü seversiniz sevmezsiniz” diyemezsiniz / Can Ataklı / Korkusuz

Son dönemlerdeki iklimin de etkisiyle artan Atatürk düşmanlığı toplumda ciddi tepkiler yaratırken iktidar kanadının güya Atatürk'e sahip çıkan açıklamalarını ilgi ve ibretle izliyorum.

Dün de yazmıştım. Dört gün sessiz kaldıktan sonra Cumhurbaşkanı sonunda konuştu ama ne dedi? “Eleştirmek başka ama işe eşleri kardeşleri karıştıramazsınız.”

Atatürk'e sahip çıkmak, onun değerini söylemek yok, “eleştir ama eşlere annelere girme.”

Başbakan biraz daha vicdanlı olmalı ki hiç olmazsa Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu olduğunu hatırlatıyor Atatürk'ün.

Yandaş medyadaki yazarlar, ekranlarda boy gösteren ne olduklarını bilmediğimiz akademisyenler ise Atatürk'e asla sahip çıkmadan sadece “bu kadarı olmaz” diyerek güya yasak savıyorlar.

Çoğu konuya “Atatürk'ü seversiniz sevmezsiniz o başka, ama hakaret edemezsiniz” cümlesiyle giriş yapıyor.

Herbirinin Atatürk'ü hiç sevmediğini, daha doğrusu O'nun Türkiye'nin önündeki demokrasiye, hukuka, insan haklarına giden kapıyı açtığı için düşman olduğunu elbette biliyoruz.

Ama bu düşmanlıklarını korktukları için açıktan açığa söyleyemiyorlar, böyle dolambaçlı yollarla kendilerini kurtarıyorlar.

Şunu herkes bilmeli.

“Kimse Atatürk'ü seversiniz, sevmezsiniz” diyemez.

Bu cümleyi kuran herkesin demokrasiden, hukuktan, insan haklarından, medeni olmaktan, ahlaklı, vicdanlı, namuslu olmaktan hiç nasibini almadığını bilmeliyiz.

Sorun Atatürk'ü sevmek sevmemek değildir.

Atatürk ve arkadaşları bundan 100 yıl önce canlarını ortaya koyarak dünya emperyalizmine bayrak açmışlar, bu emperyalist güçler tarafından yok edilen bir imparatorluğun küllerinden Türkiye Cumhuriyeti'ni yaratmışlardır.

Eğer bugün karşı devrimci güçler iktidara gelebilmişlerse, bunu yine Atatürk'ün kapılarını açtığı demokrasi, hukuk sistemi sayesinde başarmışlardır.

Bugün karşı devrim yaptıklarını sanarak iktidar koltuklarında güvenle oturduklarını sananlar sakın kendilerini aldatmasınlar.

Bu ülkenin sağduyulu, namuslu, aydınlığa ve medeniyete açık insanları bu karşı devrimi eninde sonunda alaşağı edecek güçtedir.

Partili Cumhurbaşkanlığı dönemine doğru/ Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet

Yargıda AKP-MHP Koalisyonu

Dün TBMM'de Anayasa değişikliği nedeniyle yeniden oluşturulacak Hâkimler ve Savcılar Kurulu'nun 7 üyesi için seçim başladı. Anayasa ve Adalet komisyonlarının birlikte toplanmasıyla oluşan Karma Komisyon, 7 adayın üç misli 21 aday belirlemişti. Genel Kurul'da ilk oylamada her üyelik için 367 oy gerekiyor, ikinci turda ise 330 oy şartı var. Bir aday 330a ulaşamaz ise en çok oyu alan iki aday arasından kura çekilecek. Ancak buna da gerek kalmayacağı görülüyor çünkü kulis haberlerine göre AKP ve MHP anlaşmış. 7 üyelikten 5'ini AKP, 2'sini MHP alacak ve ikinci tur oylamada seçim tamamlanacakmış. 21 aday arasında AKP'li Beyoğlu Belediye Başkan Yardımcısı. AKP Kadın Kolları MKYK üyesi. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'ııin avukatı. Adalet Bakanlığı Kanunlar Genel Müdürü, Koza Grubu’na atanan kayyum. Başbakanlık Bilgi Edinme Kumlu üyesi gibi isimler var. Böylece AKP ve MHP koalisyonu "partili yargı" dönemi için yapılması gerekenlerden üzerlerine düşeni yapmış olacak. Geri kalan dört üyeyi zaten Cumhurbaşkanı bizzat seçecek. Adalet Bakanı ve Bakanlık Müsteşarı nı da eklediniz mi. oldu size Türkiye'de yargıyı idare edecek, hâkim ve savcılan atayıp tayin, terfi işlemlerini yapacak bir kurul! Ve sonra bu kuruldan "bağımsız ve tarafsız" davranmasını bekleyeceğiz öyle mi?

CHP’nin 2019 seçim planı / Mehmet Tezkan / Milliyet

İki cümleyle özetleyeyim..

2019'un kasım ayında yapılacak (belki daha önce de olur, '2018'in ilkbaharında 2019'un martında yerel seçimle birlikte; üçü bir arada) cumhurbaşkanlığı seçimini referanduma çevirmek..

Yani..

Referandumun referandumunu yapmak..

CHP, hayır bloğunda yer alan tüm partiler ve sivil toplum kuruluşlarıyla görüşerek anayasa taslağı hazırlayacakmış..

Anayasanın özü; güçlendirilmiş parlamenter sistem..

Doğru karar..

Hep savunuyorum, ilk seçimde biz kimi seçeceğimizi değil, yeniden sistemi oylayacağız..

İstesek de istemesek de..

16 Nisan'da evet diyen bloğun (AKP-MHP) adayı belli..

Cumhurbaşkanı..

16 Nisan'da hayır diyen blok da mecburen aday çıkaracak ama o aday ben bu sisteme karşıyım diye meydanlara çıkacak..

Seçilirsem sistemi değiştireceğim söylemiyle oy isteyecek..

Tayyip Bey olmasın, ben olayım diyemez!.

Bu sebeple ilk seçim referandumdur.. 
 

Kurtar bizi Trump / Emin Çölaşan / Sözcü

Sevgili okurlarım, bunlar günün birinde Suriye ile kapıştılar. Gizli talimat ABD'den gelmişti ve şöyle idi:

“Eyy Recep Tayyip Bey, biz Esad'ı devirmeye karar verdik. Haydi görev başına… Sen de katkıda bulun, gir Suriye'ye, vur kır!.. Sonrasında payına düşeni sana fazlasıyla veririz! Komşuda pişer sana da düşer!”

“Payına düşen” olayını geçmiş yıllarda, özellikle Osmanlı'nın son döneminde yaşamıştık. Müttefikimiz Almanya'nın tatlı vaatleriyle Birinci Dünya Savaşına daldık.

Kazandığımız takdirde kapitülasyonlar kalkacak, Kafkasya bizim olacak, Balkanlar'da yitirdiğimiz toprakları alacaktık!

Savaş bitti, yenildik ve ağır bir yıkımla birlikte nasihat almış olduk.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında da aynı oyun sergilendi. İngiltere, tarafsızlığını sürdüren Türkiye'nin savaşa mutlaka girmesini istiyordu. Churchill bu amaçla Adana'ya gelip cumhurbaşkanı İnönü ile görüştü. Savaşa (Almanya'ya karşı) en kısa zamanda, bir an önce girmemizi istiyordu.

Karşılığında Ege adaları bize verilecekti!

Birinci Dünya Savaşı'nda başımıza gelenleri çok iyi bilenİnönü çok ustaca manevralarla bu istemleri geri çevirdi ve Türkiye'yi savaş belasına bulaştırmadı.

Devlet adamlığı işte budur.
 

Dünkü zirve / Rauf Tamer / Posta

Hem ABD tarafının, hem Türk tarafının tavrı, önceden biliniyordu. Gayet açık...

ABD, Obama’nın bıraktığı enkazı benimsemiş, Türkiye ise uzun süren bu oyuna artık nokta koymaya karar vermiş gözüküyordu.

Zaten de...

İnceldiği yerden kopma ihtimaliyle toplantıya girdiler, masaya oturdular.

Bizim tezimiz kuvvetli.

35 yıldır Türk-Kürt demeden, çocuk, kadın, yaşlı, asker, sivil, hiç ayırt etmeden onbinlerce insanın canına kıymış bir terör örgütü, nasıl olur da bir “ciddi devlet” tarafından kendine müttefik seçilir? Ayrıca ABD, ta okyanus ötesinden gelip Suriye’de ne arar?

Sırf bu değil.

- Başka sitemlerimiz de var.

Dosya epey kabarık.

Kore Savaşı’ndan beri sürekli yükselen ortak duygularımız ve dostane ilişkilerimiz, şu katil sürüleri yüzünden zedelenebilir mi? Öcalan’ı paketleyip bize teslim eden ABD’ye hiç yakışır mı?

Bu ve benzer sorular.

Hepsi masaya yatırıldı.

Saat farkı sebebiyle zirvenin sonucu hakkında ayrıntılı bilgiye henüz sahip değiliz.

Yazıyı yazdığımız saatlerde, zirve devam ediyordu.

Ama şunu söyleyebiliriz:

- Aklıselim herhalde galip gelecektir.

Gelmezse de ne yapalım?

Son kararımızı peşinen ima ettik zaten. Millet olarak da içimize çoktaan sindirdik.

İlk 20 dakika / Güneri Civaoğlu / Milliyet

Cumhuriyet Türkiye’sinin en başarılı Dışişleri bakanları arasındadır merhum İhsan Sabri Çağlayangil.

Emniyet’ten, valilikten gelmiştir ama kariyerinin en pırıltılı yılları diplomasidedir.

Bunu -kolay beğenmeyen- diplomatlarımız da teslim ederler.

Şu satırların yazılışından birkaç saat sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Beyaz Saray’da ABD Başkanı Donald Trump’la karşı karşıya gelecek.

Baş başa görüşme 20 dakika olarak planlanmış.

Psikoloji bilimine göre “kişi hiç dikkatini dağıtmadan bir konuya ancak 20 dakika odaklanabilir.”

Yani...

Baş başa görüşme bilimsel verilerle örtüşüyor.

Ama gene de...

20 dakika kısa süre...

Ta Çin’den kalkıp Kuzey Kutbu üzerinden sarkarak Washington’a kadar binlerce mil sadece 20 dakikalık görüşme için mi?

Sanırım bu 20 dakikanın üzerinde gerçekleşecektir Erdoğan-Trump baş başa görüşmesi.

Daha önceki kritik zirvelerden deneyimim odur ki “ev sahibi lider, konuk lidere özel ilgi gösterdiğinin, değerini takdir ettiğinin göstergesi olarak, görüşmeyi uzatır, programda belirlenen süreyi hayli aşar. Hatta böyle bir jesti daha güzel vitrinlemek için programda yazılı süre özellikle kısa tutulur ki sözgelişi 1 saat baş başa zaman geçirmek siyaseten iyi pazarlanmış olsun.”

Gerçi...

Daha sonra iki lider kurmaylarıyla birlikte yemekte de beraber olacaklar ama ilk aşamadaki “baş başa görüşme” en önemlisi.

Eğer Erdoğan ve Trump arasında bir “pozitif elektrik” oluşursa Türkiye - ABD ilişkilerindeki soğuk hava bahar iklimine dönüşebilir.

Ya tersi ?

Bunu düşünmek bile “akla zarar.

Bu kritik eşiğin aşılması için öncelikle “iki lider arasında çözüm üretme iradesi” olmalıdır.

Yazının başında andığım Çağlayangil yaşam hatıralarının anlatıldığı kitapta şöyle diyor:

Masaya sorunu çözmek için oturursanız, çözersiniz. Amacınız çözmemekse, masaya oturmanız bir şey ifade etmez.

Trump muktedir olabilir mi? Yalçın Akdoğan / Star

Şimdi aynı tartışma ABD Başkanı Trump için yapılıyor. Bölgesel sorunların kangren hale gelmesinde Obama yönetiminin dirayetsiz tutumu büyük rol oynadı. Obama’nın dirayetsizliğinin altında yatan gerçek ise derin devlet/müesses nizam statükosuna teslim olmasıydı.

Obama’yı parmağında oynatan güç odakları şimdi Trump’ı kıskaca almış görünüyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD ziyaretinden önce açıklanan PYD/YPG kararı, Türkiye’nin elini zayıflatmaktan önce Trump’ın önünü kesmeyi amaçlıyordu. Olur da Erdoğan, Trump’ı ikna ederse… Tüm korku buydu. Başkan Trump’ın verdiği ilk sinyaller kendisini domine etmek isteyen odaklara karşı dişli çıkacağını gösterirken kimi atamaları ise verili siyasetin değişmesinin kolay olmayacağını gösteriyor.