Medya Arkası (29.04.2019)

Medya Arkası (29.04.2019)
Köşe yazarlarının bugünkü gündeminde yeni parti iddiaları vardı. İşte günün öne çıkan yazıları:

Akşener büyük oynuyor / Öcal Uluç / Gözlem

Referandumdan sonra, Akşener, gazetecilerin “Parti kuruyor musunuz” sorularına “Kimseyle parti kurmak için görüşmedim, gündemimde yok” gibilerden bir cevap verince, kafamda bir soru belirdi ve cevabı konusunda da bir “yeşil ışık” yandı;” Akşener acaba büyük oynamaya mı” karar vermişti?..

Herkesin “bildiği ve konuştuğu gibi” Akşener’in önünde 3 yol vardı; 1- Mahkeme kararını beklemek, Kurultay yolu açılırsa, Kurultay’da ‘ihraç kararını kaldırtmak’ ve seçimle MHP’nin başına gelmek, 2 – Yeni bir parti kurmak, 3 – Merkez Sağ’ın büyüyememiş partilerinden birine girerek, o partinin başına geçmek.

Kimileri “birinci şıkkı” tercih ediyor, kimileri “ikinci şık için” Akşener’e baskı yapıyor, kimileri de adı kulislerde dolaşan “DP ile yola devam” için gayret gösteriyordu; hepsinin de kendilerine göre “haklı sebepleri” vardı!..

Amma, “acaba” Meral Akşener’in kafasında “bu üç şıktan biri yerine” bambaşka bir proje mi vardı ve “Referandum öncesi bütün yurdu kapsayan” gezileri, TV’lerde ve gazete manşetlerinde görünmesi sonucu, “halkın kendisine olan ilgisini ölçüp”, bu üç yolu “ikinci sürece bırakıp”, bambaşka bir yolu tutmayı mı planlamıştı; “Çok daha büyük oynamak!..”

“AKP’nin de başına geçecek olan Erdoğan’ın, erken bir seçimle, bugünün Anayasası’nın bağlarından tamamen kendisini kurtarmayı ve yeni Anayasa değişikliğinin kendisine vereceği bütün yetkilere bir an önce sahip olmayı, dahası partisine ‘Referandumda ayak bağı olduğuna inandığı’ grupların Meclis’teki temsilcilerini saf dışı bırakmayı hedefleyeceğini” mi hesaplıyor ve “hesabını” ona göre yapıyordu?..

Bir “erken seçim”, onu “çok büyük bir oyunun baş aktörlerinden biri” haline getirebilirdi; “Cumhurbaşkanı/ Başkan” seçiminde “aday olmak” ve de “ilk adımda CHP’nin adayını geçerek, sona kalan iki aday arasına girmek!..”

Aday olmak için “100 bin seçmen imzası yeterliydi” ve bu kadar imzayı toplamak Akşener için “çocuk oyuncağı” gibiydi. “Referandum”, ona Türk halkıyla “yakından tanışma ve kendini tanıtma, sevdirme, saydırma fırsatı” vermişti.

100 bin seçmen imzası ile aday olursa, “bir partinin adayı” olmak yerine “bağımsız aday olmak” ona çok daha büyük imkanlar verecekti; “her partinin tabanından oy alabilecek ve kendisinin oluşan tabanını da genişleterek” seçime “iddialı bir aday” olarak girecekti. Biliyordu ki, CHP “kimi aday gösterirse” göstersin, o aday “sadece kendi partisinin tabanının oylarıyla yetinecek”, hatta belki de “CHP içindeki çekişmeler ve küskünlükler yüzünden”, Akşener, “küskün” CHP’lilerin de oylarını alabilecekti. Dahası, bu turda “CHP’li adayın rakibi Erdoğan iken”, kendisinin rakibi “sadece CHP’nin adayı olacaktı!..”
Milliyetçi Muhafazakar / Taha Akyol / Hürriyet

Milliyetçi Hareket Partisi tabanının referandumda büyük ölçüde hayır oyu vermesi son derece önemlidir. Önemi siyasi kültürle ilgilidir. Bu hareketin geleneğinde güçlü bir "lider, doktrin, teşkilat" kültü vardır: "Lider"e itaat edilir, fikirlerine "doktrin" olarak bağlanılır, disiplini "teşkilat" sağlar. Mustafa Çalık'm 1999'daki doktora tezi olan "MHP Hareketi" adlı akademik çalışmada. bu hareketin tabanında liderin "çok ciddi adam, otoriter, gülümsemiyor, çok celalli" gibi nitelemelerle benimsendiği anlatılır. Bahçeliye de uyan bu lider tercihine rağmen, referandumda "teşkilatlarda bile hayır yönünde davranışlar görüldü. Sayın Bahçeli, "lider, doktrin, teşkilat" formülüne 1980 öncesinde ben partideyken de karşı olduğumu bilir. Zaten bu slogan partide değil, gençler arasında yaygındı

Yeni bir durum / Rauf Tamer / Posta

Yani HAYIR'cı blok. Şimdi soru şu: - 2019 seçimlerine kadar bu blok kendini aynen muhafaza edebilecek mi? Yoksa seçim vakti gelince, herkes kendi evine, kendi köyüne, kendi partisine mi dönecek? ? Aslında o blok daha da kalabalıktı. CHP+MHP+HDP+ SP+ diğerleri olarak yüzde 60'lık bir kitleye ulaşıp hep iktidarın karşısında yer aldılar. Ama seçim vakti gelince, kendi evlerine, kendi köylerine, kendi partilerine döndüler... Normaldir. Acaba yine öyle mi olacak? Kaldı ki, MHP o eksenden ayrılmışa benziyor. ? Yeni yeni partiler kurulmasa bile yeni ittifaklar kurulacağı muhakkaktır. Öyleyse?.. Çeşitli partiler, meclise girmek için mi çalışacak, yoksa meclisi boşverip HAYIR'cı cephe'ye mi sımsıkı sarılacak?

Yeni kadrolarla siyaset / Can Pulak / Gözlem

Bugün merkez sağ bir hava yakaladı. O rüzgar iyi kullanılırsa, merkez sağ iktidara kolaylıkla taşınır. Yeter ki, sen ben kavgasını bir yana bıraksınlar, adam beğenmezlik hastalığından kurtulsunlar ve dinamik, genç, deneyimli, yıpranmamış, istikbal vadeden bir liderin etrafında toplansınlar. Böyle bir liderliğe kim gelmeli ki, başarı hızlansın ve hedefe gidiş kolaylaşsın? Ali Koç diyoruz, ailesi izin vermez diyorlar. İlhan Kesici diyoruz, daha vurucu bir isim olmalı diyorlar. Meral Akşener diyoruz, bugünün Türkiye’sinde toplum bir hanımın peşinden gitmez diyorlar. Prof. Ümit Özdağ diyoruz, bu memleket Prof’lardan çok çekti diyorlar. Muharrem İnce olsun diyoruz, o solcudur, merkez sağa gelmez diyorlar. O olmaz bu olmaz, peki kim olacak? Dışarıdan adam mı ithal edeceğiz? Bir Kemal Derviş deneyimi daha mı yaşayacağız?

Erdoğan’ın masasındaki Topbaş bombası /Can Ataklı / Korkusuz

İsmi söylemeyeyim, ama ben de saraydaki kaynaklarımdan yeni öğrendim, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ile ilgili kapsamlı bir dosya hazırlanmış. Bu bomba dosya şu anda Erdoğan'ın masasında duruyormuş” diye de ekledi. Ben de “Kadir Topbaş'la ilgili bazı söylentiler vardı zaten, ayrıca damadı da halen tutuklu, bunun yeni ne hali var ki” diye sordum. Kaynağım “Haklısın da iş o kadar değil bu kez durum çok ciddi, bütün bilinenler bir rapor haline getirilince hayli önem kazanmış durumda” dedikten sonra anlatmaya başladı. “İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı 15 Temmuz yaşandığında Türkiye'de değildi, Amerika'daydı. Aslında daha önce planlanmış bir resmi görevle gitmişti ama darbe gecesinden önce bu iş bitmişti, Topbaş bir gün öncesine bileti olduğu halde dönmedi.” Biraz soluklandı ve devam etti; “Topbaş'ın bileti cuma akşamına alınmıştı. Son anda iptal edilerek bilet tarihi cumartesi için değiştirildi.

Partili Hakim / Özgür Mumcu / Cumhuriyet

Darbe girişiminden sonra en çok tartışılan ve üzerinde neredeyse bir milli uzlaşmaya varılan konu devlet görevinde “liyakat”ın esas alınmasıydı. Gülen cemaatinin devletin her kademesine sızmakla kalmayıp bir de darbeye kalkışmasından sonra iktidar sabah liyakat diye kalkıp akşam liyakat diye yatıyordu. Ertesi sabah yeniden...

Cemaatin, Emniyet ve orduya sızmasının senelerce acısını çeken, iktidara muhalif kesimler de bu uzlaşmaya derhal katılmıştı. Zaten kimsenin karşı çıkmayacağı basit bir ilkeden bahsediyoruz. Atamalarda liyakatin neden dikkate alınmadığı, cemaat sızıntısının neden engellenmediği, Gülenciler hakkındaki 2004 tarihli MGK raporunun neden hasır altı edildiği, YAŞ’ta ihraç kararı alınmayarak kimlerin önünün açıldığı, iktidar destekli siyasi kumpas davalarıyla ordu içindeki sızıntının bir sel haline gelmesine nasıl yol açıldığı sorgulanmadı.

Sonu darbe girişimine kadar giden cemaat meselesinde, bu karmaşık örgütün hazırlık hareketlerinde bilfiil ve canla başla yer alan iktidar çevreleri bırakalım yargılanmayı, kendilerini en büyük “FETÖ” düşmanı ilan etti.

Ve Abdullah Gül, beni haksız çıkardı / Ahmet Hakan / Hürriyet

Avrupa Konseyi’nin Türkiye’yi izlemeye ve denetime almasına karşı iktidardan yükselen sesler şöyle:

- Ayıp karar!

- Pişman olacaklar!

- Kararı tanımıyoruz!

- Al kararını başına çal!

- Onlar kovmadan biz ayrılalım!

İktidar kanadından bu tür tepkiler yükselirken...

Abdullah Gül’den tam tersi bir ses yükseldi.

Gül’ün kişisel sosyal medya hesabında yazdıklarının özeti şöyle:

- Avrupa Konseyi, AK Parti iktidarının ilk döneminde yapılan reformlara tam destek oldu.

- 2010’da Mevlüt Çavuşoğlu, Avrupa Konseyi’ne başkan seçildi! Bir AK Partiliyi kendilerine başkan seçtiler yani.

- Karara fevri tepkiler göstermek yerine özgürlükçü ve reformcu bir iklimi egemen kılın. Böylesi bir tutum milletin refahı için çok daha yararlı bir tutum olur.

Hiç kimsenin “Önce biz kendimize bakalım” diyemediği ve Avrupa’ya göz kırpmanın vatana ihanet olarak algılandığı bir ortamda...

Abdullah Gül’ün yaptığı bu açıklama, gerçekten önemli.

Abdullah Gül...

İlk kez cesaret gösterdi, ilk kez risk aldı, ilk kez tavır koydu, ilk kez bayrak açtı, ilk kez Erdoğan’la çelişmeyi göze aldı, ilk kez “Böyle olmaz” dedi, ilk kez çok açık konuştu.

Tam da benim “risk almaz, temkinlinin kralıdır, kafayı çıkarmaz, garanticidir, açık oynamaz” falan diye yazdığım gün yaptı bunu.-

Yani perişan etti, mahvetti, kaldırıp attı, tekzip etti kendisiyle ilgili yazdığım analizi“STRES çarkı” diye bir şey icat etmişler.

Feleğin çarkını çevirir gibi çeviriyorsun.

Aldım elime...

Bir-iki çevirmeye kalkıştım.

Ne elime yakıştı ne de derdime derman oldu.

Hemen döndüm tabii rahmetli dedemden yadigâr 33’lük tespihime...