Medya Arkası (30.09.2016)

Medya Arkası (30.09.2016)
Köşe yazarlarının bugünkü gündeminde OHAL süresinin uzatılması, Lozan, FETÖ, TDK'nın yeni düzenlemesi ve Fenerbahçe-Feyenoord karşılaşması vardı.

Ne olunca FETÖ ile mücadelede başarılı olunacak? / İsmet Berkan / Hürriyet

Geçen gün Milli Güvenlik Kurulu hükümete Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) başta olmak üzere terörle mücadele amacıyla üç aylığına ilan edilen Olağanüstü Hal'in uzatılmasını tavsiye etti.

Her ne kadar OHAL ilk ilan edildiğinde, “Bakın 6 aylık ilan etme yetkimiz olduğu halde üç aylık ilan ettik, bir an önce OHAL’den normal hale geçmek istiyoruz” dendiyse de OHAL’in uzatılması beklenen bir şeydi; önümüzdeki günlerde Meclis’te büyük olasılıkla AK Parti ve MHP’nin oylarıyla uzatılacaktır.

Neden beklenen bir şeydi OHAL’in uzaması?

Bir temel sebeple: Aradan iki buçuk ay geçtiği halde 15 Temmuz darbe girişiminin davası bile açılmadı; FETÖ ile mücadele kapsamında hâlâ soruşturmalar devam ediyor, hâlâ devlet memurları memuriyetten çıkarılmaya devam ediyor.

Yani FETÖ ile mücadelenin daha ilk aşamalarındayız hâlâ.

KOORDİNATÖR BAKAN LAZIM

Esasen bir dağınıklık da yok değil bu mücadelede. Keşke hükümet bir bakanını “FETÖ ile mücadelede koordinatör bakan” olarak görevlendirseydi. Çünkü bu aşamada hükümet adına bu mücadelenin nasıl koordine edildiği, en azından kamu kurumlarındaki temizliğin nasıl ve ne kapsamda yapıldığı hayli dağınık bir manzara veriyor.

Zaten toplum olarak şunu da bilmiyoruz: Ne olunca FETÖ ile mücadelede bir aşama kaydetmiş olacağız ve sonraki aşamalar neler? Ortada bir performans hedefi de yok anlayacağınız.

***

OHAL niye uzatılıyor? / Serpil Çevikcan /Milliyet

Önceki gün yapılan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısından, 3 ay süreli olağanüstü hal (OHAL) uygulamasının uzatılması yönünde tavsiye kararı çıkması içeride eleştiri konusu. Henüz Avrupa’dan ses çıkmadı ama çıkarsa sürpriz olmaz. 16 Temmuz sabahından itibaren, doğal olarak demokratik değerler ve sivil siyaset önceliğine ilişkin açıklama sırasına girmesi beklenirken buna yanaşmayan Batılı devletlerin yaklaşımı değişmiyor, değişmez.

AECR heyetinin ilginç soruları

Bakın, geçtiğimiz hafta Ankara’ya bir ziyaret gerçekleştiren Avrupa Muhafazakârlar ve Reformcular İttifakı (AECR) heyetinin temasları sırasında yönelttikleri bazı sorular ne kadar da ele verici. Ben, Demokrat Parti’yi (DP) ziyaretleri sırasındaki soruları duydum.

İttifakın 5 temsilcisi; İngiltere Milletvekili Geofrey Clifton-Brown, AECR Başkanı Richard Milsom,Almanya Temsilcisi Lucas Jakob ve Benjamin Hayelock ile Hırvatistan Temsilcisi Mate Mujic’den oluşan heyet, 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasında neler yaşandığını anlamaya çalışıyorlar ama bunu yaparken çok ilginç sorulara yanıt arıyorlar.

Şöyle özetleyebilirim:

“AKP’siz Türkiye nasıl olur? Darbe sonrası iktidara destek veriyor musunuz, neden? Tayyip Erdoğan’sız Türkiye’yi nasıl görüyorsunuz? Çok ağır ekonomik krizde hükümetin sonu nasıl olur?”

DP heyeti, 15 Temmuz ve sonrasına ilişkin olarak, doğrudan halkın iradesine yapılmış olan darbe girişimi karşısında olduklarını, meseleyi devletin bekası olarak değerlendirdiklerini, toprak bütünlüğüne, birlik ve beraberliğe yapılacak her türlü terörist eyleme karşı hükümeti destekleyeceklerini söylüyorlar.

Türkiye’de olan biten her şeyi Erdoğan karşıtlığı ekseninde okuma tercihinin giderek koordineli bir hale geldiği açık.

Tankıyla, topuyla, ordunun ve bürokrasinin yarısıyla yapılmış bir darbe girişimi bile istisna olmayabiliyor.

Moody’s’in Türkiye’nin kredi notunu “Yatırım yapılabilir” seviyesinin altına düşürmesine ekonomik ve siyasi gerekçeleri aşan ölçülerde gösterilen tepkinin temel nedeni de kararın aynı zamanda “Hazır sallanmışken düşürelim” diye özetlenebilecek genel yaklaşımın bir uzantısı olarak görülmesi.

***

Fethullah’ı ziyaret izni! / Güngör Mengi / Vatan

Türkiye’de “darbe girişimi, darbe kumpası, darbe ihtimali” derken yıllardır darbe lafı olmayan bir gün yaşamadık.

Yıllarca bütün gündemimizi işgal eden, medyada 24 saat izlediğimiz, her gün yeni bir köşeden silahların, mühimmatın çıktığı Balyoz-Ergenekon süreci “Cemaat’in kumpasıydı” denerek kapatıldı.

Tam “Artık kurtulduk şu darbe lafından, geceler boyu ekranlarda anlatılan kurgulardan” derken bu kez FETÖ darbe girişimi geldi.

Son yıllara kadar birçok kişi, özellikle TSK mensupları “Gülen Cemaati devleti sardı. Emniyet, Yargı, Ordu, Eğitim sistemi ellerine geçiyor” dediğinde Hükümet mensuplarının bu iddiaları reddettiği ve hiçbir önlem alınmadığı biliniyor.

Ordu değil, Cemaat!

Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ “15 Temmuz’u bir askeri darbe olarak değerlendirmiyorum. TSK’ya sızan Cemaat’in darbesidir. Planlayan, uygulayan ana iskelet Cemaat’tir” dediği TV konuşmasında Hükümeti de uyardığını ama konuya ilgi gösterilmediğini söylemişti.

Emniyet, yargı, TSK, Milli Eğitim ve diğer bakanlıklardan, Diyanet İşleri’nden ve birçok kurumdan binlerce kişi işten çıkarıldı, gözaltına alındı, tutuklandı.

Bu kurum ve kuruluşlar kapatılmazken (İlker Başbuğ’un yorumu doğru olmasına rağmen) KHK ile “askeri liseler, harp okulları, astsubay hazırlık okulları” kapatıldı.

Şimdi örneğin; “2010’da KPSS’de soru çalanların atamaları iptal” ediliyor.

Peki, sivil-askeri tüm önemli sınavların soruları çalındığı zaman “en tepede, sorumlu” olan kişiler neden yargılanmıyor?

Yıllar boyunca askeri okullara, polis akademilerine giriş sınav soruları da çalınmış, bu sayede sayısız FETÖ’cü askeri okul ve harp okullarına, Emniyet’e girmiş, yükselmeleri için önlerindeki isimler “bir şekilde yok edilerek” üst rütbelere gelmişlerdi.

***

Yine Lozan / Taha Akyol / Hürriyet

Tarihi tarihçilere bırakmak doğru bir ilkedir; fakat tarih hakkında tabii ki tarihçi olmayanlar da konuşur.

Ben tarihçi değilim ama tarih üzerine yazıp duruyorum işte. Çok mutlu değilim, belki de sıkıcı oluyor... Ama tarih günlük siyasette öyle çok yer tutuyor ki, ben de ikide bir yazıyorum.

Sayın Cumhurbaşkanı dün adaları “Lozan’da verdiğimizi” söyledi ya, adeta soru yağmuruna tutuldum: Adaları Lozan’da mı kaybettik? İzmir’e giren ordu adaları da alamaz mıydı?...

Sayın Cumhurbaşkanı’nı danışmanları yanlış bilgilendirmiş olmalı. 12 Adaları 1911’de İtalya, Ege adalarını 1912 Balkan Harbi’nde Yunanistan almıştı; çünkü Osmanlı feci bir mağlubiyete uğramıştı.

Benim “Bilinmeyen Lozan” adlı belgesel ve kitabımda ayrıntılar vardır, buraları geri almak Lozan görüşmelerinde söz konusu bile olmadı. Niye mi?

MİSAK-I MİLLİ

Mondros Mütarekesi’nden sonra, Osmanlı Meclisi’nin ilan ettiği Misak-ı Milli’de Musul ve Kerkük vardır ama adalar yoktur! Çünkü Misak-ı Milli, Birinci Dünya Savaşı’nın ateşkesle bittiği sırada Türk ordusunun bulunduğu yerleri “vatan” olarak tanımlıyordu.

12 Adalar’da İtalyan ordusu, Ege adalarında Yunan ordusu vardı.

Balkan Harbi’nden sonra imzalanan Atina Antlaşması’nda Ege adalarının geleceğine “büyük devletlerin karar vermesini” Osmanlı kabul etmişti. Çünkü Edirne’yi zor kurtarmıştık, yeni bir savaşı müttefiksiz göze alamazdık.

Büyük devletler 14 Şubat 1914’te adaları zaten almış olan Yunanistan’da bıraktı, İmroz ve Bozcaada ile Meis Türkiye’nin oldu. Misak-ı Milli ve Lozan bunun teyididir. Meis mi?...

Lozan’da İsmet Paşa 14 Haziran 1923 günlü konuşmasında Meis yüzünden barışın tıkanmaması için kendi deyimiyle “ağır bir fedakârlık” yaptı. Zira asıl amaç kapitülasyon zincirinden kurtulmaktı, Lozan’da bu sağlanmıştır.

***

Fetö'ye daldık darbecileri unuttuk / Mehmet Tezkan / Milliyet

32 bin kişi tutuklandı..
70 bin kişi hakkında işlem yapıldı..
60 bin kişi kamudan atıldı, meslek hayatları bitirildi..
200 şirket TMSF’ye devredildi..
Onlarca gazeteci, yüzlerce işadamı, binlerce akademisyen, öğretmen tutuklu.. 

Soruşturmanın nereye uzanacağı belli değil..
Çalıntı sorularla sınav kazananlar var, torpille makam mevki sahibi olanlar var.. Mesele çok boyutlu..
Çok boyutlu olduğu için tek bir FETÖ davası olmayacak..
Her ilde ayrı FETÖ davaları olacak.. Belki bazı illerde birden fazla FETÖ davası olacak..
İddianameler çıktıkça toz bulutları yükselecek..
Korkarım, yükselen o toz bulutları arasında ana meseleyi gözden kaçıracağız..
Ana mesele gümbürtüye gidecek .. 

Nedir ana mesele?
Darbe girişimi..
15 Temmuz’da eline silah alan, önce TSK’yı ele geçirmeye, sonra ülkeyi işgal etmeye çalışan generaller, albaylar, binbaşılar, yüzbaşılar..
Günlerdir hava imamı dedikleri kaçak bir adamın peşine takıldık gidiyoruz.. Kabul ediyorum, o imamın kim tarafından korunduğu önemli.. Ama durun bi dakika..
Hapiste eski Hava Kuvvetleri komutanı var..
Hapiste eski 2. Ordu komutanı var..
Hapiste Cumhur- başkanı’nın yaverleri var..
Hapiste 160’ı general, binlerce subay var.. Bu adamları unuttuk.. Bu adamlar nasıl Fethulahçı oldu, bu adamlar neden ayaklandı, bu adamlar neden ülkeyi işgal etmeye kalktı?
Ne konuşuluyor, ne tartışılıyor?

Yan yollara saptık.. 
Sadece at izi it izine karışmadı.. Sapla saman da birbirine karışıyor..
Mesela, Van’daki FETÖ’cü memur ile meşgul olurken ana karargâhı unutuyoruz..
Gövde darbeye kalkışan 160 generaldir..
Gövde ülkeyi işgal etmeye kalkan yüzlerce albaydır..
Gövde iç savaşı göze alan binlerce subaydır..
Aman yan yollara sapmayalım.. 15 Temmuz’un içine 32 bin kişiyi atıp sulandırmayalım..
Fethullahçılar başka..
FETÖ’cüler başka..
Darbeciler başka..

Demem şu..
Darbeciler arada kaynamasın, sos olmasın!..

***

Allah aşkına şu Türkçe’nin yakasını artık bırakın! / Murat Bardakçı / Habertürk

Türk Dil Kurumu’nun başındaki üstadların bu aralar işsizlikten canları sıkılmış olmalı ki “Epey zamandır Türkçe’nin altını üstüne getirmemiştik, haydi biraz eğlenelim” demiş, oyuncak niyetine kesme işaretini seçmiş ve“Fermânımızdır! Bundan böyle kurum, kuruluş, kurul, birleşim, oturum ve işyeri adlarına gelen ekler kesme ile ayrılmayacak! Özel isimler ile kısaltmalar bu şânı yüce emrimizin haricindedir” buyurmuşlar!

Kurum’un fermânını daha anlaşılacak şekilde izaha cür’et edeyim: Bundan böyle meselâ Meclis’e dilekçe vesaire verdiğiniz takdirde “Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne” değil, “Türkiye Büyük Millet Meclisine” diye yazacaksınız ama Meclis’in kısaltmasını kullandığınız takdirde yine eskisi gibi “TBMM’ne” olacak!“Aliye”, “Veliye”, “Hasana”, “Hüseyine” şeklinde yazmak ise kat’iyyen yasak, yine eskiden olduğu gibi “Ali’ye”, “Veli’ye”, “Hasan’a”, “Hüseyin’e” imlâsı kullanılacak...

Dil Kurumu’nun, internet sitesine kesme işaretinin nerelerde nasıl kullanılacağı konusunda koyduğu kurallardan bazılarını nakledeyim, anlayabilirseniz anlayın:

“...Özel adlara getirilen iyelik, durum ve bildirme ekleri kesme işaretiyle ayrılır. ...Sonunda 3. teklik kişi iyelik eki olan özel ada, bu ek dışında başka bir iyelik eki getirildiğinde kesme işareti konmaz. ...Kurum, kuruluş, kurul, birleşim, oturum ve iş yeri adlarına gelen ekler kesmeyle ayrılmaz. ...Özel adlara getirilen yapım ekleri, çokluk eki ve bunlardan sonra gelen diğer ekler kesmeyle ayrılmaz” deniyor! Mübarek imlâ kılavuzu değil, sanki nükleer santral el kitabı!

***

Sezonun en iyi Fenerbahçe'si / Yalçın Türk / Fanatik

Feyenoord, Hollanda Ligi’nde tüm maçlarını kazanmış, Avrupa Ligi’ne ise Manchester United galibiyeti ile başlamıştı. Yani istim üstünde bir rakip. Fenerbahçe maça öyle başladı ki Feyenoord sahasında öne çıkmayı bir türlü beceremedi. Sarı-Lacivertliler baskıyı rakip defansta başlattı. İkinci bölge de prese tam destek verdi. Feyenoord’lu oyuncular yüzlerini Volkan’ın kalesine dönmeden duvara çarptılar.

Emenike’den şık gol

18. dakikada Lens topla çıkmak isteyen Kuyt’a basıp topu çaldı. Sonrasında Ozan sağdan ceza alanına hareketlenen Emenike’yi topla buluşturdu. Nijeryalı yerden uzak direğe sert vurdu. Direğe çarpan top ağlarla buluştu 1-0. Fenerbahçe formda rakibine ilk yarıda pozisyon vermedi. Ancak zorlamasına rağmen Sarı-Lacivertliler de golün dışında ciddi fırsat yakalayamadı.

İkinci yarı hareketliydi

Soyunma odasına 1-0 ile giden Fenerbahçe ikinci yarıya da her bölgede baskı ile başladı. İlk 45 dakikanın aksine pozisyonlar buldular. Bu arada Feyenoord da önemli fırsatlarla tanıştı. Fenerbahçe’nin en iyisi olan Lens her pozisyonun içinde olan isimdi. Takımının 3 puanı almasında payı hayli fazlaydı. 50. dakikada Emenike’nin pasıyla buluşan Van der Wiel’in aşırtma denemesi kaleci Jones’ta kaldı. 51. dakikada Mehmet Topal’ın hatalı geri pasına Kuyt ayağını soktu ancak Volkan gole izin vermedi. 58. dakikada Lens’in sağ taraftan başlattığı atak sonrası Sow’un röveşata denemesi savunmaya çarpıp Jones’un kucağına gitti.

***

Advocaat ideali buldu. / Rıdvan Dilmen  / Fotomaç

Feyenoord, karşısında sıkı bir takım gördü. Bu F.Bahçe 2 farkı yakaladığı maçlarda coşar.

Futbolda maçlar kazanılır kaybedilir, istenilen skorlar alınamayabilir.
Sezon başındaki Monaco maçıyla dünkü maç arasındaki çok büyük fark, Fenerbahçe'nin konsantrasyonu, mücadelesi ve kazanma arzusuydu. Advocaat, 4-3-3'te kararlı. Aşağı yukarı 10 oyuncusunu kafasında netleştirdi. İlk geldiği günlerdeki deneme yanılma döneminde puan hasarlarıyla da olsa ideali buldu.


Sadece Sow'un yerine Volkan Şen oynayacak gibi gözüküyor. Santrforda da Emenike-Sow daha sonra durumlarına göre Van Persie ve Fernandao var ama orta saha bu, savunma bu. Fenerbahçe takımının bugün ilk 11'ini bütün gazeteler, televizyonlar vermişti zaten... Antrenör ideal kadroda ısrarlı.

Feyenoord uzun süredir maç kaybetmediği için özgüvenli başladı ama karşısında sıkı, pres yapan, öne doğru sürekli oynamaya çalışan bir takım gördü. Mücadele etmeyen bir oyuncu dahi yoktu.
Ama olumlu yönde sırıtan oyuncu var mıydı, Lens, Souza, Van der Wiel ve yorulana kadar Hasan Ali. Burada Souza ve Ozan'a ayrı bir parantez açmak istiyorum.
Kaçırın, bol bol kaçırın... Bir gol kaçırabilirsiniz ama arkanızda Mehmet Topal gibi hepinizin açığını kapatabilecek bir oyuncu varken son maçlarda yaptığınızı sürekli yapın.
Ozan gol atıyor, Souza gol atıyor, gol kaçırıyor ama deniyor. Ben de diyorum Souza gir oralara, yeter ki gir. Ozan sen de gir oralara, yeter ki gir...
Kaçırman önemli değil, atacaksın nasıl olsa... Sizin oralara girmeniz önde oyuncuların işini kolaylaştırdığı kadar arkadaki oyuncuların da öne çıkmasını, alan daraltmasını dolayısıyla da topun tekrar çabuk kazanılmasını sağlıyor.