Bu hafta Türkiye ekonomisi için yine “tarihi” bir hafta.
Aslında neredeyse son iki yıldır her Para Politikası Kurulu toplantısına “tarihi” diyoruz ama bu kez durum gerçekten öyle. Çünkü masada yalnızca bir faiz kararı değil, milyonlarca insanın umutları, kaygıları ve ekonomiye olan son inanç kırıntıları var.

Sokaktaki vatandaştan büyük sanayiciye, iş dünyasından emekliye kadar herkesin gözü Merkez Bankası’nda.
Faiz düşecek mi, kredi muslukları açılacak mı, yoksa yine “pas” mı geçilecek?

Ekonomik gerçekler umut vermiyor

Beklentiler ortada:
İş dünyası bir nebze nefes almak, kredi faizleri düşsün istiyor.
Vatandaş ise en azından tüketici kredilerinin biraz olsun gerilemesini bekliyor.
Ama ekonominin mevcut durumu, bu umutların gerçekleşmesi için pek uygun değil.

19 Mart sonrasında bozulan dengeler hâlâ toparlanabilmiş değil.
Enflasyon yüksek, kur baskısı devam ediyor, üretim maliyetleri artıyor.
Merkez Bankası, döviz rezervini güçlendirmek uğruna zaten yüksek faizle borçlanmış durumda.
Yani elinde döviz var ama o dövizin maliyeti pahalı.
Bu koşullar altında faiz indirimi yapmak, ateşe benzin dökmek olur.

Zorunlu denge oyunu

Merkez Bankası, tam anlamıyla iki uç arasında sıkışmış durumda.
Bir yanda siyasi baskı ve piyasanın faiz indirimi beklentisi;
diğer yanda makroekonomik gerçekler ve rezervlerin kırılganlığı.

Faizi indirirse, rezervlerin maliyeti azalır ama dövize ve altına kaçış hızlanır.
Faizi sabit tutarsa, hükümetten ve piyasadan tepki alır.
Yani her iki durumda da bir bedel ödemek zorunda.

Aslında Merkez Bankası’nın şu anki en büyük problemi, “karar değil güven” problemidir.
Piyasalar faiz oranına değil, kurumun bağımsızlığına, tutarlılığına ve öngörülebilirliğine bakıyor.
Oysa son yıllarda bu üç kavramın da içi boşaldı.
Faiz kararı, ekonomik bir araç olmaktan çıktı; politik bir mesaj haline geldi.

Sokaktaki umut

Bugün vatandaşın beklentisi çok basit:
Evine bir eşya alabilmek, konut kredisi çekebilmek, arabasını yenileyebilmek…
Ama bireysel kredilerde aylık yüzde 4-5’leri, yıllık bazda yüzde 60-70’leri gören faiz oranlarıyla kim ne alabilir?
Müteahhit konut satamıyor, esnaf mal alamıyor, üretici finansmana ulaşamıyor.
Piyasada “durgunluk” kelimesi artık bir tanım değil, bir yaşam biçimi haline geldi.

Herkes biliyor:
Eğer bu toplantıda bir indirim gelmezse umutlar bir sonraki aya kalacak.
Ama bu ertelenen sadece umut değil aynı zamanda güven duygusu da eriyor.
Ekonominin en temel dinamiği olan beklenti yönetimi artık Merkez Bankası’nın elinde değil.
Piyasa kendi yolunu çizmeye başladı.

Sonuç yerine

Benim kanaatim net:
Merkez Bankası bu ay faizi indiremeyecek.
Belki siyaseten baskı hissedecek, belki kamuoyu beklentisi oluşacak ama bu tabloyla indirim teknik olarak mümkün değil.

Ve evet, bazen hiçbir şey yapmamak da bir karardır.
Bu toplantıdan “pas” kararı çıkarsa şaşırmayın.
Çünkü bu defa Merkez Bankası gerçekten tarihi bir kavşakta:
Ya aklıyla karar verecek, ya da beklentilerin rüzgârına kapılacak.

Ama unutmamak gerekir ki, ekonomi rüzgârla değil, güvenle döner.