Meşruiyetin bıyıkları!

Fonda tulumlar, gaydalar, laternalar, tarlar, santurlar…

Ortada cayır cayır bir ateş, bir grup tuhaf giyimli insan bıçaklarını ısıtıyorlar; Nemrut nere, Olympos nere ama olsun; "Themis'in kılıcı"na gönderme zahir!

Geride, sislerin arasında -ille de- bir görünüp bir kaybolan bir "Kelt harpı(!)"

Şamanlarla cadılar arasında gidip gelen esrik tavırlar…

Boğa kurbanları, domuz postları, keçi kanları…

O da ne?

Doğru mu görüyorum?

Şu en öndeki, yüzünü doğmakta olan güneşe dönmüş ak saçlı, ak sakallı, ak cübbeli, İstanbul Baro Başkanı Mehmet Durakoğlu mu yoksa!

Şu kenarda, temsili üryan halde, başlarına geleceklerden bihaber bekleyenler de stajyer avukatlar olmalı bu durumda!

***

Hiç böyle bir Ramazan dönüşü planlamamıştım. Ancak, AK Parti Grup Başkanvekili Cahit Özkan ile İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu arasında sosyal medyada yaşanan tartışmanın, daha doğrusu Özkan'ın o tartışmaya sebep olan ve benim diyen filozofun, teoloğun, sanat tarihçisinin içinden çıkamayacağı otaya karışık "pagan kültürünün sembolü Themis"li baro konseptinin yarattığı algı, üç aşağı beş yukarı bu!

***

Sapkınlık da almış başını gidiyor madem; kapatmayalım da besleyelim mi; vurun kapısına kilidi gitsin! Hatta, bizzat Durakoğlu'nun çerçeveletip de İstanbul Barosu'nun kapısına astırdığı o "12 Eylül mührü" var ya; hıh işte onu kullanın ki, ibreti alem olsun "demokrasi"nin "hukuk eliyle" tesis edilebileceği yanılgısı içinde olan kim varsa!

Bu ülkeye "demokrasi" gelecekse, kimin, ne haddine, onu da biz getiririz "isteseniz de, istemeseniz de"!

***

Biraz geç oldu ama meslekte 16-17 yılı devirdikten sonra anladım ki, bir konu midemde kramplara, böyle için için bir kusma hissine yol açıyorsa bir türlü başlayamıyorum onu yazmaya. Tam da şu an şahit olduğunuz üzere, sakız gibi uzatıyorum girizgah faslını.

Ülkemin, yüzleşmek istemediğim gerçekleriyle yüzleşmemi geciktiriyor belki de bilinçaltım kendince.

***

Özkan ile Durakoğlu arasındaki polemiğin sebebi iktidarın baroların yapısını değiştirmek istemesi.

Bu değişimi hararetle savunan kişi Özkan olunca, zaten var olan tartışma biraz daha alevlendi.

Zira Özkan, geçmişte "FETÖ kumpasları"nın en keskin savunucularından biriydi. Balyoz Davası'nın, müdahillerindendi.

Süreci, Fenerbahçe Orduevi önünde basın açıklaması yapıp, "Genelkurmay'dan himaye ettiği askerleri teslim etmesini" isteyecek kadar sahiplenmişti.

İYİ Parti Milletvekili, Yasin Öztürk'ün defalarca gündeme getirdi; "FETÖ iltisakı" iddiasıyla kapatılan İstanbul Genç Girişimciler Derneği'nin üyelerinden biriydi.

İYİ Parti Milletvekili Lütfü Türkkan'ın dediğine göre "Plakası bile FG"ydi.

Yargıtay'ın, Prof. Dr. Mehmet Haberal'ı tahliye etmeyen özel yetkili hakimler hakkındaki kararı onaylamasına en sert tepkiyi gösteren isimlerdendi.

Balyoz mağduru Ali Türkşen'in ifadesiyle, "Cezaevine girebilmeleri için kendini yırtmış, kendini paralamıştı…"

CHP'li Kazım Arslan'ın "Denizli'deki FETÖ tahliyeleri" üzerinden dikkat çekmeye çalıştığı isimlerdendi.

***

Ve en önemlisi barolar için öngörülen düzenlemeyi daha önce "FETÖ" gündeme getirmişti.

Hem düzenlemenin, hem de -Adalet Bakanı'nın haberi olmayan- düzenlemeyi savunanların "aynı"lığı tesadüf müydü yani?

***

AK Parti'nin FETÖ'ye "Ne istediyse verdiği" günlerde çekilmiş videolarına baktım da; sinek kaydı tıraşını olmadan çıkmayan, "parlak" bir gençmiş Özkan o günlerde… Devran dönüp de, AK Parti, o güne kadar morg bekçisinden, kafatasçıya demediğini bırakmadığı MHP'yle "Cumhur İttifakı" yapınca, zamanın yeni ruhuna uygun olarak gür bıyıklar bırakmış o da!

***

Özkan'ın şahsından bağımsız olarak "şeytan" sor dedi;

Rüzgarın estiği yöne göre,"badem" bıyıkları iki yanından sarkıtıp "hilal"e çevirince veya tam tersi kulağı kesik kurt gibi "hilal"i tıraşlayıp bademe dönüştürünce, açık kalan dudak üstlerini fırça gibi uzatıp kamufle edince, namaz takkesini beyazdan laciverte, lacivertten yeşile, yeşilden kahverengiye  çevirince, başörtüsünün sağ ucunu sola göre daha uzun tutunca veya sımsıkı  bağlayınca, velhasıl "kabuğunun" rengini, biçimini, motifini "anında" değiştirebilince, "devlet" dediğimiz mekanizmaya hakim olan "moda"yı takip edip bütün trendleri günü gününe tatbik edince, az biraz da laf ebeliği varsa serde,  -aslında ne olursan ol- sittin sene barınabilir misin acaba sistemin içinde?

Ve bu kadar "suni" bir aidiyetle "ebed müddet" olabilir mi bir "devlet"in ömrü gerçekten de?

Yazarın Diğer Yazıları