Millî Mücadele'nin ve 30 Ağustos'un manevî mimarları

Millî Mücadele'nin ve 30 Ağustos'un manevî mimarları

Milli Mücadele, Türk milletinin, istiklâlini korumadaki azim ve kararlılığını gösterir. Ayrıca, TBMM'nin açarak milletin haklarını hukuk yoluyla korumada üzerine düşen çalışma sistemini oluşturmuştur. Ordumuz ise, milletimizin desteği ile Kuva-yı Milliye teşkilatından modern bir ordu haline gelmiş, bütün eksikliklerine rağmen üzerine düşeni yapmış ve düşmanlarını yenerek vatanın kurtuluşunu sağlamıştır. Ordumuzun kahramanca savunmasına, Meclis'in büyük bir azim ve birliktelikle Millî Mücadele'yi yönetmesine ve halkın her türlü fedakârlığına rağmen, harp yılları büyük sıkıntıların ve moral bozukluklarının da yaşandığı dönem olmuştur. İşte böyle zor anlarda bir taraftan Mustafa Kemal Paşa Meclis üyeleri ile ordu kumandanlarına, diğer taraftan vatanperver edip ve şâirlerimiz ile din adamlarımızın, yaptığı konuşmalar ve yazdığı yazılar, bozulan moralleri düzeltmeye yetmiştir. Burada akla şöyle bir soru gelebilir:

Peki, Millî Mücadele'nin bu manevî mimarları kimlerdir?

Milletin, Meclis'in ve Ordu'nun maneviyatını yüksek tutan bu Türk, aydınlarını şöyle sıralayabiliriz: Ziya Gökalp, Mehmet Akif, Halide Edip, Yahya Kemal, Mehmet Emin, Yakup Kadri, Ahmet Hikmet, Hasan Tahsin, Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi, Sütçü İmam, Amasya Müftüsü Kâmil Efendi ve niceleri.

Ziya Gökalp, Mehmet Akif ve Halide Edip yazdıkları yazılar ve şiirlerle, yaptıkları konuşmalarla milli duyguları oluştururken, Müftülerimiz yaptıkları konuşmalarla manevi birliğimizi sağlamışlardır. Yahya Kemal ve Mehmet Emin başta olmak üzere diğer edip ve şairlerimiz de yazdıkları yazılar ve şiirlerle Türklük sevgisini ve milli tarih şuurunu dile getirmişler, milli birliğimizi be bütünlüğümüzü sağlamışlardır.

Yukarıda adı zikredilen edip ve şâirlerin içinde biri vardır ki, Millî Mücadele'ye apayrı bir "iman gücü" katmış ve millî birliğin sağlanmasında ve morallerin yüksek tutulmasında büyük payı olmuştur. Bu kıymetli insan Millî Marşımızın şairi Mehmet Akif, düşmanın yalnız İslâmı değil Türklüğü de yok etmek için mücadele ettiğini görünce, 1919'dan itibaren Atatürk'ün yanında yer almış Milli Mücadeleye büyük katkılar sağlamıştır. Bununla da yetinmeyen Mehmet Akif, zaman zaman cephelere giderek askerlere de moral veren konuşmalar yaptığı gibi, camilerde vaaz vererek halkın da moralini yükseltmeye çalışmış ve millî birlik ve bütünlüğün bozulmaması için yediden yetmişe herkesin dikkatli olmasını istemiştir.

 

Milletin içinden çıkan din adamları, edipleri ve şairleri vatansever ve milliyetçi tutumları ile Türk milletinin millî duygularını canlandırmış ve Türk milliyetçiliğinin şahlanmasına ve Millî Mücadele'yi başarıyla tamamlamasına büyük katkılar sağlamıştır.

Milli Mücadelenin son harbi "Büyük Taarruz" yani 30 Ağustos öncesi Ali Fuat Paşa, "Sınıf Arkadaşım Atatürk" adlı eserinde o kritik günlerle ilgili şu hatırayı nakleder: "Ben, Mustafa Kemal'i, bir defa daha ağlarken görmüştüm. Fakat göz yaşlarının manası çok başka idi.

TBMM'nin 29 Temmuz 1922 tarihli oturumunda, Erzurum milletvekili Salih Efendi'nin Kurban Bayramı'nı tebliğ etmek üzere Batı Cephesi'ne bir heyet gönderilmesine dair olan önergesi görüşülmüştü. Benim Başkanlığım altında Karesi milletvekili Abdülgafur Hoca, Burdur milletvekili Şair Mehmet Akif ve Kayseri milletvekili Atıf Bey'lerden mürekkep bir heyet seçilmişti. Hakikî vatanperver ve dini bütün bir Müslüman olan Mehmet Akif, saydığım ve sevdiğim yakın bir arkadaşımdı.

Kurban Bayramı, Ağustos'un 4. gününe tesadüf ediyordu. 1 Ağustos sabahı otomobillerle, erkenden Batı Cephesi karargâhına gitmek üzere Ankara'dan ayrıldık, ertesi günü karargâha vardık. Bayramın ilk günü tebrik merasimine Cephe Kumandanlığı'ndan başlayabilmek için, hareketimizi ona göre tanzim eyledik. Kumandanlık bir program hazırlamıştı. Bu programa göre, 1. ve 2. ordularla, Kolordu ve Tümen karargâhlarına gittik. TBMM'nin tebriklerini ve başarı temennilerini, heyet Başkanı sıfatı ile, ben bizzat tebliğ ettim... Benim Gazi Paşa'dan aldığım özel bir görevim daha vardı. Ordularımızın maddî ve manevî savaş kudretinin derecesini anlamaya çalışacaktım.

Cephedeki görevimiz, 4-5 gün içinde tamamlanmıştı. Kumandan, subay ve asker arkadaşlarımız arasında geçen bu kısa zamanın sürurunu asla unutmam. Kıtalarımızın hareketlerinde gördüğümüz manzara, canlılık ve savaş kabiliyeti, kahraman arkadaşlarımızın mehabetli bakışları, bizlere zafer günlerinin pek uzak olmadığı hissini vermişti. Bu cephenin eski bir kumandanı sıfatıyla yaptığım teftiş ve temaslardan, subay ve askerlerimizin iyi talim ve terbiye edildiklerini, zalim ve müstevli bir düşmandan intikam almak gününü sabırsızlıkla beklediklerini görmüştüm.

- Ya Rabbi bize zafer günlerini müyesser eyle! diye dualar etmiştim. Ordularımızın maneviyatı çok yüksekti. Hatırladıkça hala heyecanla titrerim. Merasim nizamında dizilmiş bir tümenin kıtalarını teftiş ediyorduk. Hepsi aslanlar gibi idi.

Mehmet Akif, kendinden geçmişti. Dudaklarından kendi yazdığı İstiklal Marşı'nın şu mısraları dökülüyordu:

"Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım,

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım,

Kükremiş sel gibiyim kendimi çiğner aşarım,

Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.

Beni solumdan takip eden Akif'e döndüm. Gözlerinde yaşlar tanelenmişti. Bu mehabetli manzara karşısında kendisini tutamıyordu.

- Akif Bey, siz ağlıyorsunuz, dedim.

- Ne yapayım, heyecanımı zaptedemiyorum cevabını verdi. Ve sonra ilave etti:

- Fakat sizin de gözleriniz yaşlı, Paşam.

Arkadaşım doğru söylüyordu. Ben de çok heyecanlı idim. Gözlerimde tanelenenler sevinç göz yaşları idi. Ben zaten hep böyleyimdir. Bu yaşta bile önümden bir alay sancağı geçse heyecandan tıkanacak gibi olurum. Asker ocağı benim her şeyimdir. Bütün gençliğim orada geçti.

Ankara'ya döndükten sonra Batı Cephesi'ndeki intibaalarımı anlatırken, bu olaydan da bahsettim. Gazi'nin, dinlerken o ışık saçan mavi gözlerinde tanelenen yaşlar birden yüzüne döküldü, ağlıyordu. Fakat bu yaşların manası çok daha başka ve çok daha ulvî idi.

- Fuat Paşa, muzaffer olacağız dedi"