Milliyetçiler herşey mi, yoksa hiç birşey mi?

Eskiden fikrî anlamda milliyetçilik en yumuşak uzlaşma ortamı anlamına gelirdi. Eylemde katı ve tavizsiz olan Türk milliyetçileri fikirde son derece geniş bir iklimi ifade ederdi. Bakıyoruz da şimdi hemen bütün milli değerler adeta onlara kaldı. Herkes bir başka gerekçe ile kenara çekildi, ve onlar bir anda her konuda aşırı uç olarak ’cami avlusunda’ kendini buldu. Türklük onlara kaldı. Kimi Türkiyeci oldu, kimi anayasal vatandaş, kimi Osmanlıcı, kimi 36 etnik grup olduğunu savunup Türk’ü de bunlardan biri yaptı, yani Türklüğü savunmak onlara kaldı, yani Türk milliyetçilerine.. İslam onlara kaldı. Kimi etnikçi Osmanlıcı Müslüman, kimi ılımlı Müslüman, tarikatçi Müslüman veya siyasal İslamcı oldu. Kimi de ‘ben artık döndüm İslamcı değilim’dedi. Kabuk İslam esası yok etmeyi hedef aldı ve özü yani gerçek İslamı savunmak da onlara kaldı. Misyonerlerle mücadele de onlara kaldı
Atatürk’ü içini boşalttırıp sattırdılar. Neredeyse İslam düşmanı bir Atatürk kaldı ortada. Onun ’din ve vicdan hürriyeti’ne verdiği önem, İslami anlayışı aşarak devleti korumaya dönüştü. Kendi vatandaşından kendi devletini korumak gibi bir ucubeye dönüştü. Atatürk’ün milliyetçiliği yok farzedilip, yörüngesinden saptırılmış bir halkçılık kaldı ortada.

* * *

Milliyetçileri 1944’ten beri takibat altında tutup mahkum etmek için bahaneler arayan, 1953’te derneği kapatılan, 1980’de kitle halinde tutuklanıp faşizm suçundan haklarında dava açılan milliyetçiler, kendilerine bunları reva gören, işkence edip hapishaneleri dolduran devlet görevlileri ortadan çekildiler. Mezarlıklar dolusu şehitleri ile hâlâ yaranamayıp inandırıcılık sıkıntısı çeken milliyetçiler hem kendilerini hem de devleti savunmak zorunda kaldılar. Ve her nedense DTP’nin de katıldığı, her türlü etnikçinin boy gösterdiği, çingenelerin bile şahsiyetli bir duruş sergilediği toplantıda MİT’in yıllarca üst seviye görevlerinde bulunmuş, en son müsteşar yardımcısıyken emekli olan Cevat Öneş de bu toplantıda arz ve endam ediyordu. Yani devletin, ülkenin, millletin korumasını üstlenen bir kurumun ikinci adamı tam ters bir yerde, tam ters bir sürece katkı yapmaktaydı. Sonradan öğreniyoruz ki Cevat Öneş bu konuda yalnız değildir. 12 Eylül ihtilalini yapan cuntanın ‘bizim çocuklar’ından Kenan Evren aslında milli birlik ve bütünlüğü gerekçe göstererek bu darbeyi yapmasına rağmen federasyoncudur. Tıpkı kayıkçı kavgası yaptığı Turgut Özal gibi. Daha doğrusu hem Özal, hem  de cuntayı el koymaya sevkedip esasında Türkiye’nin yarınlarına el koyduran büyük güçtür, yani ABD. Siz bakmayın bizim bir yıllık bile öngörümüzün olmayışına. Onlar bugünkü gelişmelerin altyapısını kurmak için bütün o yapılanmaları gerçekleştirdiler.

* * *

Özelleştirme, yolsuzluk, peşkeş ve her türlü etnikçilikle mücadele de onlara kaldı. İşe bak ki kendisine işkence yapanı korumak gibi bir aşka işkenceye sahiptir artık. Devleti onlara vermeyi düşünen yoksa da onu savunma haklarına da bir engel gözükmüyor. Yani devleti savunmak da onlara kaldı, Türk millliyetçilerine... Milletin birliği bütünlüğü teminat altında iken Lozan’ı delip cumhuriyeti numaralandırıp iki dilli, iki milletli konfederasyon talepleri artık alenen yapılıyor. Onlarla mücadele eden var mı... Yok.. Yani o da onlara kaldı. Küresel düşmanlarla diğer işbirlikçilere rağmen ve büyük sermayeye, büyük medyaya rağmen, yarı aydınlara rağmen, NGO denilen Türklüğe karşı destekleyip bunu bir itibar olarak gören, şerefle bunu itiraf eden STK’lara (Sivil Toplum Kuruluşlarına)  rağmen.. 

Yazarın Diğer Yazıları