ABD'nin 40 yıldır İran'a bitmeyen gazabı!

İhtilalinin 40. yldönümünü kutlamaya çalışan "KOMŞUMUZ" İran'ın İsrail'den sonra en büyük düşmanı ABD'nin bu ülkeyi yıllardan beri tehdit ve taciz ettiği biliniyor.

Oysa, oldukça stratejik bir konuma sahip İran, çekindiğinden bölgede çok düşmana sahip olduğundan mümkün olduğu kadar "gerçekte" savunmada kalıyor.

Her ne kadar, İsrail'e karşı olan tehditlerini tekrarlamakla beraber İran, ABD'nin gazabından aslında çekiniyor.

Zaten, bölgeye bir bakıldığında, İsrail'in yanı sıra başta Suudi Arabistan olmak üzere çoğu Körfez ülkeleri ile geçinemeyen İran konumunu muhafaza etmek istiyor.

Petrol ve gaz kaynaklarıyla aslında, büyük bir stratejik değere sahip İran'ın tarihi zaten bu tür denklemler üzerinde kurulmuş bulunuyor.

Nitekim, İran'ın "Devrim İhracı" politikasına bir göz atıldığında ilgi çekici gelişmeler ortaya çıkıyor.

İran, 1979'dan itibaren ABD'nin "doğal müttefikliği" konumuna son vererek "bağlantısızlık" temeline oturacağını dünyaya duyuruyor.

12 Mart 1979'da İran'ın CENTO'dan ayrıldığını açıklamış olmasını, ABD-İran Savunma Anlaşması'nın feshi takip ediyor.

Bu arada, 4 Kasım 1979'da bir grup öğrencinin Tahran'daki Amerikan elçilik görevlilerini rehin alarak 444 gün sürecek bir kriz başlıyor.

Özellikle, 22 Ekim 1979'da Şah'ın tedavi amacıyla Amerika'ya sığınmasına tepki olarak meydana gelen olaylar işi çığırından çıkarıyor.

İran'da 41 bin Amerikalı!

Stratejik ve politik kaybın dışında bu ülkede milyonlarca dolar değerinde yatırımı bulunan ABD (İran'da 500 Amerikan firması bulunmaktaydı) her yıl İran'a milyarlarca dolarlık silah satmakta ve buğday ihraç etmekteydi.

Ayrıca, 41 bin Amerikalı çeşitli nedenlerle İran'da bulunuyordu.

24 Nisan 1980'de ABD tarafından girişilen rehineleri kurtarma operasyonu tam bir fiyaskoyla sonuçlanıyordu.

Ancak, bir yandan Irak savaşının başlaması, diğer yandan Amerika'nın dondurulmuş olan İran'ın 12 milyar dolar değerindeki mal varlığını serbest bırakacağını açıklaması üzerine rehineler krizi sona eriyordu.

Olaylar ise birbirini kovalıyor ve İran'ın dini lideri Humeyni'nin istekleri hatta tehditleri Orta Doğu'yu bile aşıyordu.

ABD ise daha çok Irak'ı körükleyerek İran'a karşı bir Arap cephesi kurmaya uğraşıyordu.

İşte o tarihlerden beri, İran ile ABD arasında açık ve kapalı mücadeleler birbirini tamamlıyordu.

Öte yandan, ABD aslında İsrail'in topraklarını korumak ve hatta genişletmek amacını güdüyordu.

Yapılan bütün barış girişimlerine rağmen biraz da İsrail'in isteğiyle, İran'ın denetim altına alınması planları yapılıyor ve ABD bu konuda büyük yol alıyordu.

Zaman içinde, petrol fiyatlarının artması gaz ve su ihtiyacının belirleyebileceği ihtimalleri ABD'nin yanı sıra İsrail'i de iştahlandırıyordu.

Sinsi proje...

Kaldı ki, sözüm ona "Arap Baharı"nın neden olduğu felaketler Libya, Irak ve Suriye'yi güç durumda bırakırken, İsrail'den İran'a kadar uzanacak hatta içine alacak bir kanal açımı projesi, sinsi bir şekilde uygulamaya konuluyordu.

Üstelik, bu "şeytani" projede Türkiye'nin de büyük zarar göreceği hesaplanıyordu.

Ne var ki, Türkiye'nin Silahlı Kuvvetleri büyük başarılar elde ederek, zararı önlemeyi başında başarıyordu.

Sadece, yeni yeni stratejilerin Türkiye'nin başına "belalar" getirebileceği de unutulmuyor.

Rusya'nın ABD'yi desteklememesi sürerken, İran'ın özellikle gizli ve açık görüşmelerde direnmesi, tabii ki Türkiye'nin elini güçlendiriyor.

Nereden bakılırsa bakılsın, ABD Başkanı Trump'ın her gün değişen girişimleri bölgede tedirginlik yaratırken özellikle İran'a karşı yeni bir tehdit furyası bölgeye yayılıyor.

Geçtiğimiz hafta bile, Başkan Trump'ın İngilizce ve Farsça yayınlanan bir paylaşımda "40 yıllık terör. İran'daki rejim sadece 40 yıllık başarısızlık yarattı. İranlıların uzun süreli çilesi. Çok daha aydınlık bir geleceği hak ediyor." ifadelerini kullanması tepkiyle karşılanıyor.

İran'ın davet edilmediği ve Başbakan Netanyahu'nun yanı sıra İsrailli ve Arap siyasilerin katıldığı 27 yıl sonra yapılan zirve ise bardağı taşırıyor.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları