Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe…

Uğradığı bombardıman altında şoka giren Gazzeli bebeğin görüntülerini görmüşsünüzdür; doktorların bedenini uyarmak üzere yaptığı hiçbir harekete yanıt vermeyen, kaskatı kesilmiş bir vücutta, kapıldığı dehşet anında donup kalmış bakışlar…
Hissiz gibi… Halbuki, korku, acı, sancı; içinde hislerin en ağırları saklı.
Ya göreceli bir "kurtuluş" şekli olarak kaybedecek aklını; ya da ömür boyu tekrar tekrar yaşayacak aynı duyguları. Hiç kapanmayacak yarası.
***
Bir Türk çocuğunun bakışları, en son;
Arnold J. Toynbee''nin, İzmit''te, Yalova''da, Gemlik''te tanıklık ettiğini kaydettiği Yunan mezalimi sırasında böyle açılmıştır belki…
Marjorie Housepian''ın aktardığı o "4000 idam" sırasında, işgal altındaki İzmir''de…
Bergama baskınında…
Menemen yangınında…
Sydney Nettleton Fisher''ın, "Geri çekilme sırasında Yunan ordusu bir yakıp yıkma taktiği izledi ve öfkelerini savunmasız Türk köylülerinden bilinen her yolda çıkardı" diye işaret ettiği yakma, yağma, işkence ve tecavüzler sırasında…
Alaşehir "kül yığını"na dönmezden hemen önce…
Armutlu''da "sistematik tecavüz"e uğrayan kadınlardan birinin eteğine yapışmış "Ana" diye feryat ederken belki…
Belki Aydın Karatepe''de dolduruldukları camide ateşe verildiklerinde…
***
Yaşadıklarını, "Sabaha karşı milislerden kaçtıktan sonra, tepelerde gizlenmek için kuru bir dere yatağına tırmandık. Biz tırmanırken, şehir yanıyordu ve biz onun ışığı ile aydınlatıldık ve ısısı bizi ısıttı. Şehir üç gün ve üç gece yandı. Ben evlerin pencere camlarının bomba gibi patladığını gördüm. Üzüm reçeli gibi köpüren, birbirine yapışmış. Havada kendi ayakları ile ölü inekler ve atları, balonlar gibi. Eski ağaçlar kökleri ile devrildi. Ben bu şeyleri unutmadım. Isı, açlık, korku, koku. Üç gün sonra, aşağıda vadide toz bulutları göründü. At sırtında Türk askerleri; biz onları tepelerde bizi öldürmeye gelen Yunanlar sanıyorduk. Ben yeşil ve kırmızı bayraklar taşıyan üç asker hatırlıyorum. İnsanlar ağlıyor, atlarının toynaklarını öpüyordu "Bizim kurtarıcılarımız geldi diye" cümleleriyle anlatan Manisalı küçük Gülfem''di belki bakışları öyle donan son Türk çocuğu…
Belki, kolları kesilip Derbent Boğazı''na atılan onlarca Türk''ten birinin torunu, evladı…
Benim de doğup büyüdüğüm Hayrabolu''da, ayağından iple bağlanarak sürüklenen müftünün yahut kocalarının gözü önünde tek bacaklarından ağaca asılıp altlarında ateş yakılan kadınların katline şahit olmuş bir öksüz, bir yetim…
Halep Muallim Mektebi''nin kurşuna dizilen dokuz Antepli öğrencisinden biri belki. Yahut, Dokurcum Değirmeni''ndeki mağarada öldürülen on dört çocuktan birisi…
Cerit Köyü''ndeki evleri basılan, anneleri içeride alıkonulup işkence ve tecavüze uğrarken, dışarıda babalarının cesedi başında donarak ölen dört ve beş yaşlarındaki iki çocuktan biri…
Erzurum ile Erzincan arasında başları kör satırla koparılmış olan çocuklardan…
Zeve''de kafatasları kırık ve ezik, kemikleri çatlak halde bulunan yanık iskeletlerin sahibi olan çocuklardan…
Tandırdamı''nda üzerilerine gazyağı dökülerek diri diri yakılan çocuklardan biri…
***
İstanbul''da, işgalcilerin alem masalarına meze yapılan ve dakikalar sonra maruz kalacağı her nevi alçaklığı bile bile raksa zorlanan bir çocuk kadın belki…
***
Tıpkı o Gazzeli bebek gibi, işgal altında yaşamanın ne menem bir zulüm olduğunu iliklerine kadar hissetmiş ve bu his bakışlarında sabitlenmiş son Türk çocuğu hangisiydi bilmiyorum…
Ama…
Sonraki hiçbir Türk çocuğu bu millî dehşete mahkûm olmadıysa O''nun sayesinde; bunu iyi biliyorum.
***
Bugün Türk çocukları, 13 yaşındaki Filistinli Abdurrahman gibi, "Bildiğiniz tek evden kovulduğunu hayal edin" diye değil de, "doğduğu yeryüzünden özgürce yaşamasını reddeden bir dünyayı" lanetlemek için değil de, "İzmir''in dağlarında açan çiçekler"e dair şarkılar söylüyorlarsa…
Daha 10 yaşında "Ben artık bununla baş edemiyorum" diye yakaran Filistinli kız çocuğu gibi umutsuz değil de, her şeye, bütün konjonktürel musibetlere rağmen başlarındaki "Türk''e durmak yaraşmaz; Türk önde, Türk ileri" özgüveniyle atılıyorlarsa hayata yine de; O''nun sayesinde…
***
İngiliz mandası olmayı hür Türkiye''ye yeğ tutan nankörler anlamaz ama;
Mescid-i Aksa''nın kaderini paylaşmıyorsa bugün Süleymaniye, Selimiye, Sultanahmet, Kocatepe ve elbette Ayasofya; saf tutabiliyorsa Müslümanlar buralarda huzurla ve bu sebeple kıllarına zarar gelmiyorsa; O''nun sayesinde…
***
İyi ki gitmiş "varlığını önce Allah''a, sonra İngiltere''ye emanet edenlerin" müstemlekeleştirdiği İstanbul''dan…
İyi ki geçmiş Anadolu''ya…
İyi ki, kellesini koltuğunun altına almayı gerektireceğini, rütbelerinin söküleceğini, katline ferman verileceğini, hain ilan edileceğini, göğsünün kahır yaftalarıyla bezeneceğini bile bile, altın kafeste "ah vatanım" diye diye sözde yaşamak yerine, ölümüne bir direnişe atmış adımını Samsun''daki Tütün İskelesi''nde!
***
Hürriyet ve her dem yeşertmeyi öğrettiği umudun banisi Ata''m;
Açtığın yolda…
Gösterdiğin hedefe…
Durmadan yürüyeceğime…
And içerim.
 

Yazarın Diğer Yazıları