“Amed” dedikleri Diyarbakır Kürt değil, tam bir Türk kenti!

“Amed” dedikleri Diyarbakır Kürt değil, tam bir Türk kenti!
MHP Grup Başkanvekili tarihçi Yusuf Halaçoğlu’ndan “Kürdistan” gerçeği...

“Milli mücadele döneminde nasıl Batılılar Kürt Teali Cemiyeti’ni, İngiliz Muhipleri Derneği’ni oluşturmuşlarsa, Şark meselesinin devamı niteliğinde olarak bugün de PKK ve Kandil aracılığıyla bu emellerine ulaşmak için bölgeyle ilgili politikalarını sürdürüyorlar” 

Bölücüler sürekli olarak aynı  teraneyi tekrarlıyor, “Siz etsiniz biz tırnak, uzadıkça kestiniz. Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda birlikte savaştık.” Peki gerçek ne! Diyarbakır, Kürt değil Türk kenti; haliyle Çanakkale’ye giden ve orada şehit düşenlerin de çoğu Türk kökenli. Kurtuluş Savaşı’nda da gerçek bu. Halaçoğlu, tez değil bilimsel konuşuyor:

1. Dünya Savaşı’nda Kürtler

“Savaşa girmeden çok önce Ruslar bazı Kürt aşiretleriyle temasa geçmişti. Bu konuda bir makale kaleme alan İsfendiyar Kurtcebe ile Suat Akgül, Vlademir Minorsky’ye dayanarak Rusların, 1829 Osmanlı-Rus savaşında bir, 1853 Kırım savaşında Kürtlerden iki alay teşkil ettiklerini yazıyorlar. Bundan sonraki dönemlerde de bu ilişki daha da artırılarak sürdürülmüş. Keza Rus ve Türk arşivlerine dayanarak, ‘Rusların Kürt aşiretlerini Osmanlı Devleti’ne karşı kullanma çabaları’ başlığıyla bir makale hazırlamıştır. Bu makalede Ruslarla işbirliğine giden Kürt aşiretleri içinde Bedirhanlı Abdürrezzak, Hakkari-Şemdinli bölgesindeki Şeyh Ubeydullah torunu Seyit Taha ve Bitlis bölgesinde Şeyh Selim, Seyit Ali ve Şeyh Sabahaddin’in aşiretlerinin ön plana çıktığı kaydediliyor. Bunlara ek olarak Şeyh Abdüsselam Barzani ile Rus Generali Korganof’un Erzurum’a saldırısı sırasında onunla işbirliği yapan Zeylani ve Suphi aşiretleri de sayılabilir. Bu duruma karşılık Rus Gordlevski şunları söylüyor: ‘Türkler vatan savunmasına katılmadıkları için Kürtlere çok kızmaya başladılar.’
Ruslarla işbirliği yapan aşiretlere ek olarak 1920-21 yıllarında gerçekleştiren Koçgiri isyanından da bahsetmek yerinde olacaktır. Koçgiri isyanı bilindiği gibi Yunan ordusunun Bursa’ya doğru harekete geçtiği bir sırada meydana gelmiş bir isyandır. Bu konuda ABD Askeri Ataşesi raporunda şu bilgilere yer vermiştir: ‘...Yunanlar önemli bir zafer kazanırlarsa Kürt isyanı Türkiye’nin arkasını ciddi bir şekilde tehdit edebilir. Ancak Batı’daki savaş Türklerin lehine gelişirse Türkler, ellerindeki yarım düzine yetenekli liderden biriyle Kürt sorununa son verebilir. İngilizler şüphesiz bu durumu bilmektedir. Gene de Kürt sorunu ile meşgul olduğu sürece Mustafa Kemal’in Musul’a el koyamayacağını düşünmektedirler. Dolayısıyla Kürt ayaklanmasına yardımcı olmaktadırlar.’

Aşiretleri kullandılar

Birinci Dünya savaşında ilginç olan şey şudur: Çıkarlarına bağlı olarak Ruslar kuzeyden, İngiltere güneyden olmak üzere her iki devlet de bazı Kürt aşiretlerini kullanıyor. Zaman zaman da Ermenilerle Kürtleri bir araya getirmeye çalışıyorlar. Çünkü tek başlarına Ermenilerin devlet kurabilecek nüfusu yok. Kürtlerin de yok. Diğer taraftan Osmanlı Devleti’nde Kürtlerin çok önemli bir bölümü devlet taraflısı, yani isyankâr değil. Dolayısıyla isyan edenler belli bir grup. Bunlara karşı da Hamidiye Alayları meydana getiriliyor. Abdülhamid döneminde ‘Aşiret Mektepleri’ kuruluyor. Burada Arap çocukları da okutuluyor. Yani okul sadece Kürtlere özgü değil. Ancak her şeye rağmen Kürt ve Arap etnik milliyetçiliğinin önüne geçilemiyor. Mesela Mutki aşireti reisi Hacı Musa Bey, Heyet-i Temsiliye’nin 9 üyesinden biri olmasına rağmen yabancı devletlerle işbirliğinden vazgeçmiyor. Nitekim 1923’te Erzurum’da kurulan Kürt Azadi Cemiyeti’nin liderliğini üstleniyor. Yine 1925’te isyan eden Şeyh Said de aynı cemiyetin lideri olarak İngiliz ve Ruslarla temas kurup bağımsız Kürdistan için destek arıyor.

Abdülhamid’in zaafı

“Çoğu kesim tarafından ‘Ulu Hakan’ olarak tanımlanan Sultan Abdülhamid dönemi Osmanlı Devleti’nin en yoğun iç ve dış meselelerinin olduğu dönem olarak gösterilebilir. Gerçekten belki de Osmanlı Devleti’nin uğradığı en büyük felaketlerden biri olan ve meşhur ‘93 Harbi’ olarak tanımlanan 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı onun zamanında meydana gelmiştir. Bu savaş sonrasında imzalanan Ayastefanos ve ardından kabul edilen Berlin antlaşmalarının bir neticesi olarak ortaya çıkan Ermeni meselesi, yine onun devrinde uluslarası bir sorun halinde boy göstermiştir. Bunlara karşılık dış politikada önemli başarılar elde edilmiştir. Ancak iç politikada ve adam yetiştirmede Abdülhamid’i başarılı görmek mümkün değil. Zira Abdülhamid dönemi, Osmanlı topraklarında en çok kilise ve yabancı okulun açıldığı dönem olmuştur. Ne yazık ki 33 yıllık iktidarı döneminde kendisine bağlı devlet adamı yetiştiremediğinden kendisini tahttan indirenler, tahttan indirildiğini tebliğe bir Rum, bir Ermeni, bir Arnavut ve uzun zaman yaverliğini yapan bir Gürcü asıllı paşadan oluşan heyet göndermişlerdi. Özellikle de İttihad ve Terakki Cemiyeti’ni oluşturan kimselerin bir çoğu onun döneminde yetişmişti.

Çanakkale Savaşı’nda Kürtler

Biz tarihçilerin en çok karşılaştığımız sorulardan biri bu. Maalesef Çanakkale Savaşları’nda Kürtlerin yer alıp almadığına dair birçok spekülasyon yapılmaktadır. Bazı kimseler, Osmanlı Devleti için, dolayısıyla da Türkler için bir ölüm kalım mücadelesi olan ‘Çanakkale Savaşları’nda Kürtler yoktu’, bazıları da ‘yoğun şekilde yer almıştı’ iddiasında bulunuyorlar. Çanakkale’de savaşa, ülkenin değişik yerlerinden asker alınmıştır. Bunların etnik durumu ile ilgili olarak, muhtemeldir ki kimse doğru bir bilgiye sahip değildir. Genelde katılıp katılmadıklarını söyleyenlerin dayandıkları ana kaynak, Genelkurmay Başkanlığı’nın bölgelere göre verdiği şehid listeleridir ki, bununla da katılanların gerçek etnik durumunu tespit mümkün değildir. Söz gelimi resmi rakamlara göre, Çanakkale’de verilen toplam şehid sayısı kayıp ve yaralılar hariç 48 bin 148’dir. Buna göre Marmara bölgesinden 13 bin 785, Ege bölgesinden 10 bin 906, Akdeniz bölgesinden 3 bin 400, Karadeniz bölgesinden 8 bin 247, İç Anadolu bölgesinden 9 bin 986, Doğu Anadolu bölgesinden 832 ve Güneydoğu Anadolu bölgesinden 992 şehid verilmiştir. Tabii bu şehidlerin bir de illere göre dağılımı var. Mesela Güneydoğu’daki şehidlerin 502’si Gaziantep’ten, 383’ü Urfa’dandır. Yani 992 şehidden 885’i bu iki şehrimizdendir. Keza Doğu Anadolu’daki şehidler ağırlıklı olarak Malatya, Erzincan, Elazığ, Bitlis ve Erzurum şehirlerimizdendir. Muhakkak ki bu rakamları verirken şunu da unutmamak gerekir. Doğu ve Güneydoğu illerimizden verilen bu şehidlerin etnik kimliği belli değildir ve bunları Kürt asıllıymış gibi görmek de bizi yanıltır. Söz gelimi Diyarbakırlı 49 şehidi Kürt ve Türk diye ayırt edebilmek, ancak nüfus kütüklerine bakmak suretiyle mümkün olabilir. Unutmamak gerekir ki o tarihlerde Diyarbakır merkezi hemen hemen Türk asıllıların yaşadığı bir şehrimizdir. Öte yandan bölgelere göre şehid sayılarına bakarak, bölgelerden savaşa katılanların tam sayısıyla ilgili bir değerlendirmede bulunmak da bizi yanıltabilir. Zira Birinci Dünya Savaşı’nda sadece Çanakkale’de mücadele verilmemektedir. Aynı zamanda Kafkas, Musul ve Filistin cephelerinde de savaş vardı ve buralarda da askerlerimiz savaşmaktaydı. Her ne kadar bazı Kürt aşiretleri Ruslarla ve İngilizlerle işbirliği yapmış olsalar bile, ülkesine bağlı Kürt vatandaşlarımız da vatan topraklarına düşman çizmesi girmemesi ve ezan susmaması için bu mücadele içinde yer almıştır. Dolayısıyla bütün bunların göz önüne alınması gerekir. Daha da doğrusu, şehidlerimizin ve gazilerimizin kimliğini soruşturup araştırmak yerine onlara dua ederek ve bizlerin istiklali ve namusu için canlarını feda eden o muhterem insanlara layık kişiler olarak minnet duygularımızı belirtmemiz yerinde olacaktır.

Kurtuluş Savaşı’nda Kürtler

Yukarıda belirttiğimiz gibi, Milli Mücadele’de de vatan savunmasında ecdadımız canlarını feda etmiştir. Tıpkı Çanakkale Savaşları’nda olduğu gibi Milli Mücadele döneminde de kayıp, gazi ve esirler hariç resmi rakamlara göre 34 bin 885 şehid vermişiz. Bu şehidlerimizin 2 bin 488’i Marmara bölgesinden, 5 bin 307’si Ege bölgesinden, 4 bin 210’u Akdeniz bölgesinden, 11 bin 759’u Karadeniz bölgesinden, 8 bin 827’si İç Anadolu bölgesinden, bin 609’u Doğu Anadolu bölgesinden ve 685’i Güneydoğu Anadolu bölgesindendir. Tabii şunu da hatırlatmakta yarar görmekteyim ki, özellikle Milli Mücadele döneminde, milli kuvvetler dışında düşmanla yerel mücadele yürütürken şehid olanlar da vardır. Bütün bu şehidlerimizin ne kadarı Kürt’tür veya değildiri tartışmak yerine, bunların aziz hatıralarına saygı gösterip, onların canlarını verdikleri vatanın bağımsızlığı için gayret göstermemiz gerekir. Bununla beraber Milli Mücadele döneminde Kürt Teali Cemiyeti gibi, İngiliz Muhipleri Cemiyeti gibi cemiyetleri de görmezden gelmememiz gerekiyor. Aksine görmek durumundayız ki, günümüzde bu gibi oluşumların asıl hedeflerini ve kimler tarafından desteklendiklerini iyi anlayalım. Zira Türk insanının bilmesi gereken en önemli husus, Milli Mücadele döneminde nasıl Batılılar yukarıda isimlerini söylediğim Kürt Teali Cemiyeti’ni, İngiliz Muhipleri Derneği’ni oluşturmuşlarsa, “Şark Meselesi” nin bir devamı niteliğinde olarak bugün de PKK ve Kandil aracılığıyla bu emellerine ulaşmak için bölgeyle ilgili politikalarını sürdürmektedirler.
Aslında Kurtuluş Savaşı ve sonraki dönemlerdeki isyanlar dikkatlice analiz edilecek olursa, bunların hiç birinin milli kaygılarla yapılmadığı, halkın büyük çoğunluğun iştirak etmediği görülür. Hatta Kürt isyanı diye ifade edilen isyanların elebaşlarının da bir çoğunun Kürtlükle alakalarının bulunmadığı anlaşılır. Dahası bazılarının dillerine doladıkları Şeyh Said’in de, sözde Kürdistan’ın merkezi kabul ettikleri yere, yani Diyarbakır’a hiç giremediği ortaya çıkar.

YARIN: 1. Meclis ve Anayasada özerklik vaadi iddiası!