Andımız kararı sonrasındaki paniğin sebebi

Danıştay'ın Andımız kararı sonrasında ortaya çıkan tabloyu iyi okumak gerekiyor. Çünkü söylemlerin arka planını görebilirsek, Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu çok daha net anlamlandırabiliriz. Bu noktada özellikle iktidar partisinin söylemleri çok önemli.

Süreçle ilgili en kritik açıklama Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan geldi. Partisinin grup toplantısında tıpkı geçmiş günlerinde olduğu gibi, Türkçülük ile Kürtçülüğü bir tutup Andımız'a ve Atatürk dönemine eleştiriler yöneltildi. Millî Eğitim Bakanlığı da, Danıştay'ın kararını "yürütmeyi durdurma talebiyle" temyize götürdü.

Bir süredir ara verdiği "etnik ırkçılığı" depreştiren söylemlere hızlı bir dönüş yaptı.

Peki ne olmuştu da 15 Temmuz sonrasında "milliyetçi" gibi gözüken söylem bir anda terk edilmişti?

Türkiye'nin kurucu unsurlarına, millî devlet yapısına ilişkin o düşmanca dil nasıl bir anda depreşmişti?

Hükümet medyasının yazarları bir yerden talimat almışçasına Türklüğe, milliyetçiliğe, Atatürkçülüğe, Cumhuriyet dönemine dil uzatmaya başladılar.

Gelin biraz geçmişe gidelim.

AK Parti'nin kuruluş yıllarına...

3 Kasım'a gidilen süreçte Erdoğan ve kurmayları "ılımlı muhafazakârlar" olarak medyada genişçe yer buluyordu. Doğan Medya'sının verdiği büyük desteğin yanı sıra etkili STK'lar da devredeydi.

Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) bu STK'ların başında geliyordu. AK Parti'ye tam destekleri vardı. TESEV'in başına Can Paker geçtikten sonra kurum kamuoyunda biraz daha kendinden söz ettirmeye başlamıştı.

Türkiye'nin değişen siyasi ikliminde TESEV oldukça etkin bir rol üstlenmişti. Yeni siyasetin adeta akıl hocalığını yapıyordu.

Hazırladıkları raporlar sadece millî kurum ve gerçek vatanseverlerin tepkisini çekiyordu.

2008 yılında yayınlanan "Kürt sorununun çözümüne dair bir yol haritası: Bölgeden hükümete öneriler" başlıklı rapor oldukça ses getirmişti. Çünkü rapordaki ifadeler ve talepler doğrudan PKK'nın taleplerini içeriyordu.

TESEV'in Kürt Raporu'nda o günler için akıl almaz içerikler vardı:

- PKK'nın silah bırakması için yasal düzenlemeler sağlanmalı, adına "af" denilmeyen bir süreç oluşturulmalı,

- Öcalan'ın İmralı'daki tecridi bölgede rahatsızlık teşkil ediyor, serbest kalmasının önü açılmalı,

- Kürtçe eğitim dili olmalı, Kürtçe televizyon ve yayınlara izin verilmeli,

- Kürt siyasi partileri ile diyalog kurulmalı, Kürt siyasetinin önü açılmalı,

- Yeni bir anayasa yapılmalı ve tek tipçi kimlik dayatmaları kaldırılmalı,

- Bölgesel mali özerklikler oluşturulmalı, Türk ceza, terörle mücadele, millî eğitim kanunu, yüksek öğretim, basın, Türkiye radyo ve televizyon kanunları değiştirilmeli,

- Irak Kürt bölgesel yönetimi ile siyasi ve ticari ilişkiler geliştirilmeli,

- Mayınlı bölgeler temizlenmeli,

- "Türk'üm doğruyum" şeklinde okullarda okutulan ant kaldırılmalı...

Uzayıp giden talepler...

Şimdi günümüze dönüp baktığımızda TESEV'in bu taleplerinden sadece özerklik ve Öcalan'ın serbest bırakılmasının gerçekleşmediğini görüyoruz. Öcalan serbest bırakılmasa da odasının genişletilmesi, mahkûm arkadaşlar getirilmesi ve televizyon verilmesi gibi onlarca iyileştirme yapılarak, otel konforu oluşturulduğunu hatırlatalım.

TESEV'in raporda kullandığı dil de oldukça tehditvari.

Raporun 15. sayfasında aynen şu ifadeler kullanılıyor: "Hükümetin bu siyasi talepleri göz ardı etmeyerek, Kürt toplumunun PKK konusundaki hassasiyetinin farkında olması, güven ilişkisinin tesisinde faydalı olacaktır. Nitekim son aylarda Abdullah Öcalan'a kötü muamele yapıldığı iddiaları üzerine Türkiye'nin çeşitli illerinde gerçekleşen protesto gösterileri, bu konudaki hassasiyetin yol açabileceği siyasi ortam hakkında önemli ipuçları vermiştir."

TESEV mealen diyor ki siyasetçiler dediklerimizi yapmazsa, doğacak toplumsal sorunlara hazırlıklı olunmalı.

Haliyle gözler siyasi iktidara çevrildi. Ama tek bir eleştiri ya da tepki gelmedi. Dahası TESEV'in başkanı Can Paker "Sayın Erdoğan ile birçok konuda aynı düşünüyoruz. Kızı Esra Erdoğan ABD'den döndükten sonra TESEV'de staj yaptı" şeklinde röportajlar verdi. İlerleyen yıllarda "hükümet medyası patronu" olacak TESEV yönetim kurulu üyesi Ethem Sancak ise "Raporu bizzat Başbakan Erdoğan'a teslim ettim" ifadelerini kullanmıştı. 

İşin enteresan tarafı muhalefetten de çok fazla tepki gelmedi. En sert tepki dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'tan geldi. Raporun ve ifadelerin kabul edilemez olduğunu açıkladı.

Sonrasında TSK'ya yönelik operasyonlar için düğmeye basıldı!

TESEV raporlarındaki taleplerin neredeyse tamamı bir şekilde kabul edildi. Kimi zaman adına çözüm süreci denildi, kimi zaman Ergenekon-Balyoz, kimi zaman da Türkiye'nin yükselişi için başkanlık sistemi!

Ama bir şekilde hepsi yasalaştı.

TESEV; Soros'la, uluslararası sermaye ile doğrudan bağlantılı bir kurum. Kaynaklarının buralardan temin edildiği biliniyor. Zaten kendileri de Soros ile olan bağlarını hiçbir zaman inkâr etmediler.

TESEV'in birilerine verdiği ödevler sekteye uğrarsa planlar, projeler alt üst olabilir.

Türklük güçlendikçe dış kaynaklı operasyonlar yapılamaz hale gelir.

Bu durum, "Türkiye'yi kullanılabilir bir araç" olarak görenler için kâbustur.

O yüzden Andımız kararı sonrasında panik havasında verilen sert tepkileri bir de bu açıdan okuyalım.

Yazarın Diğer Yazıları