Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Muhiddin NALBANTOĞLU

Muhiddin NALBANTOĞLU

Batı ile son hesaplaşmamız

Yeryüzündeki son Türk imparatorluğu olan Osmanlı cihan devletinin zuhurundan yıkılışına kadar geçen 600 yıllık zaman dilimi içinde Batı dediğimiz Avrupalı ülkelerin hemen en büyük ideali Türkler’in vücudunu yeryüzünden kaldırmak etrafında toplanıyordu. Ancak, Batı kaynaklarında kaydedildiği gibi  “Türk sorunu, Türkler’in Anadolu’ya ayak bastığı gün olan 26 Ağustos 1071’de, Malazgirt’te başlamıştır”  ve Selçukluların tarih sahnesinden çekilip onların yerine Osmanlı Türkleri’nin geçmesine kadar sürmüştür. Bu defa yeni bir kan değişimi ile Osmanlılar da hep Batı’ya, “Kızılelma” ya doğru ilerlemelerine devam etmişler ve hemen bütün Balkanlar coğrafyasını çok kısa denilebilecek kadar bir zaman dilimi içerisinde ele geçirerek vatanlaştırmışlardır. Hâlâ Batı’lı bilim adamları bütün Balkanlar coğrafyasının bu kadar kısa bir süre içinde Türkleşmesindeki büyük sırrı çözememişlerdir. Türklerin büyük aksiyonu taşan coşan bir sel gibi Viyana kapılarına ulaşıyor ve bu şehri iki defa kuşatmak sureti ile  “Hıristiyanlığı gırtlağından yakalamış oluyordu.” 1683’de Viyana önünden dönüş başlamış ve Batı ile Türklüğün büyük hesaplaşması yüzyıllarca sürüp gitmişti. Türk çekilişinin Ankara önlerine kadar dayanması ve buradaki Sakarya boylarında Batı ile yaptığımız son hesaplaşma sonucunda Türkler’in yeniden yükseliş devri başlamıştır. Ünlü İngiliz tarihçisi Ramsay der ki:  “Türkler’in Viyana önlerinden başlayan dönüşü Sakarya boylarına kadar dayanmıştır. Hep Türklerin üstüne üstüne giden Batı orduları yalnız Sakarya boylarında doğrudan doğruya Türk’ün kendisi ile karşılaşmıştır. Ve oradan geriye dönmüştür. Sakarya savaşı ve zaferinin tarihini geleceğin tarihçileri daha büyük bir şekilde değerlendirecektir. Zira artık Türkler’in yeniden tarih sahnesinde görünmesi ve yükselme çağlarının başlaması bu tarihten itibarendir. Aynı zamanda Batı’nın çöküşü de o tarihlerde başlamış oluyordu.”
Türk Kurtuluş Savaşı tarihinin muzaffer Başkumandanı Gazi Mareşal Mustafa Kemal de der ki:
 “... Batılı düşmanlarımız Birinci Dünya Savaşı sonucunda çözülen ve yıkılan Osmanlı devletinin bütün unsurları ile beraber Türk milletinin de çöktüğünü, yok olduğunu sandılar. İşte orada yanıldılar. Çünkü yalnız Türk milletidir ki ölmemişti. Dipdiri ayakta idi. Varlığını her vasfı ile koruyordu...”
Başka bir konuşmasında da yine bu konuda şunları kaydetmiştir:
 “... Biz on milyonluk yorgun bir milletiz. Düşmanlarımız ise pek çok ve kavidir. Riyazî hesaplarla düşünecek olursak galebe etmemiz şüphelidir. Garbın çelik zırhlara bürüdüğü düşman istilâ ordularına karşı galebe etmemiz şüphelidir. Fakat bizde olan şey onlarda yoktur. Bizim imanımız vardır. Ve biz bin türlü düşmanlarımızın kuvvetine rağmen galip geleceğiz...”
Nitekim öyle de olmuştur. Zamanımızdan tam 92 yıl önce Batı’nın zırha bürüyüp Anadolu’nun masum insanlarının üzerine saldırttığı Yunan ordularını çok kısa bir zamanda denize dökerek Anadolu’yu temizlemeyi başarmıştık.

 


Büyük Taarruz
Sakarya Meydan Savaşı’nın üzerinden bir yıldan fazla zaman geçmişti. Yunanlılar’da Türkler’e karşı yeniden saldıracak güç kalmamıştı. Barışı sağlamak için, düşmanı cebren Anadolu’dan atmaktan başka çare yoktu. Büyük Millet Meclisi’nde muhalifler taarruzun geciktirilmesini tenkid ediyorlardı. Bunları susturmanın en kesin çaresi, taarruzu daha fazla geriye atmamaktı. Esasen sonbahar yağmurları başlamadan taarruza geçmek lâzımdı. Akşehir’deki cephe genel karargâhına giden Mustafa Kemal ve Fevzi Paşalar, taarruz için durumu uygun görmüşlerdi.
Taarruz son derece gizli tutulmuştu. Bütün dünyada bir bomba tesiri yarattı. Hazırlıklar pek dikkatli yapılmıştı. Türk ordusunun hazırlık ateşinden birkaç saat sonra piyade tümenleri taarruza geçti, düşmanın ilk hatlarını yardı. Daha 26 Ağustos 1922 sabahının erken saatlerinde düşman büyük bir şaşkınlığa uğramıştı.
27 Ağustos’ta, Yunanlılar’ın uzun zamandan beri tahkim ettikleri bütün hatlar yarıldı, Aslıhanlar civarında mühim düşman kuvvetleri imha edildi. Geri kalanlar, kuzeye doğru kaçtılar.
30 Ağustos’ta, bizzat Başkomutan Mustafa Kemal Paşa tarafından idare edildiği için tarihimizde  “Başkomutanlık Meydan Savaşı”  diye anılacak olan çarpışmada düşmanın aslî kuvvetleri yok edildi, artıkları esir alındı. 1 Eylül’de Yunan ordusunun yeni başkomutanı General Trikopis, maiyetiyle beraber kuzeye doğru kaçarken, esir edildi. Böylece 5 gün içinde bütün dünyayı hayrette bırakan büyük bir imha savaşı yapılmış oldu. Tam mânasiyle kesin bir sonuç alınmıştı. Hiçbir kuvvet Türk ordusunun denize kavuşmasını durduramazdı.
Başkomutanlık Meydan Savaşı’nda imhadan kurtulabilen Yunan birliklerinin çoğu, arkalarından yetişen Türk birlikleri tarafından, İzmir’e ulaşamadan ele geçirildiler. Yalnız bunlar geçtikleri bütün şehir, kasaba ve köyleri feci surette yakıp yıkıyorlardı. Bu tüyler ürpertici zulüm ve cinayetlere yıllardan beri ortak olmuş bulunan Rum ahalinin çoğu da, Yunan ordusu döküntüleriyle birlikte denize can atmaya uğraşıyorlardı. 9 Eylül sabahı İzmir’e, 12 Eylül akşamı da Bursa’ya giren Türk ordusu, görülmemiş bir yürüyüş, âdeta bir koşuşla denize erişti. Büyük taarruzda Türk zayiatı 10.000, düşmanınki 100.000’in bir hayli üstündedir. Atatürk, Büyük Nutuk’unda bu savaştan:  “Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklâl fikrinin lâyemut (ölmez) âbidesidir”  şeklinde bahseder.

 


***

 


Bu büyük zaferimizin ardından Batı’nın strateji ve taktikleri değişmiş bulunmaktadır. Türk Kurtuluş Savaşı’nın bitiminden sonra Batılı ülkeler bir büyük dünya savaşı dönemini yaşadı. Bu savaş altı yıldan fazla bir zaman sürdü. Hemen bütün Avrupa ve onu takiben bütün dünya ateş selleri arasında boğulup gitti. Büyük yıkımlar yaşandı. Türkiyemiz ise bu savaş ateşinden masum kalarak bugünlere kadar varlığını dip diri olarak sürdürmeyi başarmıştır. Bu savaş ateşinden uzak kalan Türkiyemiz en başta insan unsuru olarak gelişti ve zenginleşti. Ancak insanlarımızı gerektiği eğitim ve kültür düzeyine ulaştıramadık. Büyük yıkımlardan sonra Avrupa kendini toparlayıp yeniden ve bu defa AB olarak karşımıza dikilmiş oluyordu. Bizi savaş alanlarında tam teslimiyet içine alamayan Batı, bu defa değişik taktikleri ile bizi yeniden esir almak, dağıtıp parçalamak ve üniter devlet yapımızı sıfıra indirme yolunu seçmiştir. Bunda ise bizimkilerin gafletleri ve beceriksizlikleri yüzünden kısmen muvaffak olmuşlardır. Amma hesaba katmadıkları, ülkenin ve milletin sahibi durumundaki güçlü ve kararlı bir Türk neslinin durumu vardır. Bu yeni Türk nesli onların emellerinin en büyük karşı gücüdür. Ülkemizin geleceğinin sahipleri olan genç milliyetçiler teslim olmayacaklardır.

Yazarın Diğer Yazıları