Beyaz et…

Beyaz et…

Öyle televizyonlarda "canlılar, canlılar" diye konuşuyorsunuz da…

Yaşayacaklardı da ne olacaktı sanki!

Ya, yumurtalarını haşlayacaktık; ya kendi ellerimizle fırınlayacaktık…

Lezzet katacakları "mangal keyifleri"ni söylemiyorum bile…

Telef olan tavuklar "beyaz et"!

Koyunlar-kuzular "incik"

Oğlaklar "çevirme"

İnekler, danalar "antrikot"

Bilemiyorum ki, "sucuk" mudur eşekler, atlar da!

Yılanlar "ayakkabı"

***

Hiç mi yanmamıştır canları?

Yanmaz mı!

En derinden hissetmişlerdir ceylanların acısını; zira, çöreklendikleri koltukların hammaddesi de yandı!

***

Askerliğin yan gelip yatma yeri olmaması gibi düşünün mesela; hiç asker olur da "birkaç tane şehit" olmaz mı?

Onun gibi;

"Yangın olur da canlılar yanmaz mı!"

Şaşıracak hiçbir şey yok aslında; yıllardır, en travmatik anlarımıza tüy diktikleri zihniyetlerinin aynı.

Çeşitlendirmek mümkün hatta;

-              Maden olur da göçük olmaz mı?

-              Sanayi olur da  kirlilik olmaz mı?

-              Yatırım olur da rant olmaz mı?

-              İhale olur da rüşvet olmaz mı?

-              Atama olur da kayırma olmaz mı?

Bunlar hep, yalan dünyanın fıtratı!

Hizmet zayiatı!

***

Milyonların yaşamayı, yaşamak için direnmeyi, şiirdeki gibi görev bildiği bu yangın yerindeki insanlık dışı tavır ve konuşmalarıyla, üzerimize, bir de onların yerine utanmak gibi bir ağır yük yükleyenler neyi kaçırıyorlar biliyor musunuz?

"Ödeyerek" tedavi, telafi edebileceklerini sandıkları/savundukları şeyin "can" olduğunu…

"Can"ın, "canlı"nın anlamını…

Her şeyin maddeden ibaret olmadığını ve bazı şeylere bedel biçmenin imkansızlığını.

***

Kapı duvar değil günlerdir cayır cayır yanan; yaşam…

***

Evinizin bir köşesinde belki yıllardır duran bir fotoğrafa takıldığında gözleriniz; neler hissettiğinizi düşünün…

Bir cüzdan içinde, kitap arasında, çekmece kenarında unutulmuş bir fotoğrafı yeniden elinize aldığınız gün gittiğiniz zamanları…

Lise yıllığınızı okurken yüzünüze yerleşen tebessümü…

Anneannenizin yaptırdığı bebeklik yorganınıza sarılırken içinize dolan huzuru…

Çocuğunuzu özlediğinizde kokladığınız bebeklik zıbınlarının sakinleştiri etkisini…

Bir anda alevler arasında kalan o evlerde bunlar yandı…

Gün görme umuduyla çalışarak geçen koca bir ömrün emeği yandı…

O "beyaz, kırmızı etler"ler birlikte;

Bir horozun sesiyle başlanan mutlu günler yandı…

Kuş cıvıltıları altında yapılan şekerlemeler…

Bir buzağının doğumundan sonraki bayram havası…

Bir kaplumbağanın peşine takılmış giden çocukluk hatıraları…

Papatya falları, seviyor/sevmiyor heyecanı…

Yaşlı bir ağacın gölgesinde yapılan hıdrellez piknikleri…

Ve o ağaca kurulan salıncaklarda sallayarak büyütülmüş hayaller…

Komşu teyzenin elinden içilen bir bardak buz gibi yörük ayranı…

Kahvaltı sofralarına sinen taze sağılmış sıcak süt kokusu…

Köyün kadınlarının el birliğiyle kışlıkları hazırladığı avlu…

Gelinlikler yandı…

Düğün fotoğrafları…

Doğum fotoğrafları…

Askerlik fotoğrafları…

Beşikler…

"Ölmeden önce" verilmiş son pozlar aile büyükleriyle…

Sandıkta saklanan yüz görümlülükleri…

Aylarca göz nuru akıtılan dantel örtüler; düğüm düğüm işlenen namaz seccadeleri…

Oğlanın "Anam rahat etsin" diye ilk maaşıyla aldığı bulaşık makinası…

Kızın babalar gününde yolladığı afili ayakkabı…

Torunlar için yapılan tahta oyuncaklar…

***

Binlerce insana, unuttuklarında kim olduklarını hatırlatacak ne varsa, bütün delilleri yandı kimliklerinin, köklerinin, dünlerinin…

Var mı bunların "bedelini" ödeyebilecek para birimi dünyada?

Şu kadarını idrak edin bari;

İnsanlar geçmişsiz kaldı ve belli değil bir "gelecek"leri olacak mı?

Ve lütfen, dilin kemiği yok; bir sosyal psikoloğun denetiminden geçirin bir süre konuşma metinlerinizi!

Kimsenin cenaze evinde ağzına geleni söyleyebilmek gibi bir ayrıcalığı olamaz değil mi!

 

KURBANLIK ET…

Bir de kadınlar var;

Kurbanlık etler!

Sokakta, okulda, iş yerinde, bindikleri dolmuşta, yemek yedikleri restoranda… Milyonlarca insanın gözü önünde, canlı yayında, naklen suç işlediği halde "aramıza" salınan potansiyel sapık, katil, canilere denk gelmemeye çalışarak yaşamaları gerekiyor bu memlekette!

Yoksa fıtrat giriyor devreye;

Katlediliyorlar peş peşe…

Ziya yasaların, sözleşmelerin değil onları layığıyla uygulayacak iradenin var olup olmadığı asıl mesele!

Yazarın Diğer Yazıları