'Bir ucubeyle sınamayın'

Bir Saadet Partisi tarafı, bir Ak Partisi tarafı cevap yetiştiriyor. Birbirlerine ağır konuşuyorlar. Ana konu: Çamlıca'daki cami!

Dücane Cundioğlu, Yeni Şafak gazetesinin yazarıydı. Daha çocuk denecek yaşta Yusufiye'ye düştü; 4 yıl yattı. Ülkücü Hareket'in içindeydi. "Ülkenin tek filozofu benim." sözünü, herhâlde bir o söylemiştir.

Dücane'nin bir yazısına geleceğim. Yazı, şu anda sık tartışılan Çamlıca Camisi'ne dair. 22 Kasım 2012'de Yeni Şafak'ta çıktı. Başlığı: "Çamlıca için yakarış". Caminin yapılmasına daha başlanmadı. Ama karar verildi; yapılacak. Dücane o zaman başbakan olan R. T. Erdoğan'a sesleniyor: "Bu ülkenin, bu şehrin çocuklarını yıllarca başlarını öne eğdirecek bir ucubeyle sınamayınız."

R. T. Erdoğan, "dava"yı dilinden düşürmez. Çamlıca'nın tepesine bir heyula dikilmesini "dava"nın gereği görür. "İsraf"tan söz eden Temel Karamollaoğlu'nu ağır bir dille suçlar!

Saadet Partililer, bu defa "yandaş" gazetede çıkan Dücane Cundioğlu yazısını hatırlattılar. Bahsettiğimiz o yazı çok ağırdır:

"...Hak ve hakikat siyasi erkin tekelinde olmadığı gibi, intelijensiyanın da tekelinde değildir. Her iki sınıfın da varlık nedeni hakikati temsil değil, hakikate hürmettir. Çünkü hakikat, elde edilmiş, ele geçirilmiş olanın değil, bilakis elde edilmek ve kendisine yakın olmak istenilen ilkenin adıdır. (...)

Yaptıklarımızın, yapacaklarımızın doğruluğundan yüzdeyüz emin olmak haklılığımızın değil, cehaletimizin alametidir. (...)

Yanlışın yaygınlığı onu doğru haline getirmez. (...) Cehalet ise fevri hareket etmek, düşünmeden taşınmadan davranmak demektir. Kontrolsüzlüğün ta kendisidir cehl. Murakabe ve muhasebenin tam karşıtı. (...)

Mabed hakkında bir şeyler söylemek istiyorum, mabed ve mabud hakkında. Cami hakkında. Çamlıca'da inşa edilmeye karar verilmiş olduğu anlaşılan meş'um bir proje hakkında. / Tasannu olarak anlaşılmak korkusu bulunmasaydı yalvarırdım, yapmayınız derdim, kıymayınız. Bu ülkenin, bu şehrin çocuklarını yıllarca başlarını öne eğdirecek bir ucubeyle sınamayınız. Ya Kahhar! zikrine bizi muhtaç hale getirmeyiniz, bilakis bırakınız da o besmele'nin edasında bizlerin de sadası olsun, diye yakarırdım. Bizlerin, yani Türkiye'nin. / Ağa oğlu, beğ oğlu olsanız, susar, ima'yı bile zül addederdik. Firavunlar gibi gururdan gökleri delen sözde azametiniz secdelerde hak ile yeksan olacak nasılsa deyû akibetinizi sabırla beklerdik. (...) Şayet Sayın Başbakan'a hitaben bir mektup yazacak olsaydım, kendilerine, Sayın Başbakanım, derdim, insan yaptıklarından çok, yapmadıklarıyla insandır. Kaçındıklarıyla.

(...) İstanbul'un sabık Şehremini olarak zevksizliğin, çirkinliğin, düşünce yoksunu o beton dövmenin Çamlıca'nın sırtına basılmasına lütfen izin vermeyin, diye yalvarırdım. / İşgüzar idarecilerin, mabedlerimizi, şehirlerin en yüksek tepelerine demirden kocaman haçlar diken Sırplara, Hırvatlara, Makedonlara, Latinlere eş bir meydan okuma aracı haline getirmelerinin önüne geçiniz, diye inlerdim. (...) / Bir budist derviş olaydım, hayvanların sırtlarını dağlar gibi, Çamlıca'nın omuzunu o çirkin dövmeyle dağlayacaklarının farkında bile olmayan ekabiri engellemek amacıyla ve hem de halkımı bu utançtan kurtarmak niyetiyle, hiç tereddüt etmeksizin, üzerime benzin döküp kendimi yakmak isterdim..."

İnanmış bir kalem, Hristiyanlardan ne farkınız var demeye getiriyor. Anlayana!

 

Yazarın Diğer Yazıları