Bir yol gösterin Sayın Şentop…

Bir yol gösterin Sayın Şentop…

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Sedat Peker''den her ay 10 bin dolar alan bir siyasetçi olduğunu söyleyip de ısrarla isim vermeyince…

Bir hukuk devleti için kabul edilemez olmakla birlikte, hiçbir savcı da bu iddianın peşine düşme ihtiyacı hissetmeyince (belki de hissettiği halde harekete geçemeyince)…

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da bir umut açıklamayı, belki biraz da maksadını aşan bir imada bulunarak, TBMM Başkanı''nın yapmasını isteyince…

Velhasıl… Akıl almaz bir "Anahtar nerede? Suya düştü. Su nerede? İnek içti. İnek nerede? Dağa kaçtı…"vari sürecin sonunda…

TBMM Başkanı Mustafa Şentop, "Milletvekili mi dedi siyasetçi mi dedi, ne malum milletvekili olduğu" filan gibi laf çevirmeler dışında bir de şunu demişti:

- ''10 bin dolar alan kimdir açıklansın'' diyorlarsa açıklansın, ben de öyle diyorum. Ama bunu bilen de, dile getiren de, açıklayacak olan da ben değilim. Muhatabı kimse usulüne uygun sorma yolları vardır. Bu konuyla ilgili biz de zaten ilgili uygun bir şekilde sorduk.

(Evet, evet, güzide medyamız mevzuya dün uyanıp da haberleştirdi ama satır arasında daha o gün ilan etmişti zaten Şentop, konuyla ilgili İçişleri Bakanlığı nezdinde, "usulüne uygun şekilde" harekete geçtiklerini!!)

***

Peker''in, önce mali "boğma teli"yle, sonra camı kapıyı indirmek suretiyle etkisi kırılan Doğan Medya Grubu''nun, Demirören Grubu''na devşirilmesi, pardon devri için Ziraat Bankası''ndan kullandırılan, miktarı bir iddiaya göre 750 milyon doları bulan kredinin (faizi dahil olmak üzere) geri ödemesine başlanmadığı iddiası üzerine, CHP Milletvekili Ali Haydar Hakverdi, sosyal medya hesabından şöyle bir hatırlatmada bulundu:

Demirören''in, aldığı 750 milyon $ krediyi geri ödemeye başlayıp başlamadığını Ziraat Bankası''na sormuştuk. Banka "müşteri sırrı" diyerek bilgi vermedi! Yeniden soruyoruz. Demirören, aldığı krediyi geri ödemeye başladı mı? Ödemedi ise başlatılan bir haciz işlemi var mı?

Keza, daha birkaç gün önce, başka bir CHP milletvekilinin, Hazine ve Maliye Bakanı Lütfü Elvan''ın cevaplamasını isteyerek, Merkez Bankası''nın 128 milyar dolarlık rezervinin akıbetini öğrenmek üzere verdiği soru önergesi, TBMM İç Tüzüğü''ne göre "Sorulamayacak Sorular"dan varsayılarak geri çevrildi.

***

Hiçbir ima, mecaz yahut söz sanatı içermeksizin belirteyim; siyasi bakışına katılmam ama profesör unvanına sahip bir hukukçu olarak Sayın Şentop''un usul konusundaki bilgisine de, metodolojiye dair ufkuna güvenirim. Dolayısıyla bu güvenle ve bütün samimiyetimle öğrenmek isterim:

-              Mevcut düzenlemelerle bilgiye erişemedikleri aşikar olduğuna göre, milletvekillerinin, hangi konuda, hangi makam/merciden, hangi usulle bilgi alabilecekleri konusunda yol gösterebilecek ve "yoruma açık olmayan", yani iktidar gücünü elinde bulunduranlarca eğilip bükülmesi mümkün olmayan, yeni bir mevzuat hazırlayabilirler mi?

Belki böylelikle, "soru beğenmemeden"i "usul beğenmemeden", "üslup beğenmeme"den kaynaklı olarak, herhangi bir "bilgiye erişim engeli"yle karşı karşıya kalmaz milletvekilleri…

SORU-YORUM

Deniyor ki, Türkiye''nin "yerli ve millî" projelerinde de elini taşın altına koymakta imtina etmeyen, saygın bir iş adamı, eski ortağının hisselerini hakkında türlü şaibe bulunan başka bir iş adamına satmasıyla başlayan sorunlarını çözmek üzere Cumhurbaşkanlığı düzeyinde girişimde bulunur.

Deniyor ki, bu girişimin akabinde, bu "şaibeli" hatta hakkında "kara para aklamaktan yakalama kararı bulunan" iş adamı, İçişleri Bakanlığı''na davet edilir. Cumhurbaşkanlığına da yansıtılan sorunların, saygın işadamı lehine çözülmesi sağlanır. Kendisine de amiyane tabirle yurt dışına çıkması için yol verilir.

Haklı olarak herkes şunu merak ediyor.

İddialar doğruysa, bir İçişleri Bakanı, nasıl olur da hakkında yakalama kararı bulunan yani emrindeki teşkilat tarafından aranan ve yakalamakla sorumlu olduğu birini makamında ağırlar? Nasıl olur da bu ifşaya rağmen hâlâ koltuğunda oturmaya devam eder?

İddialar doğru değilse, bu yoğunluktaki bir çürüme, yozlaşma manzarası karşısında neden "kamu vicdanı"nı rahatlatacak derecede somut ve ikna edici bir açıklamaya başvurulmaz?

Acaba diyorum, bu hengamede kaynıyor mu; bir de şunun sorulması gerekmiyor mu:

Bir hukuk devletinde, "devlet", iş dünyasına "çöktüğü" iddia edilen kimselerle neden "hukuk" değil de "rica" yoluyla mücadeleye meyleder? Bir "hukuk devleti", "hukuk"u devreye sokmaktan neden bu kadar çekinir? Bu "hukuk devleti"nin iflasını mı, yoksa zaten hiç olmadığını mı gösterir?

Yazarın Diğer Yazıları