'Çok işimiz var tatile çıkalım'

'Çok işimiz var tatile çıkalım'
'Çok işimiz var tatile çıkalım'

                                                                                                                 Hazırlayan: Timuçin Mert

AKP ve MHP'nin ortak imalatı olan ve "Muhalefetin sesini kısacak" denilerek itiraz edilen "İçtüzük değişikliği" TBMM'den geçti ve vekiller tatile çıktı.

"Acelemiz var ağalar... İşler çok beyim... Feci yoğunuz leydim..." diye apar topar gelip geçen bu değişikliğin ardından 1 Ekim'e kadar tatile uzamak biraz tuhaf gelebilir...

Ama öyle demeyin, neler geldi başlarına...

Aaaah, ah!..

Saçları çekildi, kafalarına küllük fırlatıldı, yumruklandılar, tekmelendiler o garipler...

Aslında biraz acayip kaçacak ama bir de ısırıldılar bu 10 aylık yasama sürecinde...

Hakaretlere, mahalle kavgasında edilmeyecek galiz küfürlere maruz kalanlar oldu.

Bir yumruk, bin fikir

Pet şişe savaşı yaptılar, meydan muharebesi taktikleri kullanarak toplu halde birbirlerine giriştiler...

Kravat gevşettiler, gözlük yamulttular, ceket kolu söktüler, ayakkabının tekini kürsüye savurdular...

Fikirler fiziksel boyutta yarıştı; bir yumruk çaktı bin fikir açtı evvel Allah...

Bu arada yetkilerini, milletin verdiği gücü kendi elleriyle tırpanlamak gibi kendisine biçilen görevleri de yerine getirdiler...

Doğruya doğru

Hep kötü şeyler mi oldu?

Hayır elbette.

Darbe yaşarken sağlam durup, milletin yüzünü kara çıkarmadılar, o noktada doğru davrandılar.

Üstlerine bomba yağarken Meclis'i terk etmediler, toplum travma yaşarken kısa süreliğine de olsa birlik görüntüsü vermeyi başardılar.

Neyse şimdi tatil zamanı...

"Anahtar teslim irade" particilik sistemine harfiyen uyuldu, tatil hak edildi netice itibariyle.

Bu arada Meclis Başkanı'nın "5 yılda tükenen araba yerine" aldığı yeni milyonluk araç hayırlı olsun; cillopmuş hakikaten! İyi tatiller, aman iyi dinlenin...

Kanat Atkaya Hürriyet

***

Bahçeli bir yabancı gibi...

--------

Ak Parti ile MHP tarafından hazırlanan "TBMM İç Tüzüğünde Değişiklik" yapan teklif TBMM Genel Kurulu'nda iki partinin çoğunluğu sağlayan oylarıyla kabul edildi.

 CHP'nin bu değişiklikle ilgili muhalefet şerhinde teklifin "Milletvekillerini hizaya getirmeyi ve Meclis'i susturmayı amaçladığı" belirtildi.

 Teklifin Meclis Genel Kurulu'nda kabulünden sonra ise CHP bütün gece "Meclis'te oturma, Meclis'i terk etmeme eylemi" yaptı.

1 Kasım seçimlerinden Türkiye'nin 4'üncü partisi olarak çıkan ve ortada resmi bir koalisyon olmadığına göre aslında "bir muhalefet partisi" olan MHP'nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli "muhalefet partilerinin konuşma hakkını 3-5 dakikaya indiren" değişiklikten çok memnun.

Tek kızdığı şey Ana Muhalefet Partisi'nin kendisi gibi düşünmemesi.

İçi acıyor…

Bahçeli, adeta bir yabancı veya sokaktaki adam gibi…

"Türkiye'ye bakıyorum, içim acıyor. Geleceği düşünüyorum, keyfim kaçıyor" diyor.

"Kavga sıradanlaştı, kutuplaşma sertleşti, birbirimizden kopuyoruz, birbirimizi boğazlıyoruz…Tehdit bıçak gibi keskin, vatanı kaybedemeyiz" diyor. Ve arkasından:

"Üzerimize çığ gibi düşen doğal afetler manevi ikaz sayılmayacak mı" diye soruyor. Doğru, sonunda kafamıza taş yağdı ama bunlar ülkeye düzen vermek için kurulmuş Meclis'e girmiş bir partinin genel başkanının söyleyeceği sözler değildir.

Sadece bu kadarını dinleyen vatandaşları bile depresyona sokmaya yetecek sözler için mi seçilir genel başkanlar?

Referandumdan önce "Hayır çıkarsa ülke karmakarışık olur" dediğine göre şimdi; Evet çıktıktan sonra da "ülkenin karmakarışık olduğunu, hatta insanların birbirini boğazladığını" söylemesi nasıl değerlendirilmeli?

3 Dakika konuş!

Türkiye'de görülen şekildeki doğal afetler "manevi ikaz" değildir, dün ve daha önce de yazdığım gibi doğayı katletmeye karşı "doğanın intikamı" ortaya çıkmaktadır.

MHP Genel Başkanı, CHP'nin oturma eylemi için "Yürüyünce adalet bulacaklarını sananların, sabaha kadar oturmakla söz hakkına sahip çıkacaklarını iddia etmesi gaflettir" diyor.

Demek ki ortada "bulunması gereken bir adalet, sahip çıkılması gereken bir söz hakkı" var.

İç Tüzük değişikliğindeki en önemli ve "Meclis'i susturmayı amaçlıyor" tepkisine neden olan maddeler partilerin konuşma süresini daha da kısıtlayan maddelerdir.

Grup önerileri için daha önce 10 dakika olan süre kalkıyor, her partiye 3 dakika, önergeyi verene 5 dakika konuşma süresi veriliyor. Usul tartışmaları için de söz hakkı 3 dakikaya iniyor.

Meclis çalışma saatleri 6 veya 7 saat olacağına göre ve ülke en ciddi sorunlarla boğuştuğu dönemi yaşarken, milletvekillerinin 15-20 dakika yerine 3 dakika konuşması "nedeni anlaşılır bir durum" değildir.

Millet onları "Bahçeli'nin uygun gördüğü gibi" sussun ve otursun diye seçip göndermiyor...

Güngör Mengi Vatan

***

Acıtınca anlayacaklar

------------

 AKP milletvekilleri "Yukarısı böyle istiyor!" diyerek Meclis İç Tüzüğü'nü değiştiren kanunu çıkarıp hemen yaz tatiline başladılar. Yeni İç Tüzük, muhalefetin Meclis'te konuşmasını, milletvekillerinin söz söyleme ve iktidarı eleştirme hakkını (3 dakikaya indirerek) büyük ölçüde kısıtlıyor!

İşin en hazin (belki de komik) tarafı muhalefet hakkının engellendiği, hatta yok edildiği bu yasaya MHP milletvekillerinin, AKP sevdalısı Genel Başkan Bahçeli'den aldıkları talimatla "Evet" oyu vererek bütün güçleriyle iktidar partisi AKP'yi desteklemeleri…

Anlaşılan o ki, MHP'li parlamenterler, muhalefet partisi olarak kendilerine giren kazığın farkında değiller! İleride acıtınca anlayacaklar!

Rahmi Turan Sözcü

***

İhraçla çökmez

---------

OHAL kararnameleriyle kamuda görevlerinden ihraç edilenlerin sayısı 111 bini buldu... Peki ihraçlar durdu mu? Hayır...Bakanlar bunun işaretini veriyor:

- Kamuda ihraç edilenlerden fazla FETÖ ilişkili çalışan var...

- İhraçlar 3 yıl, 5 yıl, 10 yıl sürebilir...

Peki FETÖ devletten bu şekilde temizlenir mi?

FETÖ konusunda yıllardır devleti uyaran, bu yüzden hapis yatan eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, "Erken Uyarı" başlıklı kitabında FETÖ yapılanmasını anlatıyor:

"Bu büyük kitlenin, sayıları yüz binleri aşan Cemaat içerisinde yer alanların merkezinde tahminen bin kişilik bir örgüt var. Tamamen profesyonel ve illegal bir terör örgütü gibi çalışıyor, önüne gelen her şeyi kuralsızca yakıp yıkıyor."

Avcı'ya göre o ekibin çevresindeki Cemaat mensubu yüz binler ise gerçeği göremiyor, Cemaate samimi ve iyi niyetli desteğini sürdürüyor. FETÖ'cü diye kamudan ihraç edilenler ve hapse atılanlar çoğunlukla bunlar olsa gerek.

Devlet o merkezdeki bin kişilik örgütü çalışamaz hale getirdi mi? Mesele bu...

Örgütü çökertmek için ne yapmalı? Kitaptan okuyoruz:

"Cemaatin elemanlarını yakalamak da önemli... Ancak daha önemlisi Cemaatin sistemini, işleyiş biçimini, yönetim biçimini anlamak, onu işlemez, çalışamaz duruma getirmektir..."

Kısaca... Bir zamanlar Bank Asya'ya para yatırmış ya da Aktif Sen'e üye olmuş insanları darbeci diye açlığa mahkûm etmek yerine FETÖ'nün beyin merkezlerine inmek gerekiyor.

Melih Aşık Milliyet

***

Hukuk adına çok üzgünüm

------

Hukuk adına üzgünüm..

İnsan hakları adına üzgünüm..

Demokrasi adına üzgünüm..

Ülkem adına üzgünüm..

Tahliye edilmelerini bekliyor muydun diye sorarsanız..

Hayır..

O kadar saf değilim..

Çünkü..

Tutuklanmalarında hukuk yoktu.. Hukuksuzluk sürüyor..

Lafı uzatmayayım..

Kimlerden söz ettiğimi anladınız..  

Üzgünüm.. Hem de çok..

Mehmet Tezkan Milliyet

***

'Ana akım' tarih oldu

---------

Bu yazı, hâlâ ana akım tabiri kullanarak, mazideki "ana akım" kuruluşlarını kastettiğini düşünen arkadaşlar, dostlar için.

Cumhuriyet davasını ilk sayfadan duyurmayan gazeteleri, tahliyeleri canlı olarak vermeyen TV kanallarını eleştirirken "ana akım" demiyorlar mı, hayret etmemek zor.

Zor olsa da kabul etmemiz lazım.

Ana akım kavramı Türkiye'de anlam ve içerik kaymasına uğrayalı çok oluyor.

Hedef gösteren, itibar suikastı yapan, kasten yalan haber hazırlayan, ortaya çıkınca kılı kıpırdamayan, kaybedeceği çok şey olan ve bunların hepsi de dünya nimetlerine dair olan dinci görünümlü gazete ve TV'ler, bugünün ana akımıdır.

Vaktiyle "ana akım" diye bildiğinizbildiğimiz gazete ve TV'lerin birçoğu da, Erdem Ongun'un babası, tutukluluğuna devam kararı verilen değerli Kadri Gürsel'in tabiriyle "ana akım enkazıdır."

Beklentiniz olmazsa, hayal kırıklığına uğramazsınız.

Çiğdem Toker Cumhuriyet

***

O adalet heykelinin gözü bir gün açılacak

--------

"Daha nereye kadar tutabilirsiniz içeride.." diye sormuştum, anladım ki vicdan, adalet, hukuk denen karmaşık şey yığınının iki ucu açık.. bir ucu taş atsan ses gelmeyecek dipsiz kuyu... Kadri Gürsel'i, deli dolu Ahmet Şık'ı; Atalay ve Sabuncu'yu işte bu dipsiz siyasi vicdan içeride tuttu. Bunun müsebbiplerini, vitrindeki karar sahiplerinde değil, sarayın yargı - hukuk ile ilgili mahfillerinde arayın.

Karar, şüphesiz ki vitrindekilerin, Çağlayan'daki adliye binasına her girişlerinde gördükleri sağlı sollu, kılıçlı terazili gözü bağlı "adalet heykelleri"nde temsil edilen vicdan ve ruhu da yerin dibine batıran cinsten. O heykellerin şeklen ve içi boş olarak oraya konduklarının kanıtını yaşıyoruz durmadan. Belki de onları hiç görmüyorlar bile.

İnsanların bu kararlarıyla nasıl uyuyabildikleri ise psikoloji konusu. Tüm adalet mekanizmasında "yoğun kişisel ruhsal bozukluklar" yaşandığı da bir gerçek. Fakat bu durum hiçbirinin masumiyetinin karinesi olamayacaktır.

Hiç şüphesiz ki gün gelecek devran dönecek ve o adalet heykellerinin gözleri, ortalıkta olan biteni görmek için açılacak...

Orhan Bursalı Cumhuriyet

***

Yarı adil karar olmaz

-------

Pilav üstü yarım döner gibi, yarım adil bir karar olamaz.

Adalet bir bütündür. Bir karar da ya tümüyle adildir ya da hiç adil değildir.

Eğer biri hariç bütün sanıkların tutukluluk hallerine son verilmiş olup da yalnız biri içeride tutulsaydı da yine yargılamanın adil olup olmadığı konusundaki saptama değişmeyecekti.

Yargının adil olup olmadığı kararların yönüne değil, içeriklerine, hukuki gerekçelendirilme ölçütlerine, müsnet suçların gerçekte sabit olduğunu saptayacak delillerle kanıtlandırılıp kanıtlandırılmadıklarına, kararı veren yargıçların yürütme veya hehangi bir başka güce bağımlı olup olmadığına yani tarafsızlıklarına bağlıdır. .

(...)

 

Çağdaş toplumlarda her zaman belirtildiği gibi, bağımsız olmayan yargıdan adil karar da sadır olması beklenemez.

Çağdaş toplumlarda yargıçlar yürütme karşısında bağımsız değillerse, her halükârda kararlarının adil olduğu konusunda bir şüphe oluşur.

Bu konudaki en ufak makul şüphe bile yargının aleyhindedir. Başka bir deyişle adaletin gerçekleşmesi için yalnız yargının bağımsız olması yetmez ama aynı zamanda bu konuda en ufak bir makul şüphenin de olmaması gerekir.

Cumhuriyet davasının ara kararına bu gözlükle bakın! Ne görüyorsunuz?

Ali Sirmen Cumhuriyet