Eğitimde 40 yıl gerideyiz...

                Bir değil birden çok eğitim yazısı yazmamız lazım. Çünkü eğitim hem toplumsal yaşam ve hem de bireysel anlam dünyamızı biçimlendirmektedir.

                Hem de ülke kalkınmasıyla arasında doğrusal bir ilişki vardır.

                Eğitimin bu kadar öne çıkmasının nedeni nedir biliyor musunuz?

İnsanlığın geçirdiği büyük değişim ve ilerlemede belirleyici olmasıdır..

1779'larda başlayan insanlığın en büyük değişimi, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişti.

Ne yaptı Avrupa?

Eğitim sistemini sil baştan yeni dünya düzeninin geleceği üzerine yeniden kurdu. Sanayinin ihtiyaç duyacağı, kalifiye ve ara iş gücü ihtiyacını karşılamak üzere ihtiyaç planlaması yaptı.

Sanayileştikçe endüstrileştikçe ve bağlı olarak ilerleme sürdükçe eğitim sistemini buna göre yeniledi. Buradan okul-sanayi iş birliği anlayışı doğdu.

Türkiye, hem sanayileşmeyi es geçti ve hem de endüstrileşmeyi ıskaladı.

Ne yaptı peki?

Oldukça geriden takip etmekle yetindi.

Halen daha ileri sanayi ve 4'üncü endüstri toplumuna yetişemedik..

Haliyle eğitim sistemi de ileri toplumsal gerçekliğe göre düzenlenmedi.

Geçen günkü yazımda da belirttiğim gibi Türkiye'nin önceliği sanayi toplumuna eleman yetiştirmek ve eğitimi kalkınma için işe koşmak değildi. Bizim asıl amacımız, siyasal toplum inşa etmek ve her birimizin zihninde taşıdığı siyasal sistemin ideolojik yurttaşını etiyle kemiği ile ortaya koymaktı.

Bu sebeple sürekli yetişmiş insan kaybımız söz konusudur. Düşünce kalıplarıyla bloke edilmiş beyinlerin en son örneği, FETÖ olayları ile karşımıza çıktı. Tek merkezden yönetilebilen ve üstteki kutsallaştırılmış kişiye bağlılıkta kusur etmeyen bu büyük sürü, ilkokula başladığında masumdu. Her ne olduysa sonraki yıllarda bu hale geldi/getirildi.

İşte eğitimin dönüştürücü gücü bu.

Bu kayıp nesil, Türk eğitim sisteminin hem yetersizliği ve hem de en büyük problemi olarak ele alınmalıdır.

Kim alacak?

Herkes... Ve elbette yetkililer.

Bakınız, başta Amerikalılar olmak üzere onu takip eden gelişmiş ülkeler 1969-70'li yıllardan itibaren eğitimde yeniden yapılanmaya ve büyük değişime gittiler.

Neden yaptılar bunu? Sanayileşme ve beraberinde metropoller ortaya çıktıkça, kültür endüstrisiyle birlikte, büyük değerler erozyonu başladı. Ahlaki sorunlar ortaya çıktı. Cinayetler, sosyal sapmalar başladı?

Batılı devletler, hemen gereğini yaptı.

Karakter eğitimini öne çıkardılar..

Kısa bir süre sonra bunu değerler eğitimi izledi.

Peki, kadın cinayetleri, haksızlıklar, adaletsizlikler, ensest ilişkiler ayyuka çıkmasına rağmen Türkiye ne yaptı?

 Değerler eğitimini daha yeni konuşmaya başladı. Ahlak eğitimi mi yoksa onun felsefesi olan etik mi öne çıkacak karar veremedi. Hâlâ aklı karışık.

Bu ne demek biliyor musunuz?

Gelişmiş ülkelerin tam 42 yıl gerisinden geliyorsunuz demektir. Ki; siz, henüz sorunu bile tanımlayamamışsınız.

Başka?

Geleneksel eğitimde iki önemli öge vardı. Biri öğretim, diğeri öğretimin yönetimi. Hâlbuki eğitim bilimlerindeki gelişme ve bilimsel ilerlemeler sonunda buna bir de "Öğrenci Kişilik Hizmetleri" ilave edildi. Başta ABD olmak üzere yine gelişmiş ülkeler eğitim programlarını yeni duruma göre düzenlediler, öğretmenlerini bu anlayışa göre yetiştirmeye başladılar ve okulları buna göre kurdular.

Peki biz?

Biz duruma birkaç yıl evvel giriş yaptık ama ne öğretmeleri, ne de öğretmenlerin öğretmeni olan üniversite hocalarını bu felsefeye göre yetiştirebildik. Bizde sadece fikir halinde ham bir veri olarak duruyor.

Dert çok.. Yaz yaz bitmez.. Üstelik hepsinin geniş kapsamlı açıklanması da gerekir. Ancak bu bir köşe yazısı. Devam ederiz..

Yazarın Diğer Yazıları