Hoşa gitmeyen her sözde dil mi koparılacak?

Hoşa gitmeyen her sözde dil mi koparılacak?

Değerli okuyucularım… Aslına bakarsanız, bugün bu yazıyı yazmama vesile olan hususlarda yazmaya hiç niyetim yoktu. Zira, şahsi kanaatim, ülkede bunca açlık, yokluk varken, ekonomide ve hukukta kriz yaşanırken, günlerdir bu konuların dışında sürdürülen tartışmaların yersiz ve manasız olduğu. Bu sebeple de tercihim söz konusu konulara odaklanıp gerçekten konuşulması gerekenleri geri planda bırakmamaktı.

Nitekim, malumunuz, Pazar günkü yazımda vatandaş olarak kafamızdan geçenleri yazdım. Kafamızın içinde hep geçim derdi var dedim. Geçim derdi ve ülkenin geleceğine dair belirsizliğe dikkat çekmeyi doğru buldum. Bir hukukçu olarak geleceğe dair belirsizliği yaratan başlıca etken olan hukuksuzlukları yazmak, hayat pahalılığından dem vurmak, yanlış ekonomi politikalarına karşı kamuoyu oluşturmak dururken; bir şarkıcının kalçasından, başka bir şarkıcının şarkı sözlerinden bahsetmeyi abesle iştigal etmek olarak görüyordum. Nitekim bu hususta fikrim değişmiş de değil. Ancak… Fikrim değişmese de söz konusu tartışmanın rengi değişti.

Kutuplaştırma siyasetinden fazlası

Bu zamana kadar iktidarın siyasi politikasının kutuplaştırma üzerine kurulu olduğunu defalarca konuştuk. Ancak son zamanlarda yaşananlar, bilinçli olarak tercih edilen siyasi üslup kutuplaştırma siyasetini de aştı.

Geçtiğimiz günlerde benzer bir üslup tercihi ana muhalefet partisi liderinin sözlerine karşılık yöneltilmiş, muhalefetin toplantı ve gösteri yürüyüşleri düzenleme ihtimaline karşı bu türden faaliyetler 15 Temmuz darbe girişimi ile ilişkilendirilmiş ve adeta, sokağa çıkacak muhalefetin meydanlarda iktidar destekçileriyle çarpışabileceği ima edilmişti.

Milletin millete kırdırılması ihtimali açık açık ifade edilmişti.

Bu ifadeleri kaygı verici bulmakla birlikte, daha ziyade toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin demokrasilerdeki önemine vurgu yaparak, bu haktan vazgeçilmemesi gerektiğini belirtmiştik.

Şimdi benzer ifadeler, şahsileşti, ülkenin kültürel bir değeri olarak görülen bir sanatçıya yöneldi.

"Bir peygambere yönelik böyle bir ifadeyi tasvip etmiyorum" denilebilirdi,

"Hadi protesto edip bu şarkıyı dinlemeyelim" bile denilebilirdi,

"Bu sözcük, hakaret için değil, ironi yapmak için kullanılmış besbelli" de denilebilirdi,

Olmaz ya, "İfade hürriyetinin olduğu bir ülkede yaşıyoruz, beğenmeyen dinlemez" denilebilirdi,

Ya da "Koskoca ülkenin Cumhurbaşkanıyım, ilgilenmem gereken pek çok mesele var, bu mu bana sorulan soru" da denilebilirdi.

Son ikisi gönlümden geçendi ama diğer tüm cevapları da bir noktaya kadar kabullenmek mümkündü.

Ancak tüm bunların yerine şu sözler tercih edildi:

"Hakaretin bini bir para. Bütün bunların karşısında dimdik duracak olanlar sizlersiniz. Hz. Âdem efendimize kimsenin dili uzanamaz. O uzanan dilleri yeri geldiğinde koparmak bizim görevimizdir. Havva validemize kimsenin dili uzanamaz. Onlara da had bildirmek bizim görevimizdir."

Bu sözler, herhangi birinin ağzından da değil, ülkeyi içte ve dışta temsil eden Cumhurbaşkanının ağzından çıktı.

Dil, eylemin öncüsüdür

Anayasa, düşünce ve kanaat oluşturmada, bu düşünce ve kanaatleri açıklamada, yaymada kişileri hür kılar. Üstelik Anayasaya göre bilim ve sanatta da hürdür insan.

Bu düşünceler, eserler kimi zaman bir başkasının hoşuna gitmez, rahatsız eder ama başkalarının rahatsızlığı bu hürriyetleri yok etmez.

Bu noktaya kadar, Sayın Cumhurbaşkanının ifade özgürlüğü de koruma altındadır.

Ancak hürriyet belli şartlarla sınırlıdır. Bunlardan biri de düşünce açıklamasının, insanları suç teşkil eden eylemleri işlemeye tahrik ve teşvik edici nitelikte olmasıdır. Bu durumda, açıklama, düşünce özgürlüğü kapsamından çıkar.

Üstelik, bu nitelikteki sözler bir cumhurbaşkanının ağzından çıktığında, düşünce ve ifade özgürlüğünün kağıt üzerinde var olmasını anlamsız kılan bir endişeye mahal verir:

Hoşa gitmeyen söz söyleyen her insan, dili koparılması tehdidiyle mi karşılaşacaktır?

Yazarın Diğer Yazıları