İçimi burkan imzalar

İçimi burkan imzalar

Edebiyat ve fikir insanı Arslan Tekin’in Ozan Arif hakkındaki yazısında benim bazı mısralarımı da söz konusu etmesi, ister istemez geçmiş zamanlara sevk etti beni.

12 Eylül dönemiydi. Kültür Bakanlığındaydım. Emniyette, yurt dışından gelip gümrükte el konulan yayınların incelenmesi için bir kurul vardı. Bu kurulda Kültür Bakanlığı adına da ben görevlendirilmiştim. El konulmuş olan yayınlar inceleniyor, büyük ölçüde “yurda sokulması yasaktır” kararı veriliyordu. Söz konusu yayınlar içerisinde o vakitler halen varlığını koruyan, Moskova rüzgârlı “Kızıl Emyeryalizm” havasında olanlar da bulunuyordu. Onların altına gönül rahatlığıyla imzamı atıyordum. Ama bir de yurt dışındaki milliyetçilerin yazdıkları vardı ki, bunların başında Ozan Arif’in isyanları, öfkeleri, taşlamaları da bulunuyordu. Bunları okurken bir yandan içim ferahlıyor, öte yandan onların da yasaklanması kararına atacağım imzadan dolayı daralıyordum. Başka türlüsü ise Don Kişotluk’tan öte bir anlam taşımayacaktı. Yani “Ben muhalifim bu yasağa” demek, Ozan Arif’in o dörtlükleri gelip Türkiye’de söylemesini istemek gibi bir şeydi.

Milliyetçilerin o yurt dışı yayınlardaki söylemlerini gördükçe bir şeyler düşünüyor ve anlıyordum ki Türkiye’de zindanlara tıkılan milliyetçilerin sesi Türkiye dışında yankısını sürdürüyordu. Bu da içimi ferahlatan bir durumdu.

Ozan Arif’in o gurbet sürgünlerindeki isyanı ve öfkelerini Namık Kemal’in sürgünde ve zindanlardaki haykırışlarına benzetirim. Ozan Arif de Namık Kemal gibi bu dünyadan vaktinden önce göç edenler arasına karıştı. Ama yazdıkları dolayısıyla mezarın baş eğdiremediklerinden olduğunu da rahatça söylemek istiyorum.

Ozan Arif’in şiirlerine edebiyatın penceresinden bakıldığında, davası uğruna sanatkârca tavrı öteleyenlerden olduğunu da söyleyebiliriz. Bu yönüyle de Mehmet Akif’i hatırlatır.

Ozan Arif, memleket ve millet dertlerinin yanı sıra aile acılarını da iç içe yaşadı. Üç ülkücü kardeşten biri aynı dava uğruna mezara, diğeri de zindana girmiştir. Kendisinin payına ise gurbet ve sürgün düşmüştür. Şu mısraları, insanca duygular bakımından herkes için yürek yakıcıdır:

Üç gardaştık bir zamanlar üç gardaş,
O toprakta, sen zindanda, ben sürgün.
Aklımıza gelir miydi hiç gardaş?
O toprakta, sen zindanda, ben sürgün.

Mekânı cennet olsun.