Kırılmaya dâir...

Biz millet olarak hassas bir yapıya sahibiz. Basit şeyler yüzünden hemen inciniriz, kırılırız. Bu kırgınlıkların muhatabı da çoğunlukla sevdiklerimizdir. Öyle ya, insan sevdiğine kırılırmış.

Türkçede "kırılmak", "darılmak", "alınmak", "incinmek", "gücenmek", "üzülmek", "küsmek" gibi aşağı yukarı aynı duyguları ifade eden kelimelerin çokluğu kırılganlığımızın boyutunu gösterir.

"Keskin sirke küpüne zarar" misali fazla alınganlık, olur olmaz şeylere kırılmak insanı ruhen yıpratır, yalnızlığa iter. Yok yere de sevdiklerimizi tedirgin etmiş oluruz. Diğer taraftan "Tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış" hesabı bizim kırılmamız, küsmemiz bazen küstüklerimizin umurunda bile olmaz ve kendi kendimizi yiyip bitirdiğimiz bize kâr kalır.

Elbette izzetinefsimizi koruyacağız. Reşid Âkif Paşa'nın (ö. 1920) dediği gibi izzetinefis bize Tanrı emanetidir. Onu hiçbir şeye değişmeyiz:

"Bu izzet-i nefs Reşîdâ, Hudâ emanetidir//Anı fedâ edemem en büyük penâha dahi."

Fakat unutmayalım ki izzetinefsine fazla düşkünlük de sağlıklı bir ruh hali değildir. Dolayısıyla, mümkün mertebe orta yolu takip etmek gerekir. Şairin çok güzel ifade ettiği üzere, ne kıralım ne de kırılalım, ne incitelim ne de incinelim. Esasen yaratılışın gayesi de budur:

"Cihân bâğında ey âşık budur maksûd-ı ins ü cin// Ne kimse senden incinsin ne sen bir kimseden incin."

Bu noktada Alvarlı Efe Hazretlerinin bir manisini de hatırlatmak isterim:

"Âşık der incidenden

 İncinme incidenden

 Kemâlde noksân imiş

 İncinen incidenden."

Bu maniyi okuyunca bazılarınızın "Yani şimdi inciden incinenden daha mı makbul oluyor? Öyle şey olur mu?" diyeceğini biliyorum. Lakin bana sorarsanız Efe Hazretlerinin bu prensibi, Hacı Bektaş Velî'nin "İncinsen de incitme" ilkesinden bir adım daha ileridir ve yeni bir medeniyet anlayışını temsil eder. Siz siz olun izzetinefsinizi dizginlemeyi bilin ve değil incitmek, "İncinsen de incitme" düsturunu da aşarak "Olgunluk terazisinde tartıldığında incinenin incitenden daha hafif geleceği" şuuruna ermeye çalışın. Kolay bir şey olmadığını biliyorum. Fakat insan biraz da rind-meşrep olmalı. Yerine göre taş atana gül atmanın büyüklük nişanı olduğunu bilmeli. Bakın Âşık Paşa (ö.1332) ne diyor:

"Ardımca taşlar atanı

 Hak tahta ağdırsın anı

....

 Kim bize taş atar ise

 Güller nisâr olsun ana

 Her kim bana ağyâr ise

 Hak Tanrı yâr olsun ana

 Kim ölümüm ister ise

 Bin yıl ömür olsun ana."

Gayet tabii bunlar asırlar öncesinin dervişane düşünceleridir. Zamanın değişmesiyle elbet bugün bazı değer yargıları da değişmiştir. Ama yine de hayatta mutlu olmak için biraz derviş tabiatlı olmak gerekiyor. Şair haklı:

"Âdem odur ki itmeye tağyîr vaz'ını// İkbâl ü baht kendine yâr olmuş olmamış."

Hâsılı kelam; "İnsan taştan sert, gülden naziktir" derlerse de, sen ne taş gibi sert ol, ne de gül gibi nazik. İdeal insan bu iki ucun ortasında yer alır. Öncelikle kırmayacağız, incitmeyeceğiz. Sonra da kırılmamayı, incinmemeyi öğreneceğiz. İşte size iki dünya saadetinin reçetesi…

***

ACZİMİN GİRYESİ:

ALINGAN OLMA

Fazla da alıngan olma, dışlanırsın,

Uyumlu olmaya bak, alkışlanırsın.

                                (Li-müellifihî)

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları