Kurtarıcının (!) Zulmü Öncesi ve Sonrasıyla 12 Eylül

Kurtarıcının (!) Zulmü Öncesi ve Sonrasıyla 12 Eylül
Bursa Ülkü Ocakları eski başkanı ve Türk Ocakları eski Genel Başkan Yardımcısı Efendi Barutcu, 12 Eylül 1980 darbesi ile ilgili bir yazı kaleme aldı.

Müdahale teşebbüsleri bu kalkışmalardan sonra hem hedefi hem de ideolojisi farklı yörüngelerde devam etti. Bu yıllarda fikir ve düşünce hayatımızda çok hareketli bir dönem başlamıştı. Solcu fikirler ve kuruluşlar, 1961 Anayasası’nın sunduğu hürriyet ortamından istifade ederek aydın kesimlerde tesirli olmaya başlamıştı.

Milliyetçi fikirler ise üniversite çevrelerindeki çok iyi yetişmiş bir grup ilim adamı ile 1959’da Genel Merkezi yeniden Ankara’ya taşınan ve genel başkanlığını prof.dr. Osman Turan hocanın yaptığı Türk Ocakları’nın çevresinde ve sınırlı sayıdaki aydınların dışında toplumda çok fazla taraftar bulamamıştı. Bunun sebebi de daha önce ifade ettiğimiz gibi özellikle 1944’deki ırkçılık-turancılık davası diye bilinen hadiselerden sonra toplumun geniş kesimlerinde ve özellikle gençler üzerinde Türk milliyetçiliğinin adeta bir bulaşıcı hastalık gibi, bir öcü gibi gösterilmesi bu fikrin kaçınılan bir düşünce sistemi olarak görülmesine sebep oluyordu.

Bilinen sebepler beklenen neticeleri doğurur. Milli tarih şuurundan, Türk milletinin mukaddeslerinden ve milliyetçilik fikrinden mahrum yetişen genç nesillerin kafaları ve gönülleri başta Batı hayranlığı olmak üzere birçok yabancı fikir ve ideolojilerle dolduruluyordu. Özellikle Marksist-leninist gruplar çok sinsi yer altı faaliyetleri ile okumuş kesimlerde, ordu içinde ve basın-yayın kuruluşlarında geniş taraftarlar buluyordu.

TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİN BİR SİYASİ HAREKET OLUŞU; ALPARSLAN TÜRKEŞ SİYASETE GİRİYOR

13 Kasım 1960’da bir iç darbe ile yurtdışına sürgüne gönderilen Alparslan Türkeş, Dündar Taşer, Ahmet Er, Muzaffer Özdağ ve ondörtler grubunun diğer üyeleri 1963’den itibaren Türkiye’ye dönmeye başladılar. Türkeş, önce Adalet Partisi içerisinde siyaset yapma imkanı aradı. Bu mümkün olamayınca CKMP’deki Mehmet Altınsoy ve arkadaşlarının ısrarlı davet ve teşvikleri üzerine 31 Mart 1965’de Ondörtlerden Ahmet Er, Muzaffer Özdağ, Dündar Taşer, Rıfat Baykal ile birlikte Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne katıldı, Türkeş parti genel müfettişliğine, diğer arkadaşları da parti müfettişliklerine getirildiler. O tarihte CKMP’nin genel başkanı Ahmet Oğuz idi. Kısa bir süre Ahmet Oğuz genel başkanlıktan ayrıldı, yerine vekaleten Mustafa Kepir getirildi. Alparslan Türkeş kısa bir süre sonra 1 Ağustos 1965’de CKMP genel başkanlığına seçildi.

CKMP ilk başlarda fikir ve dünya görüşü olarak çok mütecanis (uyumlu) bir grup değildi. Mesela, daha sonra işçi partisine katılan Sosyalist Niyazi Ağırnaslı da CKMP bünyesindeydi. CKMP’nin eski genel başkanı Osman Bölükbaşı beraberinde daha liberal görüşlere sahip 30-35 milletvekili ile CKMP’den ayrılmış ve Millet Partisi’ni kurmuştu. Geride kalanlar ise daha milliyetçi ve devletçi görüşlere sahiptiler. Türkeş ile beraber elliye yakın üniversiteli arkadaşıyla CKMP’ye katılan ve daha sonra gençlik kolları genel başkanlığına getirilen Namık Kemal Zeybek’in anlattığına göre CKMP’de kalanlardan bir kısmı kendilerini milliyetçi bir kısmı milliyetçi-toplumcu diye tanımlıyordu. Mesela içlerinden İrfan Baran kendisini İslamcı-Sosyalist olarak tanıtıyordu. O dönemde CKMP içinde Alevi unsurlar da yer alıyordu.Mesela gençlik kolları genel merkezi yönetim kurulunda Sivas Divriğili Ahmet Sar olduğu gibi annesi de Divriği ilçe başkanı idi.

Alparslan Türkeş, Namık Kemal Zeybek’e özellikle Ahmet Yesevi ve Anadolu’nun manevi fatihleri alperenleri ve derviş gazileri anlatmasını ve tanıtmasını tembihliyordu.

CKMP MHP oluyor:

1969’lara gelindiğinde CKMP’nin fikir ve görüşleri daha da netleşmeye başladı. Türk Milliyetçiliği Türkeş ile beraber bir siyasi hareket haline geldi ve 8 Şubat 1969 tarihinde Adana’da yapılan kurultayda CKMP Milliyetçi Hareket Partisi ismini aldı. Parti amblemi olarak da üç hilali benimsendi. Kurultay sürecinde ciddi tartışmalar vuku bulmuştu. Muzaffer Özdağ ve Rıfat Baykal ile Atsız Bey’in çevresindeki bazı gençlik grupları partinin isminin köylü işçi partisi, amblemin de Bozkurt olması taraftarıydılar (Ülkücü Hareket, Hakkı Öznur, 1999, c1, s.184). Nitekim partinin ambleminin belirlenmesi kongre yönetim kuruluna devredildi ve üç hilalde karar kılındı. Daha sonra MHP Gençlik Kolları’nın ve Ülkü Ocakları’nın işareti de Bozkurt olmuştu. Türkeş eski arkadaşları ile yolları ayırıp partiyi genç kuşağa teslim etmeye onay vermişti; aynı zamanda ideolojik çizgi daha bariz bir şekilde milliyetçi-muhafazakar çizgiye kaymıştı. İlerleyen zaman içerisinde bu hareketin içinde yer alan insanlar MHP’yi sıradan bir siyasi parti görmenin ötesinde bütün kutsallarını yükledikleri bir iman hareketi olarak görüyor ve müthiş bir adanmışlık duygusuyla bu hareketin içerisinde yer alıyorlardı. O tarihlerde Adana il başkanı olan Adana İmam Hatip okulu eski müdürü Faruk Akkülah kurultay için Adana kapalı spor salonunu kiralamak ister il gençlik spor müdürlüğü yetkilileri salonun zemininin ahşap olduğunu, insanların ayakkabı ile dolaştıklarında, bastıklarında bu ahşap zeminin bozulacağını gerekçe göstererek salonu vermek istemezler. Bunun üzerine Faruk Akkülah hoca sahibi olduğu halı mağazasından halıları bir kamyona yükler ve salona bu halıları döşer. Daha sonra yetkililere dönüp “işte mazeretiniz ortadan kalktı” der ve salonu kiralar.

1965 başlarında CKMP’nin ilk gençlik kolları genel başkanı, Ankara Hukuk fakültesi öğrencisi Namık Kemal Zeybek’tir. Daha sonra, Arif İskender Köndel, ondan sonra da kısa bir süre Kocaoğlu soyadında bir müstafi teğmen gençlik kolları genel başkanlığı yapar. İlk zamanlar gençlerle ilgilenme görevi 14’lerden Muzaffer Özdağ, Numan Esin ve Rıfat Baykal’a verilmişti. Türkeş, yine 1968’de gençliğin eğitimi ve faaliyetlerinin genel tanzimi için bir yönetici aramaktadır. Galip Erdem bey Türk Ocakları gençlik kollarından yetişen Sadi Somuncuoğlu’nu tavsiye eder. Somuncuoğlu, bir süre düşündükten sonra bu teklifi kabul eder ve 1968 yılında bu görevi üstlenir. Somuncuoğlu’na göre 1968 itibariyle gençlik organizasyonu yapısal ve ideolojik olarak oldukça dağınıktır (S. Somuncuoğlu, Mülakat, 2010). Türk Ocakları gençlik kolları üyelerinin bazıları (üniversiteler kültür kulübü mensubu Osman Nurettin Gürgür ve bazı arkadaşları) başlangıçta CKMP saflarına katılmazlar.

Sadi Somuncuoğlu’nun gençlik işlerinden sorumlu müşavir olmasından sonra başta fikri çalışmalar olmak üzere geniş bir faaliyet dönemi başlar. Gençlik gruplarına sürekli seminerler verilmektedir. Seminerciler Alparslan Türkeş, Fransa’da Sorbon’da doktora yapıp Türkiye’ye dönen Urfa Siverek’in çok büyük bir aşiretine mensup Kamil Turan ve ABD’de Kimya doktorası yapıp dönen ve ODTÜ’de yardımcı profesör olarak çalışan İskender Öksüz’dür. Bu seminerlerde Türkiye’nin ve Türk dünyasının temel meseleleri işlenip konuşulmakta ve bunlara çözümler aranmaktadır. Türk Milliyetçiliği fikri üniversite muhitlerinde, özellikle gençlik kesiminde geniş taraftarlar bulmaya başlar. Bu arada, Sadi Somuncuoğlu, İskender Öksüz ve İbrahim Metin’in öncülüğünde haftalık “Devlet” mecmuası yayın hayatına başlar. Bu defa milliyetçi fikirler Edirne’den Kars’a kadar Türkiye’nin her tarafına yayılmakta, özellikle bu seminerlerden geçip üniversiteden mezun olup Anadolu’nun dört bir tarafına gerek resmi gerek serbest meslek erbabı olarak dağılan Türk milliyetçileri Milliyetçilik meşalesini gönüllerde tutuşturmaktadırlar. Mesela; CKMP’de gençlik kolları genel başkanlığı yapmış olan Namık Kemal Zeybek ve Arif İskender Köndel 1967’den itibaren kaymakam olarak atandığı gibi arkadaşlarının birçoğu da farklı görevlerde Türk milletine hizmet anlayışıyla vazife başındadırlar.

Devlet dergisi, okuyucuları tarafından her hafta büyük bir sabırsızlıkla beklenmekte ve her sayısı elden ele dolaşmaktadır. Yine Sadi Somuncuoğlu ve arkadaşlarının gayretleriyle Emine Işınsu’nun sahibi olduğu Ayşe dergisi “Töre” ismini alıp aylık fikir dergisi olarak yayın hayatına başlar. Fikri seviye itibariyle döneminin en güçlü dergilerinden biri olan Töre’de Erol Güngör’den Mustafa Kafalı’ya, Dündar Taşer’den Mehmet Eröz’e, Galip Erdem’den Necmettin Hacıeminoğlu’na kadar çok sayıda milliyetçi ilim ve fikir adamının makaleleri yayınlanmaktaydı. Töre, milliyetçi aydınlar için yeni ve güçlü bir soluk oluşturur. Bunu lise gençliğine hitab eden “Bozkurt”Dergisi takip eder. 70’li yılların ortalarına gelindiğinde artık Ülkücü Türk milliyetçiliği fikri liselere kadar geniş kesimlere ulaşmakta ve büyük bir kabul görmektedir.

1960’tan sonra “Soğuk Savaş” denilen, toplumları içinden çökertme ve ele geçirme çalışmaları gittikçe hızlandı. Bunun için yürütülen komünist propaganda KOMÜNTERN tarafından her ülke için ayrı ayrı tespit ediliyor ve o ülkenin Marksistlerine ayrı ayrı gönderiliyordu. Yani Türkiye’deki komünistlere, “ne yapacakları, hangi propaganda ve eylemleri uygulayacakları Komüntern tarafından açıkça yayın yoluyla bildiriliyordu.[1]

10 Eylül 2017 tarihinde Habertürk gazetesinden Kübra Par’a mülakat veren Prof. Dr. Zafer Toprak bu görüşlerimizi teyiden şöyle söylemektedir.” Bundan 50 yıl önce, gündemde devrim vardı. Biz 68 nesliydik. Şerif Hoca da Siyasal Düşünce dersine gelirdi. Bizim okuduklarımız o yıllarda büyük ölçüde Marksizan bir literatürdü. Politzer’in Felsefenin Başlangıç İlkeleri’ni, Nitikin’in Ekonomi Politik’ini, bir de üzerlerine Lenin’in Kapitalizmin En Son Evresi Emperyalizm kitabını hatmettiniz mi, zihninizde çözemeyeceğiniz sorun kalmazdı. Üçüncü Dünya’cı bir anlayış hâkimdi ders programlarında... Türkiye’nin az gelişmişliği ana sorunsaldı. İktisadi Düşünce dersinde Türkçe’ye yeni çevrilmiş olan Kapital’i okurduk.”

“Özellikle o yıllarda Türkiye’de Marks entelektüel çevrelerde egemen bir konum elde etmişti.”

O sırada dünyadaki sol hareketlerin yükseliş eğiliminde olması işlerini kolaylaştırıyordu. Türkiye İşçi Partisi, yoğun bir propaganda kampanyasından sonra 1965 genel seçimlerinde 15 milletvekili çıkararak Meclis’e girdi. Bu sıralarda Doğan AVCIOĞLU yönetiminde yayınlanmaya başlayan Yön Dergisi çevresinde toplanan bir kısım üniversite öğrencisi ve aydınlar mevcut düzeni “Cici demokrasi” diye tanımlıyor ve şiddetle eleştiriyordu.

İllegal Türkiye Komünist Partisi ve onun paralelindeki Türkiye İşçi Partisi’nin aksine Yön Dergisi etrafındaki solcu çevreler “Milli Demokratik Devrim” stratejisini benimsiyor, nihai hedeflerine yani sosyalist düzene “aşamalı” olarak geçmeyi düşünüyorlardı.

Bir başka darbeci grup, eski MBK üyesi ve 27 Mayıs’ın faal isimlerinden Cemal MADANOĞLU’nun başkanlığında oluşturulan ve yönetime el koymayı amaçlayan sivil ve askerlerin yer aldığı illegal yapılanma, bir başkası ise, üniversitelerde Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) çatısı altında bir araya gelen solcu gençlerin 1970’li yılara girilirken Devrimci Gençlik Birliği (DEV-GENÇ) adıyla örgütlenmeleridir.

1970 yılı başlarında Sosyalist hareket, özelikle üniversitelerde geliştirdiği Marksist güç ile ordu içindeki darbeci grupların işbirliği ile Hükümet’i ele geçirme düzeyine geldi. O yıllarda Devleti yönetenler, “sağ”a da “sol”a da karşıydılar. Rahmetli Dündar TAŞER’in benzetmesiyle; “Hasta ile hastalık arasında bitaraf” idiler. 12 Mart Hareketi, bitarafları bertaraf etti. Marksist çeteleri ezerek ve askerleri uzun bir süre içinde disiplin altına alarak duruma hakim olabildi. Ne var ki, Marksist hareket kök salmıştı: Yeniden yayılması zor olmadı.

Bir gençlik hareketi olarak ortaya çıkan teşebbüs, batı Avrupa ülkelerinde patlayan öğrenci gösterilerinde etkilediği ideolojik rüzgârı da arkasına aldı. Üniversitelerde çok elverişli zemin buldu. Emniyet güçleri, olayların boyutu ne olursa olsun yasa gereği Rektörler çağırmayınca üniversitelerin içine giremiyorlardı. Başta ODTÜ olmak üzere Rektörler önlem almak yerine, izleyici olmayı tercih ediyorlar, gelişmeleri sempatik buluyorlardı.

Başbakan Demirel ve AP iktidarı ise, ülkenin nereye sürüklenmekte olduğunu fark edemiyor, olayların arka planının doğuracağı sonuçları göremiyordu. Öyle ki Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay hükümetten kendisine bir hukuk müşaviri teklif edilmesini istediğinde dönemin Ankara Hukuk Fakültesi Dekanı ve azgın solun en aşırı taraftarlarından Prof. Dr. Uğur Alacakaptan’ı teklif ediyolardı. Solcu gençler, bu ortamdan sonuna kadar yararlandılar. Okullarında ve çevrelerinde kontrolü ele alma, karşı düşüncedekileri sindirme, yıldırma ve taraf toplama amacıyla “devrimci şiddet”i yöntem olarak seçtiler.Hızla silahlanmaya başladılar. ODTÜ’nün alt koridorlarını atış alanı yaptılar. El Fetih örgütü ile ilişki kurarak, ekipler oluşturarak Bekaa Vadisi’ne gidip eğitim aldılar; burada çatışmalara katıldılar. Üniversitelerde boykotlar, işgaller giderek yoğunlaştı. (DEVAM EDECEK…)

AŞIRI SOL TERÖRÜN AZGIN SALDIRILARI VE ÜLKÜCÜ ŞEHİTLER

Doğrudan anayasal düzeni hedef alan Marksist, Leninist, Maoist ideolojilerden esinlenen bu eylemlerde yer almak istemeyen, bütün elverişsiz şartları rağmen direnmeye çalışan Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğrencisi Ruhi KILIÇKIRAN 5 Ocak 1968 tarihinde Ankara’da Atatürk Site Öğrenci Yurdunda, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi öğrencisi Süleyman ÖZMEN 21 Mart 1970 tarihinde Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’nda aşırı sol gruplar tarafından kuşatılan ve içeride mahsur kalan ülkücü arkadaşlarına yemek götürürken , Ankara Erkek Yüksek Teknik Öğretmen Okulu öğrencisi Dursun ÖNKUZU ciğerlerine pompayla hava basılarak ve binanın dördüncü katından atılarak, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğrencisi Yusuf İmamoğlu fakülte köridorlarında hunharca katledildiler. 8 Haziran 1972 tarihinde Bursa’nın Emir sultan kabristanında Yusuf İmamoğlu’nun kabri başında yapılan anma toplantısında kendisi Bulgaristan Türklerinden muhacir olan, babası Rüstem İmamoğlu’nun:”Yusuf’um seni kızıl bayraklar altında büyümeyesin diye anavatana göçüp geldim. Ama ne yazık ki kızıllar seni al bayrağın gölgesinde katlettiler.”diye haykırdığını hatırlıyorum. Sol örgütler, “Halklara özgürlük” ve “Ezilen Kürt halkının hakları verilmeli” gibi sloganlarla blok halinde kitle tabanı bulmak, militan kadrolar oluşturmak maksadıyla Kürtçülüğü kışkırttılar.

Bunlar Türkiye İşçi Partisi’ni “revizyonist”; Avcıoğlu-Madanoğlu grubunu ise “pasif” buluyorlar, güney Amerikalı gerilla gruplarının tarzına özenerek kırsal alanda Deniz GEZMİŞ, Sinan CEMGİL ve arkadaşları; şehirlerden Mahir ÇAYAN, Ertuğrul KÜRKÇÜ, Ulaş BARDAKÇI ve THKP-C örgütü, halk hareketiyle sol-sosyalist bir yönetim kurmayı hayal ediyorlardı.

Dursun ÖNKUZU’nun cenaze merasimine ULUS’TAKİ tarihi Türk ocağı binasında bulunan ülkücü milliyetçi gençlerin büyük bir kalabalık halinde katılması üzerine dönemin başbakanı Süleyman Demirel ve İçişleri Bakanı Haldun Menteşeoğlu’nun talimatıyla TÜRK Ocağı genel merkezi polis tarafından basılmış içerideki üniversiteli gençler emniyet nezaretine götürülerek günlerce eziyet edilmiştir. Bununla yetinilmemiş binanın kullanma hakkı verilen Türk Ocakları Genel Merkezi binadan çıkarılmış kapısına kilit vurulmuş daha sonra Fahri Korutürk’ün Cumhurbaşkanlığı döneminde eşi Emel Korutürk’ün marifetiyle devlet bütçesinden tek kuruş harcanmaksızın-Türk Ocaklılar ve hayırsever insanların maddi desteğiyle inşa edilen ve inşaatında Ankara’nın köylülerinin -Türk Ocağı binası diye- tek kuruş ücret almadan çalıştıkları bu tarihi bina ikinci defa Türk Ocaklıların ellerinden alınmıştır.

Cumhurbaşkanı Cevdet SUNAY’IN TARİHİ SÖZLERİ:

“Türk milletinin üniversitelerdeki evlatlarının bir kısmı bu terörist grupların eline düşmüş, büyük çoğunluğu ise hakaret, dayak ve silahla susturularak okuma hakkından bile mahrum bırakılmıştı. Ellerinden tutacak ve yol gösterecek kimseleri bulunmayan gençler tıpkı müstevli bir kuvvetin ağır baskısı altında gitgide özümlenmeye başlayan kimliğini kaybetme tehlikesiyle karşılaşan azınlıklara benziyordu.” [2]

1968-1971 Türkiye’sinin en kısa tasviri budur. Bu yıllarda MHP’nin genel başkanı Alparslan TÜRKEŞ’in Türk gençliğine yeni ve büyük hedefler işaret etmesiyle milliyetçi gençler özellikle üniversite ve yüksekokullarda ve Anadolu sathında teşkilatlanmaya başladılar. Bu çalışmaların ruh mimarı Dündar Taşerdi. O zaman Taşer bu gençlere sanki de bir ruh üfledi. Yapılacak ilk işin gençliği toplamak olduğunu düşündü. Kendisi bir siyasi partinin üst düzey yöneticisiydi. Ama parti içerisinde böyle bir toparlanmayı yanlış buldu. Esasen kendisini bir partici değil bir Türk milliyetçisi olarak görüyordu.”Bu yüzden gençlik çalışmalarını partiden ayırdı. Milliyetçi gençler kendi derneklerini kurmalı” yayılmalı ve fikri donanımlarını geliştirmeliydiler. Ülkü Ocakları fikri böyle doğdu. Liseli gençliğe hitap eden GENÇ ÜLKÜCÜLER TEŞKİLATI ve üniversite gençliğine hitap eden bütün fakülte ve yüksekokullarda teşkilatlanan ÜLKÜ OCAKLARI böyle doğdu. Ve Türk milliyetçiliği tarihinde ilk defa Dündar Taşer’in gayretleriyle ve çalışmaları sonucudur ki, bütün milliyetçi gençler tek bir bütün haline gelmiş dağılmaktan ve ezilmekten kurtulmuşlardır.[3]

Bu arada yine Dündar TAŞER’in öncülüğünde İbrahim Metin, DR. İskender Öksüz, Sadi Somuncuoğlu ve arkadaşları tarafından Ankara’da Kültür Bilim Teknik Merkezi(KÜBİTEM) adıyla bir dernek kurulmuştu. KÜBİTEM’in başkanlığına DR. İskender Öksüz, bilim kurulu başkanı da üniversite ve aydın muhitlerde çok geniş bir çevresi ve itibarı olan Prof. Dr. Tarık SOMER’di. Bu sayede KÜBİTEM üniversite hocaları arasında geniş bir alaka gördü ve hızla teşkilatlandı. KÜBİTEM devleti tehdit eden fikir hareketleri ve örgütlerle alakalı olarak sürekli raporlar hazırlayıp başta Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay olmak üzere devletin bütün kademelerine gönderiyor ve Türkiye’nin temel meseleleriyle ilgili tedbir ve tavsiyelerini de aynı şekilde paylaşıyordu. Dündar Taşer’in aracılığıyla ve KÜBİTEM’in gayretleriyle üniversitelerdeki ülkücü gençlerde Cumhurbaşkanı Cevdet SUNAY’la defalarca görüşüp raporlar sunmuşlardı. Bir keresinde köşke çıktıklarında dönemin içişleri bakanı Haldun Menteşeoğlu’yla karşılaşmışlar ve onu aşırı sol örgütlerin azgın saldırıları karşısında tedbir almamak ve pasif kalmakla suçlamışlardı. Bu görüşmeler neticesinde durumun vehametini kavrayan Cevdet Sunay siyasi saiklerle sola şemsiye olmaya çalışan CHP’nin genel başkanı İsmet İnönü’yü bu konuları görüşmek üzere köşke davet eder. İsmet Paşa’ya bu Marksist maoist grupların terör faaliyetlerinden bahseder. Bunun üzerine İsmet Paşa’nın “ama ülkücü gençlerde var” diyerek ülkücüleri suçlayıcı ifadeler kullanması üzerine Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay Paşa “ÜLKÜCÜLER, MİLLİYETÇİ, VATANSEVER GENÇLERDİR.” demiştir.

Ülkücüler Cumhurbaşkanının bu tarihi sözünü karşılıksız bırakmamış 12 Marttan sonra kapatılan Ülkü Ocakları’nın yerine genel merkezi Çankırı’da kurulan genel başkanlığını Şevket Barutçu beyin yaptığı Türk Ülkücüler Teşkilatının Nisan 1973 tarihinde yapılan-bizim de Bursa Şube Başkanı ve Delegesi olarak katıldığımız- kurultayında Türkiye genelinden katılan 300 delegenin oybirliğiyle Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a Türk Ülkücüler Teşkilatı fahri başkanlığı payesi verilmiştir.

Yine Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay Malazgirt Zafer’inin 900. Yıldönümünde Malazgirt’teki törenlere bizzat katılarak yüksek bir milli tarih şuuruna sahip olduğunu göstermiştir.