Magazinleşen seçmen ve tehdit algılaması

                Türkiye'miz ve Türk Dünyası için ortak değer olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü 77. Ölüm yıldönümünde saygı, minnet ve rahmetle anıyoruz. Kendisini sadece 10 Kasımlarda hatırlayıp ananlardan olmadık. O, Türk Milleti ile beraber Millî Mücadeleyi yaptı, Cumhuriyeti kurdu ve en önemli emaneti olarak TSK'yı Türk Milletine bıraktı. TSK üzerinde dıştan kumandalı kumpaslar ve tuzaklar kurulurken sessiz ve tarafsız kalanlar, hatta aldatılma gerekçesiyle destek olanlar unutulamaz. Millî devlet ve Cumhuriyetle hesaplaşmaya ve ondan rövanş almaya fırsat kollayanları, millî mücadeleyi kırmak için uğraşan iş birlikçilerin anıtlarını dikenleri, Türk'e karşı ırkçılık yapanları, anayasadan millî kimliği silmeye uğraşanları, Türkçe yer adlarını değiştirenleri, kamu kuruluşlarından T.C.'yi silenleri, Ermeni tehcirini yanlış bulup Osmanlı'yı suçlayanları, çözüm sürecini çözülmeye dönüştürüp terör örgütü ve yandaşlarıyla yüz göz olanları unutmamız mümkün değildir.

                Türk tarihine bir bütün olarak bakıyor; Osmanlı-Cumhuriyet ayırımcılığını yadırgıyor ve bilim dışı buluyoruz.

                1 Kasım Genel Seçimlerini geride bıraktık. Seçim sonuçları seçmenin değişen profilini aslında ortaya çıkarmaktadır. Magazin konularının öne çıktığı ülkemizde, seçmen de magazinleşmiş, ülkeyi kuşatan iç ve dış politika konuları ve ırkçı bölücülük göz ardı edilmiştir. Sayın Başbakan dün sınırlarımızdan yasaları çiğneyerek geçen ve Ayn-el Arap'da (Kobani) savaşmaya giden silahlı peşmerge sürülerinin alınlarından öptüğünü ifade edip başarılar dilerken; bugün doğru bir tespitle ülkenin beka sorunundan bahsetmektedir. Toplumda hafıza kaybı vardır. Vatandaş da magazinleşmiştir. Türk Milleti, millet olma bilincinden uzaklaşmakta; sosyolojik anlamda kalabalıklaşmaktadır. Türk Milletine aidiyet şuurunun yerine etnik, mezhep ve hemşehrilik duyguları geçmektedir. Vatandaşımızda tehdit ve tehlike algısı değişmiş, değiştirilmiştir. Terör soslu barıştan yana olup, teröristi gerilla ve demokrasi aşığı gibi gösteren gaflet ve ihanet odakları bugünün ve yarının sorunlarının yaratıcılarıdır. Türkiye artık tehlike algılamasında ülke yararının nerede olduğu konusunda da mutabık olmaktan uzaklaşmakta, yeknesaklığını ve ortak kolektif şuurunu kaybetme eğilimindedir. Bu durum ortak düşünme mekanizmalarını köreltmekte ve adeta ufalamaktadır. Bizi terör örgütü ile görüşmeye zorlayanlar, müzakere ortağı yapanlar, TSK üzerinde kumpas kurduranlar, teröriste her türlü desteği sağlayan sözde dostlar, tehlike algılamasındaki değişikliğin dış dinamikleridir. Bu durum dün Osmanlı, bugün de Cumhuriyet Türkiye'si ile kavgalı iç ve dış düşmanlara moral ve ümit vermiştir. Mevcut kurumların isimleri ve dış görüntüleri ile iç yapıları farklılaşmakta, birbirine yabancılaşmaktadır.

                Seçim sonuçlarını değerlendirirken partileri hâlâ sağ-sol diye tasnif etme yanlışı sürmektedir. Hangi sağ ve hangi sol soruları askıda kalmıştır. Seçmendeki esneklik ve ideolojik kalıpları aşma yüzer gezer oyları artırmıştır. Aslında aydınlarımız şunu iyi bilmeli ki; klasik anlamda sağ-sol ayırımı Türkiye'ye yabancıdır. Cemaatçi de, İslamcı Kürtçü de sağ... Bunlarla hiç uzlaşamayanları nereye koyacağız? İdeolojik dönem sonrası sağ-sol keskinliği zayıflamıştır. Sağda veya solda siyasette münhal yer bulamayanların önemli bir bölümü sağ veya sol görünüp siyaset piyasasında yer almışlardır. İktidar partisinin başarısı dindarlığın öne çıkmasından çok, propagandanın daha iyi yönetilmesinde, güven verilmesinde, teşkilatçılıkta, sistemli ve sürekli çalışmada ve sosyal ilişkideki ısrardadır. Muhafazakâr olarak bildiklerimizin önemli bir bölümü bir ölçüde de liberaldir. Muhafazakâr bir anlayış geleneklerle uğraşır mı? Zinanın suç olmaktan çıkarılması, kilise evlerin açılması muhafazakârlığın bir gereği mi?

                ABD ve bazı Batı Avrupa ülkelerinin bizden daha fazla muhafazakâr oldukları söylenebilir. ABD başkan adaylarından D.Trump, New York Brooklyn'deki camileri hedef göstererek camilerin kapatılacağını seçmenlerine müjdeliyor. Danimarka ise, mülteci akınını kabul edebilmek için onların Hristiyan olmalarını gerekli görüyor. Bir dönem İsviçre'nin Olten şehrinde bir derneğimizin üç metrelik minaresi referandum konusu olmuştu.

                Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Bize düşen görev, partilerimizin, siyasetçilerimizin aşırı iç çekişmelerden kurtularak asıl sorunlara eğilmeleri ve hiç olmazsa bazı mutabakatları tespit edebilmeleridir.

Yazarın Diğer Yazıları